Ana SayfaÖzel Dosya2024’ün unutulmaz filmlerinden bir seçki

2024’ün unutulmaz filmlerinden bir seçki

2024’ü kapatırken, bu yılın bize hediyesi olan filmlerden bahsetmeden olmaz. Bir çok platformdan ve kendi seçimlerimden derlediğim listeye bir bakalım istedim.

Neslihan Atcan ALTAN

“Perfect Days” – Wim Wenders

Wim Wenders’ın hayatı kendi hızında yaşayan ve izleyenlerin çoğuna ilham veren kahramanını zen bir atmosferde sunan yapım, müzik seçimleriyle de hepimizi kendine hayran bıraktı. Ayrıca bir kısmımız mevcut düzenimizi yakıp Japonya’da hayat kurma hayalleriyle bir süreliğine umutlanmadık değil. Sonra geçti.

 

“Dune Part 2” – Denis Villeneuve

Gişelerde oldukça büyük başarı yakalayan bilim-kurgu destanımızın ikinci bölümü de Villeneuve’ün külliyatı içinde saygınlar kategorisinde yerini aldı. Bu bölümde Austin Butler’ın etkileyici performansını da unutmayalım. Epey deliydi kendisi.

 

“Megalopolis” – Francis Ford Coppola

Duayenimiz Coppola’nın 1983 yılından beri gerçekleştirmek istediği projesini sonunda 120 milyon dolar yatırarak hayata geçirmesi bu ütopik bilim-kurgunun çok karışık eleştiriler almasına engel olamadı. Yine de Adam Driver’dan Dustin Hoffman’a uzayan aslarla dolu kadrosuyla göz doldurdu.

 

“Conclave” – Edward Berger

Ralph Fiennes, Stanley Tucci ve Isabella Adjani gibi dev isimlerin performanslarıyla Katolik Kilisesi’nin papa seçimi sürecinde yaşanan bir takım olayları anlatan “Conclave”, bu senenin Oscar’larında en iyi film kategorisinde yerini bulacak gibi gözüküyor. Filmin klostrofobik ve gerilim yüklü atmosferi biz izleyicilerde de yer etti açıkçası.

 

“The Substance” – Coralie Fargeat

Coralie Fargeat’in bu feminist-gore filmi bize Demi Moore’umuzu geri verdi, sinirlerimizi yıprattı ama çok beğenildi. Konuyla ilgili bizim de yazımıza buradan ulaşabilirsiniz. Cannes’da da alabildiğine alkış ve övgü alan yapım senenin en görülmeye değerlerindendi.

 

“Emilia Perez” – Jacques Audiard

Ben bu filmin neden bu kadar övgü aldığını anlamadım; çok fazla temayı kısıtlı zamanda işlemeye çalışan, hangi karaktere odaklanacağını, hangi sosyal meseleye parmak basacağını şaşırmış, üstüne bir de müzikal janrını da ekleyerek bilinç akışına dönüşmüş bir yapımdı. Zoe Saldana’nın müthiş performansı ve birkaç müzikal numara dışında beni etkileyen bir şey olmadı. Bu da filmin en güçlü Oscar adaylarından biri olduğu gerçeğini değiştirmedi. Yine şaşırmadığım bir ayrıntı.

 

“The Seed of the Sacred Fig” – Mohammad Rasoulof

Almanya’nın uluslarası film kategorisinde Oscar adayı olan yapım, Tahran’da hüküm süren baskıcı sistemin devamını sağlasın diye hakimlik görevine atanan İman’ın yozlaşmış düzenin bir çarkı olmaya dönüşme sürecinde buna karşı çıkan ailesi ve toplumla yaşadığı çatışmayı gözler önüne seriyor. Benim çok beğendiğim yapım, İran sinemasının yine hayal kırıklığına uğratmadığı bir örnek oldu.

 

“I Saw the TV Glow” – Jane Schoenbrun

Bazı eleştirmenlerce bir trans alegorisi olarak tanımlanan yapıma, janr olarak bir “coming-of-age” korku filmi yakıştırması hiç yanlış olmaz. Schoenbrun da bu yaklaşıma sıcak bakıyor ve kendisi de filmin trans bireylerin bağ kurabileceği noktalar taşıdığını ifade ediyor. Filmdeki “Buffy the Vampire Slayer” dizisine göndermeler de nostaljik bir güzellik katmış. Yalnızlığın, kendi kimliğini bulma sancısıyla birleştiği bu film bize de değişik duygular yaşattı.

 

“Nickel boys” – RaMell Ross

Colson Whitehead’in aynı adlı romanından uyarlanan film, roman uyarlamalarının en başarılı örneklerinden biri. Kitabı benim gibi büyük bir aşk ve hayranlıkla okumuş okuyucular için tatmin edici olan yapım şiirsel anlatımı ve oyuncuların içten performanslarıyla mükemmel bir izleme deneyimi yaşatıyor.

 

2025’in bağımsız ve original yapımların önümüze fırlatıldığı bir yıl olması dileğiyle huzurlarınızdan ayrılıyorum. Eyvallah.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR