Kendine has duruşları ve üretimleriyle fark yaratan, rock dünyasından nevi şahsına münhasır dört kadın ve hikayeleri.
Neslihan ATCAN ALTAN
Özgün kişilikleri, hikaye anlatıcılıkları, ana akımdan ve garantici başarı formüllerinden uzak olup sadece kendilerine yakınlıkları ve benim gözümde cadılıklarıyla (reenkarnasyon varsa, ki bence yok; bu kadınlar orta çağlarda yaşamış cadılardı), insanlık/kadınlık hallerini yaratıcı ve samimi üsluplarıyla anlatan bu kadınlarla aynı zamanda yaşıyor olmak ne büyük bir şans.
Kim bunlar? PJ Harvey, Tori Amos, Fiona Apple ve Amanda Palmer.
PJ Harvey
“İnsanlar bir mağarada yaşayıp, çocukları yediğimi düşünüyorlar. Ben de umursamıyor ve bunu kabul ediyorum.” Bir hafta önce The Sunday Post’a verdiği röportajında böyle diyen Polly Jean’i bilenlere hatırlatalım, bilmeyenlere tanıtalım:
Üçüncü albümü “To Bring You My Love” ve özellikle de bu albümden ‘Down by the Water’ isimli teklisiyle asıl çıkışını yakalayan bu şair/müzisyen/aktivist siren, şarkı sözleri, müzikal gustosu, tarzı ve topladığı ödüllerle müzik dünyasını sarsan Polly Jean, kendinden sonra gelen Nirvana, Garbage gibi grupları ve Thom Yorke gibi ikonik müzisyenleri de etkisinde bıraktı. Şarkı sözleriyle insanları şok etmeyi ve kendini aşağılamayı sevdiğini söyleyen Polly Jean’in korkusuz ve sınır tanımayan sözleri için ‘Reeling’ ya da ‘Legs’ şarkılarına bir göz atabilirsiniz. 2023’te yeni albümü çıkacak olan cadımız, 2022’de de Dorset argosuyla yazdığı kitabı “Orlam”la sevenleriyle buluştu. Tabii bir de Nick Cave’le olan kısa ama yoğun ilişkisi ve Cave’in kendisine yazdığı masalsı aşk mektubunu da okuyunca bu büyülü kadının rock denilen uçsuz bucaksız masalda bir başkahraman olmak dışında hiçbir role oturamayacağını şiddetle anlamış oluyoruz.
Tori Amos
Gelelim diğer bir cadıya: Tori Amos. “İlk şarkımı üç yaşındayken yazdım. Ne hakkında olduğunu hatırlamıyorum ama şarkı yazmak ve onu çalmak benim için nefes almak gibi bir şeydi” diyen Tori, beş yaşında Baltimore Peabody Konservatuarı’na kabul edilen en genç öğrenci olup, 11 yaşında da “müzikal itaatsizlik” sebebiyle okuldan atılıyor. Ama sonradan 2019’da okulu tarafından Amerikan müziğine olan eşsiz katkıları için en büyük onur ödülüyle taçlandırılıyor. İlk çıkışını ikinci albümü “Under the Pink”ten ‘Cornflake Girl’ teklisiyle yakalayan bu müzikal dahi, toplamda 16 stüdyo albümü, yaptığı film müzikleri ve canlı albümleriyle müziğe ve ikonluğa ziyadesiyle katkıda bulunmuş vaziyette. “Yeni Başlayanlar için Tori Amos” diyecek olsak, yukarıda bahsettiğim ‘Cornflake Girl’ün yanı sıra ‘Precious Things’ ve Courtney Love için yazdığı söylenen ‘Professional Widow’u dinlemek doğru seçim olabilir. Tabii Trent Reznor’u vokallerinde olmaya ikna ettiği ‘Past the Mission’ı da unutmayalım. Kendi kişisel trajedilerini şarkılarında bizlerle paylaşarak iyileşen ve iyileştiren bu müzik dahisi cadıyı da Polly Jean’imizin yanına alıyoruz.
Fiona Apple
Ve üçüncü cadımız Fiona Apple. 1997 yılında daha 19 yaşındayken MTV Müzik Ödülleri’nde En İyi Yeni Sanatçı ödülünü alan Fiona, bu çıkışı belki de diğer cadılar kadar istikrarlı bir şekilde sürdürememiş olsa da bence bu cadılar dörtlüsünde yer alacak alternatiflikte. “Hayatım boyunca insanlar ‘Neden bu kadar kızgınsın?’ diye sordular. Biraz fazla aşırı görüldüğümün farkındayım. Ama bence biraz kızgın görünmem iyi bir şey çünkü insanlar biraz fazla kayıtsız” diyen Fiona’ya katılıyorum; bence de kızgın olmakta sıkıntı yok. Özellikle Fiona gibi travmatik olaylar yaşamış kişiler için. Keşke Fiona bu hiddeti sadece beş albüm yerine daha fazlasıyla işleseydi, ama yapacak bir şey yok; bu tamamı Amerikan Billboard 200 Listesine girmiş olan albümlerle yetineceğiz artık. O da PJ ve Tori gibi birden fazla enstrüman çalıyor ve ilk albümünde 17 yaşındayken yazdığı ‘Criminal’ isimli teklisiyle En İyi Kadın Rock Vokal Performansı dalında Grammy kazanıyor. Her ne kadar ‘Fast as You Can’ benim en sevdiğim şarkısı olsa da ‘Shadow Boxer’ı da unutmamak lazım. Yaşamı boyunca çeşitli psikolojik sıkıntılar çeken Fiona‘nın bunları paylaşmaktan asla çekinmemesi ve bu kırılgan cesareti onu daha da kıymetli ve samimi bir konuma taşıyor.
Amanda Palmer
Ve sonuncu cadı, ana akıma, müzik endüstrisindeki patriyarkaya ve şekilciliğe “O öyle olmaz böyle olur” diye kendi tepkisini veren Amanda Palmer. Çok değil, bundan 15-16 yıl önce (epey de olmuş) bağlı olduğu plak şirketi kendisine ‘Leeds United’ şarkısı için çekilen videonun edite ihtiyacı olduğunu çünkü göbeğinin yeterince “düz” görünmediğini söyleyince bu olayı kendi kişisel blogunda yazarak fan kitlesini ateşliyor ve sonunda plak şirketi Roadrunner’la yollarını ayırıyorlar. Ve tabii ki videoyu orijinal haliyle yayımlıyor. Onlarsız yaptığı “Who Killed Amanda Palmer?” albümü de kendisinin o ana dek en içine sinerek yaptığı iş oluyor. Kendisi ayrıca Kickstarter ve Patreon gibi crowdfunding websitelerini oldukça etkin kullanan sanatçıların başında yer almakta. Aslen tiyatro mezunu olan Amanda müziği bu altyapısıyla birleştirerek alternatif performanslar sergilemeyi tarzının bir parçası haline getirmiş bir müzisyen. Sevilen teklileri içinde benim için The Dresden Dolls olarak yaptığı ‘Girl Anacronism’ ve ‘Coin Operated Boy’ öne çıkmakta. Müzikal yolculuğunda bir sürü farklı kişiyle çalışan Amanda, “Twin Peaks”in ünlü “Who Killed Amanda Palmer?” sorusundan esinlenerek adını koyduğu albümünün artwork’ü için Neil Gaiman’la çalıştı ve sonra da kendisiyle evlendi. Sonra ayrıldı. Sonra bir daha birleştiler sanırım. Aman neyse ne. Sonuç olarak Amanda da kendi sesine ve tarzına sonuna dek sahip çıkan kadın müzisyenlerden biri.
İşte böyle. Zaman ve yersizlikten bu dört cadıdan bahsedebildim. Aslında dahası da var ama önce size sorayım: Sizce bu cadı listesine yerli/yabancı kimler eklenmeli?