Hüznü dans pistiyle birleştiren şarkılarıyla dikkat çeken genç sanatçı Albin Hasani, bundan sonraki şarkılarında bol bol gitar ve synth kullanacağını söylüyor. Hasani, Dergy’nin sorularını içtenlikle yanıtladı.
Sebla KOÇAN/ [email protected]
Karanlık sözler, dans ettiren melodilerle Türkçe elektronik müzikte kendine has bir yer edindi, Albin Hasani. Henüz 23 yaşında genç bir yetenek o… Ama şarkılarındaki 80’ler hissi, derin ve etkili vokali ile benzerlerinden sıyrılmayı başardı. Genç sanatçıyla müzikle ilk temas ettiği günlerden bundan sonraki projelerine, ve elbette karantina günlerindeki ruh haline uzanan bir sohbet ettik.
Arnavutluk’ta doğdunuz, 2008’de Türkiye’ye geldiniz. Burada olmak size neler kattı, kendinizi nasıl hissettiniz burada yaşamaya başladığınızda?
Merhaba. Öncelikle bu güzel sorularınız için teşekkür etmek istiyorum. Aslında Ankara’da ilk senelerimde kendimi Türkiye’ye pek ait hissetmedim çünkü ailemin işi dolayısıyla buradaydık ve bir kaç ay sonra gideriz nasıl olsa düşüncesi vardı hep içimde. Hiç bir şekilde Türkçe öğrenmeye çalışmadım bile ve okulumda da hep yabancı öğrenciler ile vakit geçiriyordum. Asıl olay Ankara’dan İstanbul’a taşınmamız ile başladı. Kendimi daha çok arkadaş ortamının içinde buldum ve dilimin gelişmesine çok katkı sağladı. Artık liseye başladığımda Türk kültürüyle nerdeyse tamamen iç içeydim. Türkiye, müziğe başladığım yer olmasının yanı sıra büyüdüğüm, olgunlaştığım ve yakın arkadaşlar edindiğim bir ülke oldu. Bu yüzden de karakter açısından beni çok etkilediğini düşünüyorum.
Daha önce Türkçe sözler yazabilmenin sizin için zorluğundan bahsetmiştiniz. Neden İngilizce yazma fikrinden caydınız?
Aslında henüz “caymadım”. Daha çok kariyer planlaması diyebiliriz buna. İlk müzik yıllarımda neredeyse hiç Türkçe müzik dinlemezdim bu yüzden hiç o dünyanın içerisine giremedim. Bunun benim için eksiklik olduğunu fark ettiğim anda Türkçe müziğin arşivlerinde derin bir dalış yaptım tabii ki. Türkçe söz yazmanın zorluğunun aslında hep İngilizce düşünmemle alakalı olduğunu fark ettim. Çünkü ortaokul yıllarımda eğitimimi İngilizce aldım, bunu değiştirmem zaman aldı ama Türkçe söz yazabilmeye başladığımda öyle keyif aldım ki sürekli küçük küçük cümleler veya “motto”lar yazmaya başladım. Zaten ilk Türkçe şarkılarımda o zaman kendisini göstermeye başladı. Türkçe’nin şarkılarımda anlattığım melankolik hikayeler için çok uygun olduğunu fark ettiğimde daha çok üstüne düştüm ve zamanla benim için öncelik dil oldu. İngilizce şarkılarıma dönüş yapacak mıyım diye sorarsanız, muhtemelen yakın bir zamanda olmaz ama zamanı geldiğinde çok yoğun bir albüm çıkabilir.
“BELKİ BİR GÜN MUTLU BİR ŞARKI YAZARIM AMA PEK YAKINDA DEĞİL”
Şarkılarınız sahiden de hüzünlü, melankolik ama dans ettiren tınılara sahip… Yapı olarak da böyle melankolik misiniz yoksa şarkılarınız mı böyle sadece?
Arkadaşlarım içinde muhtemelen en çok gülen ve en yüksek sesle konuşan benimdir. Asıl olay oradan uzaklaştığımda oluyor sanırım çünkü bunun açıklamasını bende tam olarak yapamıyorum. Hepimizde olduğu gibi hayatımda çok inişli çıkışlı bir dönem oldu ve ben her zaman bunu yalın bir dille şarkılarıma kattım. İlk şarkımdan itibaren her zaman hüzünlü şarkılar yazdım çünkü her zaman karşı tarafın beni daha iyi anlayabileceğini düşündüm. Yani şöyle diyebiliriz; asla “Aa ne kadar güzel bir gün bugün çıkıp bir şeyler yapalım” dememişimdir hayatımda. Sanırım bu tarz cümleleri söylememem doğal olarak şarkılarıma da yansıdı. Eğer bu beni melankolik biri yapıyorsa o zaman evet belki de öyleyimdir. Belki de bir gün mutlu bir şarkı yazarım ama yine de bu pek yakında görünmüyor açıkçası.
“ASLINDA HER ŞEY TECRÜBE VE ZAMAN İLE İLGİLİ”
2019’da yayınlanan EP’nize “22” adını verdiniz. Bu yaşınız sizin hayatınızı ne yönde değiştirdi? Neler getirdi götürdü, biraz anlatır mısınız?
Müziğe 14 yaşında başladım ve neredeyse hemen profesyonel bir anlamda sahne almaya başladım. Zaten şan şöhret ideali ile yola çıkmıştım aslında. Hep 18’imde çok ünlü olacağım diye geziyordum ve yıllar geçiyordu ben bir türlü istediğim yerde olamadım. Bu beni çok yıprattı. Aksaklık üstüne aksaklık yaşıyordum ama hep küçük bir umut ışığına tutunup yoluma devam ediyordum. O dönemlerde bir grupla çalıyordum, çok yaklaşmıştık ideallerimize ama yine son saniye bir şeyler ters gitti ve bu sefer paramparça oldu her şey. Bütün bu olayların sonunda ben tamamen hevessiz ve yıpranmış biri olarak kaldım. 21 yaşındaydım ve elimde ne bir albüm vardı, ne bir şirket ne de bir umut, müzikle arayı tamamen soğutmuştum yani. Sonrasında bütün hedeflerimden vazgeçip tamamen kendim için müzik yapmaya başladığımda olaylar 180 derece dönmeye başladı. Fark bile edemediğim bir hızda “Melekler” isimli single’ı yayınladım ve harika geri dönüşler aldım. 2019 yılında ise 22 yaşıma girdiğimde sonunda hep o istediğim albümü kaydetmiştim, aslında olayın tamamen zaman ve tecrübe ile olduğunu anladığım anda bu albümü o hep takıldığım yaşıma adadım. “22” ismi de buradan geliyor.
Son single’ınız “Kapatın Işıkları”da daha farklı bir şeyler duyuyoruz, biraz 80’lere göz kırpan ritimler, daha belirgin bir dansa davet… Bundan sonraki şarkılarınız nasıl olacak, bu aralar neler cezbediyor sizi?
Evet! Sonunda en çok heyecanlı olduğum konuya geldik. “22” albümü benim tamamen lise hayatımda yazdığım şarkılardan oluştu ve her ne kadar geçen sene yayınlanmış olsada uzun süre önce kapattığım bir defterdi. Ama “Kapatın Işıkları” böyle değil. Tamamen benim şu anda hissettiğim ve dinlediğim şeyleri yansıtan bir parça. Her zaman çok büyük bir 80’ler fanı olmuşumdur. Duran Duran – Depeche Mode – Pet Shop Boys gibi gruplar… Bu müziği günümüze nasıl geri getiririm diye çok düşündüm ve aslında ilk denememde “Kapatın Işıkları” ortaya çıktı. Amacım “Crying on the Dance Floor”. Bu tarzı barındıran parçalar beni hep etkilemiştir ve asla eskimemiştir. Groove ve ritim benim için çok önemli olmaya başladı ve kulağım hep bunları aramaya başladı. Doğal olarak da bunları şarkılarıma yansıttım. Kapatın Işıkları’nın bu kadar anlaşılması ve kabul edilmesi de çok hoşuma gidiyor, daha çok teşvik ediyor beni bu tarza. Yakın gelecekte yayınlayacağım parçalarımda bol bol gitar ve synthesizer duyacaksınız!
97 doğumlusunuz. Ama hep müziğin içinde olduğunuzu söylüyorsunuz. Sizi en çok etkileyen dönemi ne zamandı müziğin, kimler idolünüzdü küçükken?
Sanırım çok küçük bir yaşta müziğe tam olarak başlamam ile alakalı bir durum. O zamanlar kendime hedef koydum ve hayatımı ona göre yaşadım. Her gün yeni insanlarla tanıştım, hep kendimden yaşça büyük insanlar ile sohbet içindeydim. Muhtemelen bu, müziğe yaşıtlarımdan daha olgun bakmamı sağladı. Her zaman sahnedeydim, parası veya seyircisi benim için önemli değildi. Sadece orada olmak ve şarkı söylemek istiyordum. Bir hedefim vardı ve en çok tecrübeyi nereden nasıl kazanabilirim gibi bir bakış açısına sahiptim.Yer yüzünde yayınlanmış müzik ile ilgili neredeyse her şeyi izlemeye çalıştım. Onların hayat tecrübesini ve hayat stilini örnek alarak hareket ettim. 16 yaşımdayken Arctic Monkeys’in bir grup üyesi gibi davranırken, 17’imde The Cure’nin solistini taklit ederdim. Her sene yeni bir idol ve yeni bir imajım vardı. Elvis, Ozzy, Alex Turner, Dave Grohl, Morrissey gibi ikonik solistleri örnek aldım. O zamanlar Taksim, bizim gibi çocuklar için ideal yerdi çünkü özgürce giyinip, özgürce hareket edebiliyorduk. Üstelik canlı müzik mekanları da çoktu. Müzik karakterimi oluşturduğum yıllarda tam olarak bunlardı. Söylemek istediğim aslında kaç yaşında olduğunuzun hiç bir önemi yok, asıl önemli olan hayalleriniz ve yapmak istedikleriniz.
Aileniz destek verdi mi müzisyen olmanız için? Genellikle müzik için “önce bir mesleğin olsun, müziği hobi olarak yine yaparsın” denir ya, size de benzer bir şey söylendi mi?
Annem ve babam asker. Tahmin edebilirsiniz ki ideallerime pek inanmadılar ilk başta. Özellikle lise yıllarımda büyük çatışmalar yaşadık bu konuda. İroniktir ki, beni zorla gitar kursuna götüren kişi annemdi, tabii o zamanlar olayların buraya geleceğini tahmin bile edemezdi, hiç birimiz edemezdik. Son zamanlarda en büyük destekçim ailem oldu ama. Annem duygusal olarak babam ise mantıklı cümleleri ve eleştirileriyle hep beni doğru yola götürdüler şimdiye kadar.
Karantina günlerinde yaşıyoruz, belki de tarihin tuhaf bir yanına tanıklık ediyoruz. Sizin nasıl geçiyor karantina günleriniz, haberleri seyrediyor musunuz, moraliniz bozuluğunda neler yapıyorsunuz?
Kesinlikle benim de şu an etkisinde olduğum küresel bir tehdit ile karşılaştık. Günler birbirine karıştı, sokağa çıkamıyoruz, sürekli diken üstündeyiz doğal olarak bu durum moral bozukluğuna sebep oluyor. Adaptasyon sürecine girdim bende herkes gibi alışmaya çalışıyorum. Haberlere çok önemli bir şey yoksa bakmıyorum, çünkü negatiflikten başka bir şey değil. Neredeyse 1 buçuk aydır evdeyiz ve ben bir şarkı bile yazamadım, gerisini siz anlayın.. Moralim bozulduğunda ailemle vakit geçiriyorum veya kulaklığımı takıp biraz uzaklaşıyorum dünyadan. Hepimiz çok endişeliyiz bu durumdan. Tek çözüm EVDE KAL.
“SOSYAL MEDYA ZORBALIĞI HAKKINDA BİR ŞARKI HAZIRLIYORUM”
Müzik dışında çok sevdiğiniz başka ne gibi hobileriniz var?
Bunu insanlar ne zaman duysa hep şaşırır ama futbol benim senelerdir en büyük hobim. Büyük bir A.C. Milan destekçisiyim, asla maç kaçırmamaya çalışıyorum. Bir diğer büyük tutkum ise tarih. Çocukluğumdan beri hep hayran kalmışımdır dünyanın tarihi değişimlerine ve hep merakla incelemişimdir. Sürekli öğrenmeye çalışıyorum.
Aslında sizin jenerasyonunuz YouTube’u çok aktif olarak kullanıyor. Sesini duyurmak isteyen kişiler önce YouTube fenomeni olup ardından istedikleri müzikleri yapıyorlar. Siz YouTube’u daha aktif kullanmayı düşünüyor musunuz, var mı video dünyasına dair planlarınız?
YouTube bizim için bir altın bilet haline geldi gerçekten. İlk müziğe başladığım zamanlarda video paylaşan ve şu an büyük kitlelere hitap eden bir kaç isim biliyorum. Bu bir yol seçimi bence. Eskiden belki ünlü olma seçenekleri daha kısıtlıydı ama artık her sosyal platformun kendi fenomenleri var. Ben nedense her zaman eski usül ile gitmek istedim. Her zaman üretmenin en doğru yol olduğunu düşünüyorum. YouTube’da cover ile ünlenen ama kendi bestelerini paylaştığında beklentiyi karşılayamayan sayısız isim var, hala konserlerinde en çok eşlik edilen şarkılar maalesef ki cover’lar oluyor. Çok hızlı bir şekilde yukarıya çıkıp aynı hızda çakılanlar.. Bu durumu yaşamak istemem sonuçta ben de kendi hesabımda çok sevdiğim şarkıları cover’lıyorum ama bunu bir kariyere dönüştürmek istediğimi düşünmüyorum.
Sosyal medyayı aktif kullanıyorsunuz, peki buradaki linç kültürüne ne diyorsunuz? Olumsuz yönde eleştiriler almak motivasyonunuzu etkiliyor mu?
Bu benim için çok hassas bir konudur. Bütün hayatım boyunca giyimimden, saç stilimden veya konuşma şeklimden bol bol linç yedim. Sosyal medya sayesinde bu insanlar bir yerde toplanıyor ve size topluca acı verebiliyorlar bu şekilde. Zaman zaman buna yenik düştüğüm de oldu tabii ki, fakat dinleyicim sayesinde bunu bir şekilde aşabilmeyi başardım. Dünyamız sosyal medya zorbalığına henüz bir çare bulamamış olsa da zamanla farkına varılıcağını düşünüyorum. Yakında yayınlayacağım bir şarkı tam olarak bu konudan bahsediyor.
Çok teşekkürler…
Asıl ben teşekkür ederim.