Bu yıl öyle filmler sinemalarda izleyiciyle buluştu ki aralarından en iyiyi seçmek hiç de kolay olmadı. İzlenmeye değer bu filmler arasında hala izlemedikleriniz varsa, vakit kaybetmeyin deriz.
Zeynep SİPAHİ / [email protected]
Geçtiğimiz iki sene müzik sahnesine olduğu kadar sinema sektörüne de büyük bir darbe indirdi. Bu süreçte her şeye rağmen üretimde bulunmaya devam eden ve zorlu şartlarda da olsa çalışan ödüllü yönetmenlerin bu yıl vizyona giren filmleri ise sinema tarihine çoktan adını yazdırdı. Bu listeyi hazırlarken, önceliğimiz ülkemizde vizyona girenler ve festivallerde gösterimi gerçekleşenler oldu, tabii Mubi gibi dijital yayın platformlarında ilk gösterimi gerçekleşenleri de atlamadık. Ruben Östlund‘dan Gaspar Noe‘ye, Pedro Almodóvar‘dan Joachim Trier‘ye hafızalarınızda yer edecek, izlenmeye değer filmler sizlerle.
“Triangle of Sadness”
“Bones and All”
İzlerken yüreğimiz kaldıracak mı diye merak ettiğimiz “Bones and All”, sarsıcı ve sıra dışı hikayesiyle dikkat çekiyor. Özünde büyüme sancısı yaşayan iki gencin ilişkisini konu ediniyor gibi görünse de gerek bir yol hikayesi olması gerekse işin içinde kanibalizm yani yamyamlık temasının işlenmesi “Bones and All”u benzerlerinden çok daha öteye taşıyor. Camille DeAngelis‘in aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan yapımın yönetmeni ise “Call Me by Your Name”i çeken Luca Guadagnino. Filmin başrollerini üstlenen Timothée Chalamet ve Taylor Russell‘ın performansları ise muazzam!
“Top Gun: Maverick”
Bağımsız yönetmenlerin filmleri ayrıcalıklı bir yerde dursa da ana akıma hitap eden filmleri de göz ardı etmemek gerekiyor ki bu konuda “Top Gun: Maverick”in hakkını yiyemezdik. 1986 yılında Tony Scott tarafından çekilen “Top Gun”ı günümüze taşıyan ve Joseph Kosinski‘nin yönetmenliğini üstlendiği film, yaklaşık 1,5 milyar dolar hasılatı ile sağlam bir rekor kırdı. Tabii Tom Cruise‘un aradan geçen neredeyse 30 yıla rağmen yüzündeki birkaç çizgi dışında yaşlanmamış olması izleyiciye “Top Gun” efsanesini sonuna kadar yaşattı. Gönül isterdi ki Jennifer Connelly yerine ilk filmin unutulmaz yıldızı Kelly McGillis‘i izleyelim ama hayat…
“Vortex”
İzleyici rahatsız etmekte üstüne olmayan Gaspar Noe‘nin son filmi “Vortex” de bu yılın en çok konuşulan filmlerinden biri oldu. Ülkemizde de hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip olan Gaspar Noe, bu yıl düzenlenen İstanbul Film Festivali’ne de katılarak izleyiciye büyük bir sürpriz yaptı. Festivalden Uluslararası Yarışma Fipresci ve Uluslararası Yarışma Altın Lale En İyi Film ödüllerini alarak ayrıldı. Yaşlı bir çiftin ilişkisine odaklanan film Alzheimer temasını işlemesiyle oldukça çarpıcı bir yapım. Ve hatta izleyiciyi en az Michael Haneke‘nin meşhur irite eden sahneleri kadar rahatsız ediyor. Ve tabii filmde başrolü ünlü İtalyan yönetmen Dario Argento‘ya vermesiyle tarihe de geçti.
“The Worst Person in the World”
Ülkemizin önde gelen film festivallerinde gösterimi yapan, ardından sinemalarda da vizyona giren ve Mubi’de de yayınlanan “The Worst Person in the World” bu yılın en çok konuşulan filmlerinden bir diğeri oldu. Joachim Trier‘in Oslo Üçlemesi‘nin son filmi olan “The Worst Person in the World”, günümüz ilişkilerini odağına alırken, karakterlerin kendileriyle yüzleşme yaşadıkları ve birçoğumuzun hayatından benzerlikler taşıyan sahneleri ve güçlü diyaloglarıyla öne çıkıyor. Film eleştirmenleri tarafından mizojin yani kadın düşmanlığı taşıyan bir yapım olarak eleştirilse de izlenmeye değer. Ve tabii, eğer izlemediyseniz, hazır Mubi’de Oslo Üçlemesi‘nin tamamı varken, ilk film olan “Reprise” ile başlamanızı öneririz.
“Decision to Leave”
Ve kısa bir süre önce Mubi’de izleme imkanına sahip olduğumuz “Decision to Leave”! Güney Kore sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Park Chan-wook‘un son filmi olan “Decision to Leave”, tıpkı yönetmenin daha önceki filmleri “Oldboy” ve “The Handmaiden”daki gibi izleyiciyi şok eden senaryosuyla dikkat çekiyor. Bu film Park Chan-wook‘a Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü de kazandırdı. İki saat 20 dakikalık süresi ve ağır akan senaryosundan dolayı pes etmemenizi ve olay örgüsünün açıldığı o anı izlemenizi öneririz.
“Everything Everywhere All at Once”
“Gerçekten bu yıl en çok hangi film hakkında konuşuldu” diye soracak olursanız, “Everything Everywhere All at Once” diyebiliriz. Bu öyle bir film ki izleyici ya nefret etti ya da çok sevdi. Mizahın ön plana çıktığı film Çinli bir göçmen ailenin hikayesini konu ediniyor, ancak güldürürken düşündüren de türde. Açıkçası izlerken, bu kadar uzun olmasaymış dedirtmiş olabilir ama verdiği felsefi mesajlarla alışılagelmişin dışına çıkan, farklı bir yapım olduğu kesin. 10 Ocak 2023’te gerçekleştirilecek olan Altın Küre’de altı adaylığı da bulunduğunu ekleyelim. Muhtemelen 2023 Akademi Ödülleri’nde de adını sıkça duyacağız.
“Elvis”
Ana akımda bu yıl “Top Gun: Maverick”in bir rakibi varsa o da Baz Luhrmann‘ın “Elvis” filmi olabilir. Vizyona girmesiyle gişe rekoru kıran yapım, her Luhrmann filminde olduğu gibi soundtrack’iyle de izleyiciyi içine çekiyor. Elvis‘in hayatını görsel bir şölen eşliğinde sunması ise yönetmenin imzası haline gelen bütün özellikleri taşıyor. En İyi Yönetmen, En İyi Film ve En İyi Erkek Oyuncu dallarında 2023’teki Altın Küre’de de aday olan filmde Austin Butler‘ın performansını izlemeye doyum olmuyor.
“Parallel Mothers”
Pedro Almodóvar‘ın “Parallel Mothers” isimli son filmi aslında klasik bir Almodóvar hikayesine sahip. Duygularıyla hareket eden karakterlerin yine ön plana çıktığı filmde, yönetmenin biricik oyuncusu olan Penélope Cruz‘u başrolde izliyoruz. Hem trajik sahnelere sahip hem de hayata sıkı sıkı tutunma isteğini vurgulayan film, Almodóvar‘ın en iyi filmi olmasa da sıkı takipçilerinin beklentilerini fazlasıyla karşıladı diyebiliriz.
“Aftersun”
Ve bağımsız film sektörünün bu yıl en çok konuşulan filmi “Aftersun”ı bu listeye almamız şarttı. Ülkemizde Filmekimi ile ilk gösterimi gerçekleşen, ardından sinemalarda da vizyona giren film, gelecek vaat eden yönetmenler arasında kendisine sağlam bir yer edinen Charlotte Wells imzası taşıyor. Bir baba ile kızının hikayesine odaklanan “Aftersun”ın bazı sahneleri ise Fethiye’de çekildi. “Normal People” dizisiyle şöhreti yakalayan Paul Mescal‘in kariyeri açısından da önemli bir noktada duran bir film.
2022’nin görülmeye değer diğer filmleri
Robert Eggers‘in “The Northman”i, Mia Hansen-Løve‘un “Bergman Island”ı, Paul Thomas Anderson’un “Licorice Pizza”sı, Japonya’nın önde gelen yönetmenlerinden Hirokazu Koreeda‘nın “Broker”ı ve Brad Pitt‘in başrolünü üstlendiği, David Leitch tarafından çekilen “Bullet Train”i de hala izlemediyseniz, yıl bitmeden izleme listenize almanızı öneririz.
Tabii bu filmlerin yanı sıra büyük beklentilerle izlediğimiz, ancak “yılın en iyi filmi” de diyemediğimiz bazı yapımlar da yok değil. Bunların başında “Nope” geliyor. İlk uzun metrajı “Get Out” ile En İyi Senaryo Oscar’ını kazanan yönetmen Jordan Peele‘in üçüncü filmi olan “Nope” açıkçası pek de beklentileri karşılamadı. Keza David O. Russell‘ın “Amsterdam” filmi de yıldız oyuncu kadrosuna rağmen acımasızca eleştirildi. Ancak bu kadar da eleştirilmesi gerekir miydi, emin değiliz. Çünkü Wes Anderson vari masalsılığıyla izleyicinin yüzünü gülümseten, izlemesi keyifli bir yapımdı.