Zaman kavramının gücü, özellikle geri dönüp bakılınca daha iyi anlaşılıyor. 20 yıl önce çıkan albümleri derledik.
Ant Arın ŞEMET
2005, paradan bahsedilirken artık milyon, milyar denmeyen, Yeni Türk Lirası’nın (YTL) geldiği, Avrupa Birliği’ne girdik gireceğiz dediğimiz o sene. Benim içinse 1. sınıfla özdeşleşen, okul çıkışı eve geldiğimde NBA TV ile Dream TV arasında zap yapmaktan 2 ayda bir kumanda eskittiğim sene. Nostalji kavramı insanın bir nevi yara bandı. İçinde bulunduğu dertlerden, sorunlardan kaçabilecek cesareti hissetmesini sağlayan, kendini güvende hissettiği zamanlara dönme ihtiyacının karşılığı. Emil Michel Cioran, “Çürümenin Kitabı”nda nostaljiyi ve geçmişe duyulan uçsuz bucaksız hasreti şöyle tanımlar: “Her nostalji, şimdiki zamanın bir biçimde aşılmasıdır.”
İnsanın güvende hissettiği seneler, sesler, insanlar, anlar ve albümler var. Aradan geçen 20 yılın farkına varmak zor olsa da ufak bir çocuğun televizyon başında, bazen müziğiyle bazen de klipleriyle hayran kaldığı birkaç albümün 20. yaşını kutlama zamanı. Burada bahsetmesem de Franz Ferdinand, Opeth, Sigur Ros, Fiona Apple, Kanye West, Sufjan Stevens, The White Stripes, System of a Down, My Morning Jacket, Porcupine Tree, Robbie Williams, Madonna ve nicelerine de bir kez daha teşekkür etmek lazım. Keyifli okumalar.
Gorillaz – “Demon Days”
Haftada bir yeni projeye başlamazsa muhtemelen gece uykuya dalamayan hiperaktifliğin sözlük karşılığı Damon Albarn’ın, Jamie Hewlett ile güçlerini birleştirmesi sonucunda ortaya çıkan Gorillaz, 2000’leri tanımlayan gruplardan. Kliplerindeki görsel dünyalar, pop temeli oldukça güçlü hit üstüne hit barındıran albümleriyle Blur günlerini aratmayan Damon Albarn, 2005’te “Demon Days”in çıkışıyla taraflı tarafsız herkese rüştünü ispat etti. Gorillaz’ın, başlı başına bir değeri olduğunu gösteren albümün öne çıkanlarıysa ‘Feel Good Inc.’, ‘Dare Me’, ‘Kids With Guns’ ve ‘Dirty Harry’di. Danger Mouse, Jason Cox ve James Dring’in de prodüksiyon aşamasında Gorillaz’ın yanında olduğunu hatırlatarak albümün türler arası geçişkenliğini daha rahat anlayabiliriz.
Bloc Party – “Silent Alarm”
Londralı grup, 2000’lerin en dikkat çeken ve ilgi gören birkaç ismindendi. 2005 tarihli muhteşem ilk albümleri “Silent Alarm”, grubun hem ödülü hem de lanetine dönüştü yıllar içinde. 59 dakikaya yayılmış 13 şarkının her biri başlı başına bir grubun hayatını değiştirebilecek güçteydi. ‘Banquet’, ‘Like Eating Glass’, ‘Helicopter’, ‘Price of Gasoline’ ve ‘This Modern Love’, hala dinlenen zamansız şarkılar. Bloc Party, “Silent Alarm”dan 2 yıl sonra “A Weekend In The City” gibi oldukça iyi bir albüm çıkarmış olsa da ne dinlenme ne de satış rakamları “Silent Alarm” ile kıyaslanamayacak ölçüdeydi. 2004 yazını stüdyoda, prodüktör Paul Epworth ile geçiren Bloc Party’nin en büyük şansı frontman Kele Okereke’nin aldığı edebiyat eğitimiydi. Oldukça enerjik ve gençliğe hitap eden gitar, davul altyapısının üzerine gelen Sylvia Plath’i andıran sözler, dönemin gençlerini dumura uğratırken 80’lerde Morrissey-Marr işbirliğinde çıkan The Smiths şarkılarıyla kıyaslandı. Birleşik Krallık ve ABD’de 3 numaraya kadar çıkan albüm, Bloc Party’nin hala birçok festivalde headliner çalabilmesini sağlıyor. Anladığımız o ki, grup da artık “Silent Alarm”ın üzerine çıkmayı umursamıyor.
LCD Soundsystem – “LCD Soundsystem”
James Murphy’i sıfatlara indirgemek hem başlı başına zor bir iş hem de yaptıklarının yanında haksız bir çaba. LCD Soundsystem adını verip 2002’de kurduğu grubuyla yaptığı ilk albüm için takvimler 24 Ocak 2005’i gösteriyordu. Dans ve elektronik müziği, New York’un nev-i şahsına münhasır punk atmosferiyle harmanlarken indie damardan da vazgeçmiyordu. Bir dans müziği klasiğine dönüşen ‘Daft Punk Is Playing At My House’ ile başlayan albüm, 47 dakika boyunca tek bir saniye bile durmuyor. ‘Ben kazık gibi ayakta dururum’ diyenlerin bile kımıldamadan edemediği ve zekice yazılmış partisyonlarıyla çıkar çıkmaz klasik olan bir albümden bahsediyoruz. Albüm kapağındaki dümdüzlük, James Murphy’nin beklentiyi doğru yönettiğinin de bir kanıtı. Kapakta ne görüyorsak, albümde onu duyuyoruz. Kayıtları 2 sene süren albüm, Birleşik Krallık’ın yıl sonu albüm listesinde 20. sırayı görmüştü.
Coldplay – “X&Y”
Coldplay öyle ya da böyle günümüzün en büyük birkaç grubundan biri. Hatta en çok para kazanan ve dünyanın dört bir köşesinden hayranını farklı ülkelere getiren büyük bir makine. Kariyerlerinin tamamını seven, hiçbir dönemini sevmeyen ve bir kısmını sevenler var. Benim için durum “Viva La Vida”ya kadarki dört albümün harika olduğu, sonrasında müziğin yerin ekonomik kararların aldığı yönünde. Ki bu da oldukça makul ve anlaşılır bir grup kararı. Bu dört albümlük süreci kapsayan dönemde çıkan “X&Y”, ‘Fix You’ gibi zamansız bir şarkıya sahip olmasının yanı sıra her şeyiyle ilham veren bir albüm. 2010’larda İngiltere’de çıkan birçok indie grubun ders gibi çalıştığı “X&Y”, Coldplay’in pop tarafının ne kadar dolu olduğunun bir gövde gösterisiydi. İlk iki albümünde grubun birçok açıdan imajını güçlendiren Phil Harvey ile yollar da bu albümden önce ayrılmıştı. Coldplay’in sadece müziğiyle hayatta kalıp kalamayacağını gördüğü “X&Y”, sonraki yıllarda gördüğümüz Coldplay’in güven oyuydu diyebiliriz.
The National – “Alligator”
Havalı olmanın karşılığı gibi gruplardan biri The National. Milenyum sonrasında hayatımıza giren beşli, 2005’te 3. albümleri olan “Alligator” ile ilk 2 albümlerine göre yönlerini iyice inde müziğe çevirmişlerdi. Hatta ‘Mr. November’, ‘Looking for Astronauts’ gibi şarkılarda post-punk’a bile göz kırptıklarını söylemek mümkündü. Sözlerini Matt Berninger’ın, bestelerini Aaron Dessner’in yazdığı albüm, dünya çapına 200 bin satarak The National’ın ihtiyaç duyduğu ilgiyi görmesini sağladı. Bu doğrultuda sonraki adımlarında özgüvenli olmalarını sağladı. Aynı zamanda albümün kapağı, sonraki albümleri “Boxer”la bağlantıya sahipti. “Aligator”ın prodüktörü Peter Katis, albümün kayıtları sırasında evlenince The National, düğünde sahneye çıkmıştı. Albümde yer alan ‘The Geese of Beverly Road’ şarkısını söylerken çekilen fotoğraf, “Alligator”ın kapağına dönüşürken grubun aynı akşamdan toplu performansı “Boxer”ın kapağı olacaktı.