Türkçe pop müziğin yeni ve yetenekli seslerinden Serra Arıtürk, Dergy’nin sorularını yanıtladı.
Sebla KOÇAN / [email protected]
Aslında YouTube’un dikkatli takipçileri için tanıdık bir sima, Serra Arıtürk. Ama onun asıl tutkusu hep müzik oldu. Yaptığı başarılı cover’lardan sonra kendi şarkılarıyla pop dünyasına taze bir soluk getirdi. Yalnız sesi değil, dansları ve stiliyle de sahne ışıklarına ait. Küçük yaşlarından beri Hüsrev İsfendiyaroğlu’nun öğrencisi olmak ona çok şey kattı. Aslında belli bir tarza ait de değil, müzikal olarak çok esnek bir bakış açısı var. “Her şarkı, ortaya çıktığından itibaren kendi yolunu çiziyor; sözüne, müziğine, düzenlemesine kendi yön veriyor” diyor. Genç şarkıcıyı soru yağmuruna tuttuk.
Çok küçükken gitar çalmaya başladığınızı ve ailenizin müzisyen olmanıza çok destek verdiğini biliyoruz. Ne dinlenirdi siz küçükken evde, neler yapılırdı?
Öncelikle müzisyen bir aileden gelmediğimi söylemeliyim; ancak annem ve babam çok sıkı dinleyicidirler. Özellikle küçük yaşlarda klasik müzik dinlememe çok önem verirlerdi; sanırım klasik gitar eğitimi almak istememin sebebi de bu oldu. En çok Beethoven, Chopin, Pink Floyd, Queen ve Santana dinlediğimizi hatırlıyorum. Yaşım ilerledikçe özellikle ailemin hayran olduğu jazz müzik ve bunun yanında pop müziği beni daha çok çekmeye başladı; bir daha susmamak üzere şarkı söylemeye başlamam da bu sayede oldu.
Nerede doğdunuz, nerede büyüdünüz? Yaşadığınız şehir müziğinizi nasıl etkiliyor?
İstanbul, Şişli doğumluyum; doğduğumdan beri de Caddebostan’da yaşıyorum. İstanbul, haliyle müzik dinlemek ve yapmak isteyen insanlar için fazlasıyla imkan olan bir şehir. Ben de bundan yararlanarak, küçüklüğümden itibaren sayısız sanatçının konserine, klasik müzik ve jazz festivallerine gitme fırsatı buldum. Bu sayede, kulağım farklı melodi ve armonilere açık hala gelmiş olacak ki; müzikal anlamda benden ne çıkacağı hiç belli olmuyor, hatta çoğunlukla bana da sürpriz oluyor. Klasik ve flamenko gitar üstadı, aynı zamanda gitar hocam Hüsrev İsfendiyaroğlu ile tanışmamı da Caddebostan’da yaşamanın bereketine borçluyum elbette. Yıllardır kendisinden Gergedan Kitabevi’nin arka odasında ders alırım, teknik ve müzikal bilgimin çoğunu ona borçluyum.
“YAŞADIĞIMIZ DUYGULARIN NORMAL OLDUĞUNU KABUL ETMELİYİZ”
Üniversitede tıp mühendisliği okuduğunuzu duyduk… İlginç bir bölüm, ilerde bununla ilgili bir meslek yapmayı, müzik hayatınızla birlikte paralel olarak götürmeyi düşünüyor musunuz?
Açıkçası, müzik dünyasına gerçek anlamda giriş yaptığımdan beri kariyerimi sanat üzerine inşa edeceğime ve tek mesleğimin bu olacağına neredeyse emindim; ancak yaşadığımız bu dönemin zorluğu lisans eğitimim için seçtiğim sağlık sektörünün önemini bir kez daha vurguladı. Bilime, özellikle tıbba ve insan anatomisine her zaman büyük ilgim ve sevgim oldu. Bu alanlarda bilgim ve becerilerim el verdikçe insan sağlığı için çalışmayı çok isterim. Henüz mezun olmadım; ancak sonrası için yüksek lisans programlarını değerlendiriyorum. Yine de beni az da olsa tanıyanlar bilir ki kalbimde önceliği olan müzik.
Yaşadığımız günler son derece karanlık. Evde kendimizi oyalamaya çalışıyor, her gün gelen kötü haberlerin etkisinden sıyrılmaya çalışıyoruz. Siz neler yapıyorsunuz karantina günlerinizde, can sıkıntısını, moral bozukluğunu nasıl yeniyorsunuz?
Öncelikle moral bozukluğunu yenmeye çalışmıyorum. Yaşadığımız negatif duygularla başa çıkmak için öncelikli yapmamız gereken şey bu duyguların normal olduğunu kabul etmek ve onları yenmek zorunluluğu hissetmemek. Sorunuzu çürütür gibi oldum ama yanlış anlamayın. Olağanüstü bir zamandayız, dolayısıyla hiçbir şey yapmak istememek de normal; ancak bu da moral bozukluğu artışına sebep olabilir. Günlük rutinlerimizi ev haline uyarlamaya çalışarak meşgul olabiliyoruz aslında, ya da evde yapmayı erteleyip farkında bile olmadığımız işlerle meşgul olarak evde olmanın farklı boyutlarını keşfettiğimiz anlar oluyor.
Şahsen, o kadar uzun zamandır kitap okumuyormuşum ki, farkına vardığımda utandım. Şimdi hızımı alamaz oldum. Müzikal anlamda üretim için de alabildiğine bir alan oluştu tabii. Bence yapabilenler için evde kalmak herkese bir noktada iyi geldi, en çok da çevremize, havaya. Balkona çıkıp aldığımız hava resmen hiç olmadığı kadar temiz geliyor bana. İnsanların doğaya yaptığı tahribatı, onları evlerinde tuttuğumuzda kendine gelen çevremizi izleyerek görebiliyoruz. Kendimizden daha büyük problemlerin sonunda farkına vardığımız bir süreç oluyor.
“KİMSE YOK HER DETAYINDA KENDİMİ YANSITTIĞIM BİR ŞARKI OLDU”
Son şarkınız “Kimse Yok”ta Osman Çetin’le işbirliği yaptınız. Elektroniğe göz kırpan bir şarkı, bundan sonraki şarkılarınızda daha elektronik şarkılar yapmayı düşünüyor musunuz?
Müzik için, şu tarzda ilerleyeceğim ya da şöyle şarkılar yapacağım diye konuşmak zor kendi adıma. Daha önce de dediğim gibi, ürettiğim dönemde içinde bulunduğum ruh haline ve o dönemde etkilendiğim sanatçılara, eserlere göre değişiklik gösteren süreçlerim oluyor. Öyle dönemler oluyor ki; bazen yalnızca arabesk düşünürken buluyorum kendimi. “Kimse Yok”, bugüne kadar (sayısı çok olmasa) kendimi her detayında en çok yansıttığım iş oldu.
Her şarkı, ortaya çıktığından itibaren kendi yolunu çiziyor; sözüne, müziğine, düzenlemesine kendi yön veriyor bence. Biz şarkıyı en çok bu sound’la hissettik; bizi her dinlediğimizde mutlu ettiği için bu şekilde sunmak istedik. Ama değişmeyecek bir inancım var ki, enstrümentalistlikten kaynaklanıyor olacak, canlı çalınan enstrümanların ve doğada ya da günlük hayatta duyduğumuz seslerin şarkılara kattığı boyut bambaşka. Elektronik şarkılar yapacaksam da, onlara bu boyutu her seferinde kazandırmaya çalışacağım.
Nasıl karar verdiniz Osman Çetin’le birlikte çalışmaya?
Bizi, 2018 yazında, menajerim Süheyl Atay tanıştırdığından beri ayrılmadık. Onun kadar önü açık, donanımlı ve yaratıcı bir müzisyenle bu denli bir uyuma sahip olduğum için çok şanslıyım. Bizden ne çıkacağı belli olmuyor, biz de dinlediğimizde anlıyoruz.
“Kimse Yok” daha çok yeni yayınlandı ama yine de takipçilerinizden kaçmaz, gelen reaksiyonlar nasıl?
Beni, önceki çalışmalarımla tanıyan herkesin bu şarkının beni çok daha fazla yansıttığını düşündüğünü gördüm ve beni en mutlu eden bu oldu. Dinleyen neredeyse herkesin çok sevdiğini duymak da cabası. Bu tadımızı kaçıran zamanlarda küçük bir ruh hali değişikliğine dahi sebep olabiliyorsak, ilham verebiliyorsak ne mutlu bize, ne de olsa sanat en çok bunun için var!
“HERKESİ MUTLU ETMENİN İMKANI YOK”
“Kendimi Bilmeden” şarkınızın klibinde gördük ki, siz yalnızca şarkı söylemiyor, aynı zamanda da dans ediyorsunuz. Dansın sizin hayatınızdaki yeri nedir? Bunun için bir eğitim alıyor musunuz?
Dans, tıpkı şarkı söylemek gibi içimden geliyor. Benim için müzikten ayırt edilemeyecek bir yeri var; zaten ikisini birbirinden bağımsız düşünmenin imkanı yok. Küçükken bale ve modern dans eğitimi alıyordum. Ancak şarkı söylemeye ve müzik yapmaya konsantre olduğum için şu sıralar performans gerektiren zamanlarda ya da vakit oldukça eğitim alıyorum, yine de dans etmek için eğitim zorunlu değil. Kendinize has tarzınızı evde tek başınıza veya stüdyoda fark etmeksizin dansa vakit ayırarak geliştirebilirsiniz. Ben de öyle yapıyorum. Şu sıralar evde meşgul olunabilecek bir şey daha…
Yine aynı klipte dikkatleri çeken bir diğer şeyse, stiliniz. Farklı ve özgün görünüyorsunuz, stiliniz konusunda biriyle çalışıyor musunuz? Gündelik hayatınızda nasıl seçimler yaparsınız, kimleri takip edersiniz?
Teşekkür ederim. 🙂 İlk klibim için yaşıtım, genç ve yenilikçi arkadaşım İlayda Velioğlu ile çalıştım. Çok eğlendiğimiz ve deneysel bir süreçti bizim için. Klibin konsepti renkli ve hareketli olduğundan, kıyafetlerin de canlı ve farklı olmasını istedik. Son çalışmam “Kimse Yok”un stil danışmanlığını yine genç ve sıra dışı tarzıyla beni çok etkileyen arkadaşım Berker Küskü yaptı. Aslında klipler için gündelik hayatın biraz dışına çıktığımız tercihler yapsak da, bu tercihler istemli veya istemsiz, herhangi bir zamanda, içinde kendimi güzel ve rahat hissedeceğim kıyafet seçimlerine paralel oluyor. Kendi adıma spor giyinmeyi şık görünmek ile bağdaştırıyorum; bu nedenle klasik parçaları kullanarak karıştırmayı seviyorum. 60’lar ve 70’lerin ikonlarının sade grafik ve zarif tarzları bana ilham olurken, 80’ler ve 90’ların kadınlarının giyimlerindeki basitlik, rahatlık ve renklerin çeşitliliği beni etkiliyor. Günümüzde stilini en sıkı takip ettiğim kişilerin başında Kate Middleton, Lily Rose Depp ve Lana Del Rey geliyor.
Daha önce YouTube’da bir popülariteniz olduğu için, şarkılarınıza çok fazla yorum ve eleştiri geliyor. Bu eleştiriler sizi üzüyor mu, bunları takip ediyor musunuz?
İlgiyle yazılmış, düşünce içeren her yorumu takip etmeye ve onlardan fayda sağlamaya gayret ediyorum. Eleştirilerin her zaman için, ilerleme kaydetmek adına önemli olduğunu düşünüyorum. Ama biliyorum ki hiçbir alanda, daima her şeyi doğru yapmanın ve herkesi mutlu etmenin imkanı yok. Dolayısıyla öncelik kendi tatminim ve mutluluğum oluyor. Destek olan, seven zaten bunu gösteriyor; farklı beklentileri olanlarsa bunu dile getiriyor, bana da daha sonraki çalışmalarım için bunları dikkate almak ve yine en sonunda kendimi ve yol gösterenlerimi dinlemek düşüyor.
“İDOLLERİMLE AYNI SAHNEDE OLMAK İSTEMEZDİM”
Pop dünyası eskisi gibi bazı krallar ve kraliçelerin elinde değil. Pek çok yeni isim, kendi şarkılarıyla digital dünyanın yeni kurallarını koyuyor. Sizin yeni çıkan isimler içinde severek dinlediğiniz, takip ettiğiniz kimler var?
Bahsettiğiniz krallık, yeni jenerasyonun üretkenliği ve sosyal medyaya hakimiyeti karşısında bir süredir çok sağlam duramıyordu; rap müziğin gündeme gelişi ve öne çıkan sanatçıların yükselişi ile de derinden sarsılmış oldu. Şahsen, genç müzisyenlerin kendi kuralları ile piyasalarını yaratmalarını gururla izliyorum. Bunu, kendine has tarzıyla en iyi yapan gençlerden birinin Evrencan Gündüz olduğunu düşünüyorum. Yeni çıkan isimlerden Lil Zey’in işlerini de beğenerek dinliyorum.
“Onunla aynı sahnede olabilmek için kapısında yatardım” diyebileceğiniz bir idolünüz var mı?
İdollerimle aynı sahnede olmak istemezdim! Böyle bir fırsat olsa aklım, şarkı söyleyecek kadar yerinde olmazdı muhtemelen. Yine de hakkımı The Weeknd’den yana kullanacağım, her şarkısı ezberimde olan bir başka sanatçı…
Büyük bir Amy Winehouse hayranı olduğunuzu biliyoruz. Nasıl karşılamıştınız ölüm haberini aldığınızda? Sizin dünyanızda nasıl bir yeri vardı Amy Winehouse’un?
Amy Winehouse’la tanışmam ve ölüm haberini almam arasında yalnızca 2 yıl olmasına rağmen yıkılmıştım. Sesini ilk duyduğum anı asla unutamıyorum, Back to Black albümünün ilk parçası olan “Rehab”le idi, o an bende bir şeyler değişti. 10 yaşında ezberlediğim şarkılarını bugüne kadar her gün sayısız kez dinledim, sözleri ve melodilerinde her seferinde başka bir anlam bulduğum ve şarkılarını, yaşadıklarımla tekrar tekrar yaşayarak anladığım bir sanatçı benim için. Hayranlığımın ve şarkılarıyla bağımın yanı sıra, şarkı söyleyişime ve müzisyenliğime de çok etkisi olduğunu yakın çevremden duyuyorum, bu da beni çok mutlu ediyor.
Müzik dışında en çok keyif aldığınız başka neler var hayatınızda?
Özellikle son birkaç yıldır müzik duymasam bile müzik düşünmediğim bir an bile olmadı diyebilirim; ancak hayatta belki müzik kadar büyük bir tutkum var: deniz. Kendimi bildim bileli deniz beni çeker; ister kenarında yürüyüş yapmak olsun, ister yelken yapmak, ister oturup izlemek. Huzuru denizde buluyorum, aynı zamanda en keyifli ve eğlenceli anılarıma ev sahipliği yapıyor. Bunun yanı sıra bilime ve bu alandaki gelişmelere büyük ilgim var, öğrenmek de bir diğer büyük tutkum. Ve elbette dans; her zaman, her yerde!