Cadılar Bayramı yaklaşıyorken (o aya girmişken!) Slasher janrının en mühim birkaç katilinden bahsetmemek olmaz. Bu beyler hem izleyici hem de kurban olarak kaç jenerasyonun içinden geçmekle kalmayıp, neredeyse 70’lerin ortalarından beri modern korku sinemasına ilham kaynağı olmaya devam etmekteler. Halloween filmi gecesi yapmayı planlayanlar buraya!
Neslihan Atcan ALTAN
Bu ikisi beni ilk okuldan beri, (evet ilk okul; bizim jenerasyonda aileler çılgın bir video izleme furyası içinde yanındaki saksı mı, çocuk mu, pek de şey etmeden haldır haldır film izlerlerdi ve ne yazık ki annem korku filmi hayranıydı!) biri de gençliğimden beri ciddi ciddi korkutan beylere bir saygı duruşunda bulunmadan önce korku sinemasının Slasher janrına da kısaca bir değinelim. Genel olarak Slasher janrını, kurbanların öldürülüş biçimiyle tanımlayabiliriz. Katiller kurbanlarını öldürmek için bıçak, balta, jilet, kılıç gibi keskin ve delici aletleri tercih ederler ve aslında ölümler diğer korku filmleri janrlarındaki işkence yöntemleriyle kıyaslandığında daha çabuk ve acısızdır. Bu en temel özellik ve bir de kendi kimliklerini saklayan ya da kurbanlarını korkutmaya yarayan maskeleri üzerinden birleşen üç katilimize biraz yakından bakalım.
Michael Myers: Saf Kötülüğün Bakışı
İlk ve -benim için- en önemli katil, 1978 yapımı bir John Carpenter şaheseri olan “Halloween”in Michael Myers’ı. Myers’ı umutsuzca ve boş yere tedavi etmeye çalışan Loomis karakterinin ağzından dökülen birkaç cümle bu yenilmez katili anlatmak için birebir: “Bu altı yaşındaki çocukla… Bu boş, solgun, ifadesiz suratlı çocukla tanıştım… Ve o simsiyah gözler… şeytanın gözleri. Sekiz yılımı ona ulaşmaya, yedi yılımı da onu hastanede tutmaya çalışarak geçirdim çünkü fark ettim ki o çocuğun gözleri arkasında yaşayan tek şey en basit haliyle saf kötülüktü.” E, bu uzman görüşü de Myers’ın kendisi için en doğru kariyeri seçmiş olduğunu kanıtlıyor dersek pek de haksız sayılmayız sanırım.
H.P. Lovecraft’ın hikayelerinde tanımladığı ya da aslında tanımlamadığı “kötülük” kavramından çok etkilenen yönetmen John Carpenter, Myers’ın yıllar içinde psikolojik, sosyolojik, feminist ve daha bir çok perspektiften yapılmış okumalarına inat (Myers’ın ve filmin kadını cezalandırmakla ilgili oluşu, cinsel alt anlamları oluşu, Amerikan banliyö hayatına bir eleştiri oluşu gibi daha nice okumalar) Myers’ın maskesinin arkasındakiyle ilgilenmediğini ve onun sadece gözleyen ve öldüren bir katil olduğunu söyler. Nitekim, Michael Myers paniklemez, sinirlenmez ve hiçbir duygusunu göstermez; kurbanını bulur, izler ve öldürür. Onu bu kadar korkunç ve yenilmez kılan da belki bizim sınırlı beynimizin onunla ilgili bir açıklama bulmaya çalışması ve bunu başaramamasıdır. (İlk film için konuşuyorum) Maskesinin arkasında asla durduramayacağımızı bildiğimiz gerçek kötülük.
Jason Voorhees: İntikamın Kanlı Yüzü
Michael Myers’ın ikonik ve radikal kimliğinden etkilenen yönetmen Sean S. Cunningham, aynı etkiyi “Friday the 13th”in kötü karakteriyle yaratmak ister ve ortaya -buralara da orijinal filmi hala izlemeyenler için spoiler vermek istemiyorum- Jason çıkar. Fakat Myers’ın aksine Jason karakterininin eylemlerinin arkasında son derece “insani” nedenler bulunmaktadır. Bir yaz kampında, orada kendisine bakmakla yükümlü çalışanların ihmali yüzünden boğularak “ölen” Jason, kendisine bakacakları yerde birbirleriyle “yakın teması” tercih eden “ahlaksız” gençleri cezalandırmayı kendine düstur edinir ve “Halloween” gibi sürdükçe süren seri filmlerinin vazgeçilmezi haline gelir. Jason’ın seçtiği kurbanlar gerçekten de cinsel olarak daha “serbest” davranmayı seçen gençler olduğu için filmi püritan ahlak kurallarına uymayanların başına gelebilecek fenalıklarla -ki bu durumda fenalık vahşice öldürülmek oluyor- ilgili bir uyarı hikayesi ve Jason’ı da mutlak cezalandırıcı olarak okumak mümkün.
Ghostface: 90’ların Slasher’ı
1996 yılında hepimizi şoke eden, gerçek korku filmi fanlarına ve korku filmi ustalarına da bir saygı duruşu niteliğindeki Wes Craven’ın “Scream” filminin bu her seride kimliği değişen katili de tekinsizliği, bilinmezliği ve sadizmiyle hepimizi korkuyla zıplatmayı ziyadesiyle başarmıştır. Burada bahsetmiş olduğum diğer iki beyefendinin aksine Ghostface’inmaskesinin arkasında kim olduğunu bilmeyiz. İlk filmde, mükemmel cinayet(ler) planını yapan ve bu planı da epey başarıyla uygulayan katil(lerin) kimliklerinin ortaya çıkışı bir rahatlık hissi verse de, bu hikayenin burada bitmeyeceğini hissederiz. Diyaloglarda geçen korku filmi mekaniklerinin ve klişelerinin Ghostface mevzuu olunca izleyiciyi her an diken üstünde tutuşu ve kurbanları konusunda Myers ve Jason’ın aksine son derece bilinçli kararlar verişi ve en önemli kurbanı Sidney’i telefonla taciz edişi, onun sadist ve bir güç dengesi peşinde koşan çok zeki bir seri katil olduğunu da kanıtlar.
Cadılar Bayramı için özel bir korku filmi gecesi planlıyorsanız, bu üç beyefendinin filmlerini toptan ya da tek tek izlemeyi düşünebilirsiniz. Ben şahsen içinde Michael Myers olan bir film daha izleyemem çünkü korkuyorum. Evet, korkuyorum. Aslında daha çok korktuğum katiller serisi var ki, onlardan da bir Giallo janrı (içinde slasher janrının özelliklerini de barındıran başka bir janr) üstadı olan Dario Argento sorumlu. Ama onları yazmak için cesaretimi toplamam gerek. O yüzden şimdilik siz de bizimle kendilerinden korktuğunuz slasher film anti-kahramanlarını paylaşsanıza. Hep beraber korkalım 😊