2022’nin en çok konuşulan ve birçok otorite tarafından yılın en iyilerinden biri olarak gösterilen filmi “Aftersun” bu hafta MUBI’de gösterime girdi. İskoç yönetmen Charlotte Wells’in ilk sinema filmi, geniş gösteriminin getirdiği yeni bir dalgayla üzerinden çok geçmemiş olsa da yine sinema gündemimizin göbeğine oturdu. Açıkçası uluslararası prömiyerini yapalı yaklaşık bir yıl geçmişken dönüp bakınca filmin daha uzun yıllar dönüp dönüp hatırlanacağını, hatta şimdiden sinema tarihindeki en başarılı ilk filmlerden biri olarak anıldığını söyleyebiliriz.
Kaan DENK
Wells’in kendi babasıyla paylaştığı çocukluk anısından yola çıkarak kaleme aldığı “Aftersun” aslında kendisinden bahsetmek için fazlaca söze gerek duymayan çok basit ve incelikle yaratılmış bir film. Eski bir video kaydıyla açılıp yine aynı şekilde sonlanan film, Sophie’nin 1990’lı yılların sonunda Türkiye’nin güney kıyılarında babasıyla geçirdiği birkaç günlük tatili hatırlamasından ibaret. Geri dönmesi mümkün olmayan anları hatırlama ve elimizden kayıp giden zamanı kayıt altına alabilme fikrine odaklanan film, sinemada daha önce bu alanlarda dolaşmış benzerlerine yaratıcı ve taze bir yorum getiriyor. Film neredeyse herhangi bir sunuş gerçekleştirmeden bizleri mevzubahis yaz tatilinde henüz 11 yaşında olan Sophie’nin hafızasının derinliklerine davet ediyor. Kurguda izlediği üslup başta olmak üzere, sinemanın tüm araçlarıyla gerçek bir hatırlama deneyimini taklit ediyor. Biz de izleyici koltuğunda Sophie gibi ve Sophie’nin hatırladığı kadara şahit olabiliyoruz.
Döneme ait objelerin bu uğurda büyük rol üstlendiği filmde dijital kameranın, video kasetlerin ve polaroid fotoğrafların bir nostalji temsilinden fazlası olup anlatıya doğrudan (ve sonra dolaylı olarak da) katkıda bulunduğunu görüyoruz. Kaseti sararken kaybolan piksellerin, hafızayı kodlama geleneğiyle işlenmiş Anadolu kilimlerinin ya da netleşmesini beklediğimiz polaroidlerin kendi hatırlama deneyimimizle ne kadar benzediğini fark ediyoruz. Bir sanatçı için olabilecek en öznel hikayelerden birini filme alırken, onu her izleyenin kişisel hatıralarına ve yumuşak karınlarına dokunabilmeyi başarıyor “Aftersun”. Neresinden bakılsa sanatsal bir başarı olarak adlandırabileceğimiz film, gösterişten uzak ve olabildiğince yalın anlatımıyla hepimizi “aynı gökyüzünü paylaşmaya” zorlayan saf bir sinema dili inşa ediyor. Daha uzun yıllar boyunca kendinden söz ettirecek filmin hatırlandıkça büyüyen ve (deyim yerindeyse) kırk yılda bir gelen özel bir ilk film olduğunu söyleyerek yazıyı burada noktalayalım. Günün sonunda “Aftersun” bir filmden öte, büyüdüğümüz yere, zamana, noktaya dönmenin imkansızlığına dair, geri dönüp izlenebilmek/hatırlanabilmek için üretilmiş bir kayıt.