Ana SayfaÖzel DosyaDala oturup insanları düşünen bir yönetmen: Roy Andersson’un reklam filmleri!

Dala oturup insanları düşünen bir yönetmen: Roy Andersson’un reklam filmleri!

Sinema tarihinin gördüğü en özgün dillerden birini yaratan İsveçli yönetmen Roy Andersson’un kendine has görsel dünyasını ve keskin mizahını kurmaya başladığı reklamcılık dönemini inceleyelim.

Kaan DENK / [email protected] 

İsveç sinemasının ve işçi sınıfının hareketlilik göstermeye başladığı 1960’lı yıllarda bir öğrenci olarak ilk kamera arkası tecrübelerini yaşayan Roy Andersson’un alışılagelmişin dışında bir yönetmenlik kariyeri var. Özellikle o yıllarda “İsveç” denildiğinde tüm dünyadaki film camiasının adını andığı Ingmar Bergman’ın domine ettiği bir dönemde yeni (ve karşı) bir hareketin doğması da kaçınılmazdı. Söz konusu hareketin başını çeken işçi sınıfı hikayelerinin usta yönetmeni Bo Widerberg’in yanında asistanlık yapıp sinema okulundan mezun olmasını sağlayan 4 adet sosyal gerçekçi kısa metraj film çekerek 1960’lı yılları atlatan Andersson’un sinema macerası bu şekilde başlamıştı.

İlk uzun metraj sinema filmi “En kärlekshistoria” (ya da uluslararası dağıtılan ismiyle “A Swedish Love Story”) bugün ergen aşkları üzerine çekilmiş en önemli klasiklerden biri olarak görülüyor. Ardından 1975 yılında çektiği “Giliap” yeteri kadar ilgi görmeyince ve maddi sıkıntılar baş gösterinceyse yönetmen tasını tarağını toplayıp film setlerinden uzaklaşıyor. Evet, kulağa erken bir pes ediş olarak gelebilir ancak gerçekten de “her şerde bir hayır” varmış. Sıradaki uzun metraj sinema filmini 2000 yılında çekecek olan Roy Andersson’un 55 yılı aşkın sürede yalnızca 6 uzun metraj sinema filmi yapmasına rağmen sinema tarihine adını yazdırmasına vesile olan işler yapması da biraz bu 25 yıllık ara sayesinde desek yanlış olmaz.

Roy Andersson

Peki bu 25 yıllık sinema molası neden bu kadar mühim? Kısa cevapla; bugün en az sinemada yaptıkları kadar meşhur olan reklam filmlerini çektiği ve sinema kariyerini ikiye bölen bir dönem. 1981 yılında kendine ait film yapım şirketi Studio 24’yı kurduktan sonra kendine has soğuk renk paletlerine ve keskin mizah anlayışına sahip reklam filmlerini çekmeye başladı. Özellikle sigorta ve piyango şirketleri için çektiği kısa reklamlar öylesine ilgi gördü ki, reklam dünyasında ünü İsveç sınırlarını aştı. Hayatın karanlık yönlerine olabildiğince mesafeli bir mizahla değinen yönetmenin tarzı birkaç saniyelik reklam filmleri formatına karşı konulmaz bir uyum göstermişti. Peki bu yeni dil, sinema için de uygun muydu?

Hem de nasıl! Köklerini çok eski usul statik bir mizahtan alan ve modern toplumun absürt rutinlerini daha belirgin kılarak insanların nasıl da yanlış yaşadığını gösterebilen oldukça acayip ve etkileyici yeni bir dildi bu. Stüdyo ortamında el yapımı dekorlarla oluşturular alabildiğine gri ve plastik dünyanın içinde “ölü makyajı” dediğimiz tarzda kireçe boyanmış kahramanlarının hayata karşı duydukları hayal kırıklıkları içeren bir resim Roy Andersson’unki. Resim demem tesadüf değil… Sabit iki boyutlu bir kadrajın içine perspektif derinliği yaratacak şekilde kurulmuş bu çizgi film dokusunu anımsatan dünya bir filmden ziyade içindeki aktörlerin hareket edebildiği birer tablolara benziyor. Her biri o kadar acınası, zavallı ve umutsuz ki böylesine karanlık bir dünyadan mizah çıkarabilmek de ancak Andersson’unki gibi bir ustalığa ihtiyaç duyar.

Bugün bildiğimiz biçimiyle “Roy Andersson sineması” diye betimlediğimiz şey aslında kariyerindeki “reklam arası”ndan sonra gördüğümüz ve yukarıda anlatmaya çalıştığım “Yaşayanlar Üçlemesi” ile başlayan dönemini kapsıyor. 1975’ten önceki işlerinde de bugün bildiğimiz sinemasına dair ufak izler görülebilse de ilk döneminin özellikle görsel tercihler olarak tam ters kutupta duran filmler olduğunu da belirtelim. Reklam filmleri döneminde muhtemelen proje bazlı gelişen ve her bir yenisinde biraz daha geliştirdiği bu (hepimiz için) yeni dünya bir şekilde yönetmeni imzası haline gelmişti. 2000 yılında “Songs from the Second Floor” ile sinemaya döndüğündeyse bu dilin en olgun haline şahit olmuştuk. İzlemeyen için tarifi zor bir “hayata karşı hayal kırıklığı” betimlemesiyle toplum eleştirisi içeren bu karanlık filmlerin bir yandan bu kadar ince bir zekayla kahkahalara boğabilmesi ve izleyene sıcak bir his bırakabilmesi de gerçek bir Roy Andersson mucizesi.

Roy Andersson

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR