LGBTİ+ bireylerin korku filmlerindeki temsillerini mercek altına aldığımız dosyamız sizlerle.
1930’lu yıllarda Hollywood’da tutucu çevrelerin sinema filmlerinin gençlere ahlaksızlık aşıladığı yolunda yıllardır sürdürdükleri karalama kampanyası sonucunda ortaya çıkan üretim yasasının uygulandığı dönemden günümüze gelene dek korku sinemasında LGBTİ+ bireylerin temsiline dair bir seçki hazırladık sizler için. Ayrıca Cadılar Bayramı ayında olduğumuzu düşünürsek, şu serin sonbahar günlerinde evde korku sineması seansları yapmak isteyenlere de geniş bir seçki sunmuş oluyoruz.
The Hunger (1983)
Tony Scott‘ın 1983’te yayınlandığında büyük ses getiren filmi “The Hunger”, güzel ama tehlikeli bir vampir ile onun çellist arkadaşı ve bir gerontolog arasında gelişen aşk üçgenini konu ediniyor. Catherine Deneuve, David Bowie ve Susan Sarandon‘ın başrolde yer aldığı bu film, eşcinsel ilişkiyi Scott‘ın ince estetik anlayışı ile beyazperdeye yansıtıyor.
Titane (2021)
Son zamanların en rahatsız edici korku-gerilim türündeki filmlerinden biri olan “Titane”, araba fetişi olan bir seri katilin hikayesine odaklanıyor. “Genderfluid” yani akışkan cinsiyete sahip olan Alexia‘nın bir gün yolu itfaiyeci Vincent ile kesişiyor. Vincent ise Alexia‘nın uzun süredir kayıp olan oğlu Adrien olduğuna inanıyor. Filmi Mubi‘de izleyebilirsiniz.
Bride of Frankenstein (1935)
Bu türdeki korku filmlerini listeleyeceksek tabii ki bu anlamda 1930’lu yıllarda yapıtlar ortaya koymuş yönetmen James Whale‘i anmadan olmaz. Uygulanan üretim yasasından dolayı Whale, “Bride of Frankenstein” filminde queer olmayı üstü kapalı bir şekilde o kadar iyi yansıtır ki mutlaka izlenmesi gerekir.
The Picture of Dorian Gray (1945)
Dorian Gray‘den bahsetmeseydik bu liste eksik kalırdı. Oscar Wilde‘ın başyapıtlarından olan “Dorian Gray’in Portresi” birçok kez beyazperdeye uyarlandı. Daimi genç, güzel ve panseksüel olan Dorian Gray‘in bu uyarlaması ise türün en iyi örneklerinden biri.
Rope (1948)
Alfred Hitchcock‘un eşcinsel alt metni olan birçok filmi var ama 1948’de çektiği “Rope”, queer kodlu karakterleri betimlemede bir adım daha önde yer alır. Korkudan ziyade gerilim türündeki bu film dönemin katı yasaklarını düşününce daha anlamlı bir hal alıyor. Kendisi de eşcinsel olan ve filmin başrol oyuncusu Farley Granger ile romantik bir ilişki yaşayan senaryo yazarı Arthur Laurents, seyircinin karakterlerin eşcinsel olduğunu anlaması için filmi bilerek yazdığını sonradan itiraf etmişti.
Sleepaway Camp (1983)
“Sleepaway Camp”, bu anlamdaki en iyi filmlerden biridir. Özellikle şok edici sonuyla dikkat çekiyor. Küçük bir kız çocuğu gibi büyütülen Angela‘nın yaşadığı travmatik olayın ardından bunun hayatına yansımalarını görüyoruz, özellikle de gittiği yaz kampında estirdiği terörün ardında küçükken tanık olduğu olay vardır. Her ne kadar filmin yönetmeni ve senaristi Robert Hiltzik transfobik yaklaşıma sahip olduğuna dair eleştirilse de böyle bir listede tekrardan farklı bir gözle izlenmeye değer bir yapım olarak yerini alıyor.
Mulholland Drive (2001)
David Lynch‘in gerilim türündeki en iyi filmlerinden biri olan “Mulholland Drive”, ustaca yazılmış senaryosunda kalpleri ve zihinleri birbirine karışan iki kadının ilişkisini beyazperdeye başarılı bir şekilde yansıtıyor.
Thelma (2017)
Joachim Trier‘in 2017 yapımı doğaüstü gerilim filmi “Thelma”, izleyiciye yeni bir tür queer süper kahraman sunmasıyla son yılların dikkat çeken yapımları arasında yer alıyor. Geçirdiği nöbetlerle queer arzuları kesiştiği noktada Thelma karakterinin ailesi ve okulu tarafından adeta bir “canavar” gibi yorumlanması ise filmin okumasına dair önemli ipuçları barındırıyor.