İki Örümcek adını verdikleri yeni albümlerini yayınlayan Nada’yı; yani Miray Kurtuluş ve Selen Hünerli’yi Dergy’e konuk ettik.
Sebla KOÇAN / [email protected]
“Galiba bu hayata insanca ve vicdanla devam edebilme gücünü bulmak için müzik yapıyoruz” diyor, Nada’nın üyeleri Miray Kurtuluş ve Selen Hünerli. Hünerli 2007 yılında Norrda ile, Kurtuluş ise 2008’de Mira ile ilk albümlerini yayınladı. Aynı ailede büyüyen ve kuzen olan ikili, 2010’da Nada adıyla ilk albümleri Oda‘yı yayınladı. Nada’nın geçtiğimiz günlerde yayınlanan yeni albümü İki Örümcek ise Santima Records etiketiyle yayınlandı. Nada bu albümün bir içe dönüş olduğu kadar bir iç döküş albümü de olduğunu söylüyor. “Dünyaya ülkeye ve kendimize dair varoluşsal sorularımıza cevap aradık” diyorlar. 2015’te öldürülen müzisyen arkadaşları Değer Deniz’i anıyor, Osman Kavala’nın davasının görüldüğü ve tutukluluğa devam kararı çıktığı akşam “Ay Doğdu”yu yazıyorlar. Kolay bir operasyon değil bu “içe dönüş” anlayacağınız… “Dünya hiçbir zaman istediğimiz gibi bir yer olmayacağından yapabileceğimiz en iyi şey anlamak, idrak etmek…Müzik bizi insanlık ailesinin tüm bilgisiyle buluşturuyor sanki” diyorlar. Nada’yı Dergy sayfalarına konuk ettik.
Çok etkileyici ve sofistike bir kliple geldiniz geçtiğimiz Kasım’da. İki Örümcek aynı zamanda karantinanın başlarında ayrı ayrı odalarda çekilmiş bir klip… Çok vurucu sahneleri vardı, biraz anlatır mısınız nasıl çekildi? Nasıl bir deneyimdi?
Biz ikimiz ayrı şehirlerde yaşıyoruz. Karantina başladığında, bir araya gelemeyeceğimizi anladığımızda kendi evlerimizde çekip montajlayabileceğimiz bir klip fikri bulmaya çalıştık. “İki Örümcek” sözleri itibariyle de sınırlı alanlar ve sınırlı imkanlarla ters düşmeyen bir şarkı. Bir odada ağları birbirine dolanmış, bir nevi odaya hapsolmuş, zamanın geçişini kavrayamayan onu kontrol edemeyen iki kişinin, iki örümceğin hikayesini anlatıyoruz. Sözleri ve müziği görsel bir dile dökmeye çalıştığımızda da aklımıza, zamansal döngünün içine hapsolma halini anlatabilecek bir çok katmandan oluşan, üst üste bindirilmiş görüntüler kullanma fikri geldi. Bu fikrin uygulamasına geçmeden önce bir çok deneme çekimi yaptık. Sonrasında Deniz Erk bu çekimlerden yola çıkarak bir koreografi hazırladı.
Çekim, yalnız olmanın verdiği bir yabancılaşma ve eksiklik hissiyle geçti. Birbirimizin fikirleriyle, yönlendirmeleriyle yol almaya o kadar alışmışız ki bunu aramızda mesafeler varken yapmak bizi duygusal olarak biraz zorladı. Çekimleri tamamladıktan sonra Deniz Erk bütün görüntüleri birleştirdi, klibi son haline getirdi. Geçmişteki çok renkli, danslı, kostümlü kliplerimizden sonra, bu klip siyah beyaz renkleriyle ve sade anlatımıyla bu dönemin yansımalarından biri oldu.
Nada’nın Sanskritçe’de içsel ses ve evrenin sesi, Sırpçada umut, İspanyolcada hiçlik anlamına geldiğini biliyoruz. Salgın süreci aslında varoluşumuzu düşündüğümüz, her şeyin bir anda nasıl hiç olabileceğini gördüğümüz bir süreç oldu, oluyor. Bu içe dönüş süreci size nasıl geldi, müzikal olarak size yansımaları nasıl oldu?
Çok sarsıcı bir süreç geçirdik biz de pek çok insan gibi. Farklı şehirlerde yaşamaya başladığımızdan beri müzikal olarak daha çok beslendiğimiz, mesafenin getirdiği bir odaklanma yaşıyorduk. Salgınla birlikte bu mesafe acı verici hale büründü. Endişe, korku ve tüm bu yoğun duygularla savrulmadan durmaya çalışmak yıpratıcı oldu. Yine de Nada ismini tam da bu kırılgan varoluşumuzu bize hatırlatsın diye koymuştuk. Dünyanın renkli, değişken ve süslü hallerindense dikkatimizi hep daha evrensel ve kalıcı olana çevirme gayretindeyiz. Salgın sürecinde hiç yeni şarkı yapmadık o sebeple müzikal etkilerini henüz tam olarak gözlemleyemiyoruz. Bir yandan da öyle ağır bir zaman ki içimizden tekrar bir çocuk şarkıları albümü yapmak geçiyor.
7 şarkıdan oluşan İki Örümcek albümünde de Nada şarkılarında yaşadığımız bir hissi yaşadık yeniden: Şarkıların ilk dinlemede değil, birkaç dinlemede anlamların oturması, derinliğin hissedilmesi… Sizin için nasıl bir hikâyesi var İki Örümcek albümünün?
İki Örümcek albümü, dağların ağaçların arasında küçük bir odaya kendimizi kapattığımız, gecenin gündüzün birbirine karıştığı bir sürecin ürünü. Uzun zaman sonra bir araya geldiğimiz için birbirimizle dertleşme, birlikte sohbet etme özlemimiz bu albümün şarkı yazımına da sinmiş gibi geliyor. İki Örümcek ilk yazdığımız şarkıydı. Belki de bu yüzden çok karanlık bir yerden başlayıp sanki yavaş yavaş hafifledik. Bu albüm bir içe dönüş olduğu kadar aynı zamanda bir iç döküş bizim için. Dünyaya ülkeye ve kendimize dair varoluşsal sorularımıza cevap aradığımız varacağımız yerden ziyade bu yolculuktan keyif aldığımız bir albüm oldu. Bu yüzden müziğin ve sözlerin yarattığı anlam denizine dalmaktan çekinmedik çünkü dil; şiir ve müzik olmadan hissettiklerimizi anlatmakta yetersiz kalıyor.
Kayıtları ise İstanbul’da bir odaya kapanarak yaptık. Bu çok zorlayıcı bir süreçti. İstanbul’un inşaat ve trafik gürültülerinden dolayı uzun sessizlik bekleyişleri ve sabahlamalar ile günlerce kapalı kaldık. Çok katmanlı vokal kayıtları yapmak istediğimiz için de bu süreç düşündüğümüzden uzun sürdü. Albüm bittiğinde kendimizi iki örümceğe dönüşmüş gibi hissettik.
“MÜZİK DE SEKTÖR OLARAK EKSİK DEĞER YARGILARINDAN BAĞIMSIZ DEĞİL”
Müzik endüstrisi içinde alternatif sahnede pek çok kadın müzisyeni görüyoruz, ancak yine de sayıca yeterli değil. Siz sektörde uzun yıllardır var olan kadın müzisyenler olarak, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Müzik yaşamınız içinde sevimsiz durumlarla karşılaştınız mı, kendinizi bunlardan nasıl korudunuz?
Müzik yaşamımızda müzisyen arkadaşlarımızdan ziyade sektördeki diğer insanlarla yaşadığımız sevimsiz durumlar oldu. Bazen savaşarak bazen uzaklaşarak kendimizi koruduk. Yaptığımız her şey doğru olsa da kendimizi koruyamayabileceğimizi de çok iyi biliyoruz. Çünkü müzik de sektör olarak bu toplumdan, burada yetişen, büyüyen insanların eksik değer yargılarından, çarpık ahlak anlayışlarından bağımsız değil.
Nerdeyse nefes aldığımız için bile şükreder duruma geldik. 2015 yılında kendisi de şarkı yazarı olan sahnede bize gitarıyla eşlik eden arkadaşımız Değer Deniz öldürüldü. Gazeteler “Evinde tek başına yaşayan, müzisyen…” gibi başlıklar atarak verdiler bu haberi. Yalnız ve uçarı kadınların başına neler geliyor bundan ders çıkarın der gibi. Bu aslında her alanda olduğu gibi müzikte de neden daha az kadın olduğunun cevabı.
“Kirlenmiş adaleti kambur duran terazinin” sözü kaybolmuş, yalnız, saklanmış bir şarkı. Biraz Türkiye’de müzik yapmaya çalışan insanları da hatırlatıyor dinleyene. Bu ülkede hayallerin peşinden koşmak kolay değil. Sizin müzik yapmak için dirayetiniz neydi? Müzik yapmak sizi özgürleştirdi mi, iyileştirdi mi?
Ay Doğdu’yu yazdığımız akşam Osman Kavala’nın davası görülmüştü ve tutukluluğa devam kararı çıkmıştı. Yine o akşam Değer’i çok anmıştık. Galiba bu hayata insanca ve vicdanla devam edebilme gücünü bulmak için müzik yapıyoruz. Şarkı yazarken o kadar kırılganlaşıyor ve kendimizi her şeye açıyoruz ki, egonun kendini merkezde tutan o bencil bakışından sıyrılma imkanı buluyoruz. Dünya hiçbir zaman istediğimiz gibi bir yer olmayacağından yapabileceğimiz en iyi şey anlamak, idrak etmek…Müzik bizi insanlık ailesinin tüm bilgisiyle buluşturuyor sanki. O sebeple hem iyileştiriyor hem de özgürleştiriyor. Tevazu ile hayatta kalmanın bir yolu bizim için.
Birlikte müzik yapan ve iyi anlaşan kuzen olmak çok büyük bir şans. Her kan bağı bir arkadaşlık vaadetmiyor haliyle 🙂 Birbirinize kızdığınız, hatta küstüğünüz zamanlar oluyor mu? Kim kimi nasıl dengeliyor çalışırken mesela?
Hiç küsmedik. Kayıt aşaması biraz gergin geçiyor genelde. İkimiz de şarkıcılığımızla ilgili kendimizi hep eksik hissettiğimizden uzun süren vokal kayıtları üzerimizde çok baskı yaratıyor. Aslında birbirimize değil kendimize kızıyor oluyoruz. Öfkeyle hareket etmemeye gayret ederiz. Zaten genelde öfkemiz ağlamaya dönüşüyor 🙂 İki taraf da kendi eksikliklerini fark etmeye ve üzerinde düşünmeye gayretli olduğundan, hep dengeyi bir şekilde koruyoruz.
Bazı şarkılarınız masal gibi, sanki bir filmin müziği de olabilirmiş gibi kendi hikâyesi içinde şarkılar. Bir şarkının ortaya çıkış süreci nasıl oluyor? Sizi en çok neler tetikliyor? Mesela, bir filmin çok çarpıcı bir sahnesi size yazma, besteleme şevki veriyor mu?
Yeni bir şarkı yazmaya doğaçlama yaparak başlıyoruz. Bazen melodi sözden önce geliyor, bazen de ikisi birlikte. Sonrasında bulduğumuz o cümlenin ve melodinin çağrıştırdığı şeyler üzerine düşünüyoruz. Genelde bir film sahnesini betimliyor gibi şarkının renkleri, atmosferiyle de ilgili konuşuyoruz. Her şarkı yazımında o şarkının görsel diliyle de ilgili fikirlerimiz oluyor. Sanki her birine klip çekecekmişiz gibi şarkıyı yazarken bir yandan da sanki o şarkıyı film izler gibi izliyoruz. Filmler, okuduğumuz kitaplar, dinlediğimiz müzikler en büyük ilham kaynaklarımız. Medusa ya da Gılgamış’ta olduğu gibi bu referanslar bazen çok net okunabilir oluyor. Bazen de bu referansları kendimize saklıyoruz ya da yazdığımız şarkıdaki hissin, hayalimizde canlanan görüntülerin izini kendimiz bile süremiyor oluyoruz.
KISA KISA
Miray Kurtuluş:
- Ne zaman TV karşısına geçsem, izlemeden geçmediğim dizi bir zamanlar Friends’di ama artık her sahnesini ezberlediğim için izleyemiyorum.
- Bana göre en güzel araba kullanma / yolculuk yapma şarkısı Sufjan Stevens’dan “Mystery of Love”
- Gardrobumda en sevdiğim parça siyah puantiyeli yeşil bir gömlek. Bıraksalar sadece onu giyerim.
- Son dönemde takılı kaldığım albüm Kazu, Adult Baby.
- Hayatta en çok para harcadığım şey bilgisayarım olabilir
- Listemdeki en “guilty pleasure” şarkı Blackpink, “How You Like That”
- Kendimde en sevmediğim huyum biraz asosyal olmam.
Selen Hünerli:
- Ne zaman TV karşısına geçsem, izlemeden geçmediğim dizi Seinfeld.
- Bana göre en güzel araba kullanma / yolculuk yapma şarkısı Cody Chesnutt, “The Seed”.
- Gardrobumda en sevdiğim parça kapüşonlu bir tulum. Bıraksalar sadece onu giyerim.
- Son dönemde takılı kaldığım albüm Clark, “Playground In A Lake”.
- Hayatta en çok para harcadığım şey uçucu yağlar, bitkiler.
- Listemdeki en “guilty pleasure” şarkı Beyonce, Girls.
- Kendimde en sevmediğim huyum bazen takıntılı olabiliyorum.