Festival başladı ve şehre bahar geldi! Biz de önümüzdeki on gün boyunca takip edeceğimiz 42. İstanbul Film Festivali’ne çok özel bir filmle başladık: “Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Türk Sinemateki ve Onat Kutlar”…
Kaan DENK / [email protected]
Önder Esmer’in yönetmenliğini gerçekleştirdiği “Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri” adlı belgesel, ülkemizdeki sinema yayıncılığı, film gösterimciliği, film izleyiciliği ve sinema yazarlığı konularının hepsini ilgilendiren çok özel bir dönemi anlatıyor. Aslında bu saydığımız konuların hepsinin toplamı bir sinema kültürüne denk düşüyor. Film de ulusal sinema kültürümüzün oluşumunda çok kritik bir yeri olan bir dönemi, bizzat o dönemin tanıkları ve aktörleri olmuş isimlerin anılarıyla ve arşiv görüntülerle güçlendirerek anlatıyor. Bu özel dönem tabii ki özellikle Türkiye’deki sinematekin kuruluşuna ve kurucu üyelerinden Onat Kutlar’a tekabül ediyor.
1950’lerin ortasında Kutlar ve arkadaşlarının henüz birer öğrenciyken geliştirdikleri fikirlerin ve gelecek planlarının olgunlaşmaya başladığı “a Dergisi” dönemiyle başlıyor hikaye. Onat Kutlar’ın felsefe okumak üzere Paris’e gittiğinde Fransız sinematekiyle tanışmasıyla her şey başlıyor. Bizim de Türkiye’de kendi sinematekimizi kurup orada normalde sinemalarda gösterilmeyen, dünyanın dört bir yanından sanata asıl yön veren değerli filmleri göstermenin hayaliyle bu ateşli günlerin fitili yakılıyor. Adnan Özyalçıner, Cevat Çapan, Atilla Dorsay, Burçak Evren, Jak Şalom, Rekin Teksoy, Hülya Uçansu, Vecdi Sayar ve Giovanni Scognamillo gibi sinema tarihimize unutulmaz katkılar sağlamış isimlerin anlatımlarıyla o günleri dinliyoruz.
Türkiye’de sinema yazarlığının bir meslek olarak ortaya çıkmasının ve sinema izleyiciliğinin bildiğimizden farklı bir deneyime dönüşmesinin temelinde bu sinematek yatıyor. İzleyen, okuyan, yorumlayan, eleştiren ve üreten bir sinema izleyicisi yaratma amacında olan sinematek ve Onat Kutlar’ın, bu amaçlarına ulaştığını o dönemden çıkan isimlere ve filmlere bakarak görebiliyoruz. O yıllardan bugünlere nasıl geldiğimizin her daim hatırlanması gereken hikayesini kayıt altına alıp, film formatında anlatması “Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri”ne çok değerli bir arşivcilik niteliği veriyor. Hatta şu an bu belgeselin dünya prömiyerini yaptığı İstanbul Film Festivali’nin ortaya çıkışının da aynı döneme ve çalışmalara bağlı olduğunu bilmek filmin bu gösterimine çok daha özel bir anlam katıyor.