Baharı uzun soluklu sergilerle karşılıyoruz ve bu sergileri şiddetle tavsiye ediyoruz.
Selin ÖZAVCI TOKÇABALABAN / selinozavcı@gmail.com
Ege aşığı John Craxton’la ışığın izini sürüyoruz
“John Craxton: Işığın Peşinde”, John Craxton, 23 Temmuz’a kadar, Meşher
Şehirde bahar güneşi hissedilmeye başlamışken, Britanyalı ressam ve tasarımcı John Craxton’ın (1922-2009) “Işığın Peşinde” isimli sergisini takip etmenin tam zamanı. Sanatçının yetişkinlik dönemi işlerini etkileyen; Yunanistan ve Türkiye gezilerinden kaynaklanan, Ege kültürü ve manzarasına duyduğu sevgi, bu sergide karşımıza çıkıyor. Renklerle oluşturduğu güçlü kompozisyonlar, ince ve son derece kişisel bir sembolizmin yanı sıra güneşin altındaki duyusal bir yaşamı da yansıtıyor. Eserlerinin çoğunun memleketi olarak benimsediği Girit’in Hanya şehrindeki Osmanlı mirası stüdyosunda yaratan sanatçı mitoloji ve arkeoloji, özellikle de Bizans mozaikleri, Türk halıları ve Osmanlı mimarisi işlerindeki öne çıkan unsurlar oldu. Yıllar içindeki gerçekleştirdiği İstanbul ziyaretlerinden Ayasofya mozaikleri ve yerel halkla sıcak karşılaşmalarının resimlerinin ruhuna yansıdığı biliniyor. Troya’dan Efes’e kadar Türkiye’nin Ege kıyıları boyunca seyahat eden Craxton’ın tutkulu olduğu konular antik yerleşim yerlerinden geleneksel mutfağa kadar uzanıyordu. Arkadya, sanatçının bu Ege cennetini tanımlamak için alışkanlıkla kullandığı bir kelimeydi, kendisini gururla ‘Arkadyalı’ olarak görüyordu. Özetle, Craxton Craxton keyfin resmini yaptı, keyfi yaşadı… Sanatçının biyografisinin yazarı ve arkadaşı Ian Collins’in küratörlüğünü üstlendiği “John Craxton: Işığın Peşinde” sergisi, Craxton’ın uzun kariyerine yayılan çeşitli eserlerinden bir seçki sunuyor. Sergide anıtsal bir duvar halısı, tablolar, çizimler, baskılar, kitap tasarımları ve kişisel eşyalarıda dahil olmak üzere iki yüze yakın eser yer alıyor. “John Craxton: Işığın Peşinde” sergisine paralel olarak hazırlanan etkinlik programı kapsamında, çeşitli konuşmalar ile yetişkin ve çocuk atölyeleri ücretsiz olarak gerçekleştirilecek. Güncel etkinlik takvimine Meşher’in internet sitesi ve sosyal medya kanallarından ulaşılabilir.
Steve McCurry fotoğrafları İstanbul’da
Steve McCurry, 31 Temmuz’a kadar, İstanbul Sinema Müzesi
1985 yılı Haziran ayında, National Geographic Dergisi’nde yayımlanan “Afghan Girl” (Afgan Kızı: Şarbat Gula) isimli fotoğraf, o günden sonra dünyanın çok bilinen fotoğraflarından biri oldu. Seksenli yıllardaki Afgan savaşının ve mültecilerin tüm dünyaya yayılan simgesi olan fotoğrafı çeken Steve McCurry de tüm dünyada tanınan bir sanatçı konumuna geldi. Tarihe tanıklık eden eserleriyle günümüzün en iyi görsel sanatçılarından biri olarak adlandırılan McCurry, 51 çalışmasının yer aldığı sergisinde sanatçının objektifine yansıyan İstanbul kareleri de görülebiliyor. Steve McCurry fotoğraf sergisi, sanatçının son 30 yılda dünyanın farklı birçok bölgesinde çektiği en çok bilinen ve hatırlanan 51 çalışmasını bir araya getiriyor. Sergide sanatçının 2011 yılında İstanbul seyahatinde fotoğrafladığı çalışmaların yanı sıra daha önce hiç yayınlanmamış ve içlerinde Ara Güler’in de bulunduğu 6 kare sunuluyor. Fotoğraflarının çoğunun temelinde insan yer alan sanatçı işlerini; “İnsanın çevresine kurduğu tüm duvarların yıkıldığı, gerçek benliğin belirdiği anın, insanın yüzüne kazınmış yaşanmışlığın peşindeyim. O insanın yerinde olmanın nasıl bir şey olduğunu aktarmaya çalışıyorum” diyerek özetliyor.
Hem tanıdık hem yabancı bir topografya
Yelta Köm, “Her Şey Tanıdık, Her Şey Yabancı”, 30 Nisan’a kadar, Versus Art Project
Ulya Soley’in küratörlüğünü üstlendiği “Her Şey Tanıdık, Her Şey Yabancı”, Yelta Köm’ün fotoğraf, video, heykel ve metin gibi birbirinden farklı mecraları kullanarak ürettiği işlerinden oluşuyor. Spekülatif bir arkeolojik alan olarak kurgulanan sergi, dünyaya dair yerleşik kurguların yerine yenilerini öneriyor ve geleceğe dair düşünmek için alternatif araçlar sunuyor. “Her şey tanıdık, her şey yabancı: Sonsuz bir fonda, tarihsiz bir noktadasın. Telefonun uydu sinyalleriyle buluşamıyor; çoktan işlevini yitirmiş. Dünyayı temsil eden imgelerin hiçbiri gerçeği yansıtmıyor. Konumun haritalarda bulunamıyor. Tanıdık objelerin tümü hafızanda. Kendini dijital araçlara duygulanırken buluyorsun. Burası geleceğe dair arkeolojik bir alan. Burada geleceği sen kurguluyorsun” cümleleri, sergide farklı mecralarda karşımıza çıkan işlerin ortak noktasını tanımlıyor. Ana mekanda bulunan ve dijital ayak izlerinin hafızasına odaklanan yerleştirme, gündelik yaşamda bir glitch, gerçeklik algısını değiştiren bir yarılma niteliği taşıyor. Dijital bir topografyayı çağrıştıran fon üzerine yerleştirilen objeler, tıklanan her yeni sayfa, paylaşılan fotoğraf ya da gönderilen e-postanın yolculuğunu görünür kılıyor. Sanatçının çeşitli zamanlarda çektiği, kent imgesinin değişimine ve dönüşümüne odaklanan videoları bir araya getiren katmanlı video ekranlara bölünerek üç kanallı bir yerleştirme formunda izleyiciye sunuluyor. Sergi, her şeyin aynı anda hem tanıdık hem de yabancı olduğu bir alana dönüşüyor. İzleyiciye de bu tanıdık ama yabancı topografyayı keşfetmek kalıyor.
“Buradayız, ayaktayız!”
“İranlı Kadınlar Konuşuyor”, 25 Haziran’a kadar, Sinematek Sinema Evi
Sinematek Sinema Evi, “İranlı Kadınlar Konuşuyor” seçkisine yer veriyor. Kadın ve na-binary sinemacılar tarafından çekilmiş 4 uzun metraj belgesel ve 6 kısa metraj filmden oluşan “İranlı Kadınlar Konuşuyor” seçkisine, küratörlüğünü Saliha Yavuz’un üstlendiği “Buradayız Ayaktayız” sergisi eşlik ediyor. “Buradayız Ayaktayız”da, İran’daki İslam Devrimi’nin ardından Tahran’da gerçekleşen büyük kadın yürüyüşünden Claudine Mulard ile Kate Millett ve Sophie Keir’ın fotoğrafları; dünyanın farklı yerlerindeki direniş gösterilerinde farklı coğrafya, kültür ve dinlerden insanların bir araya gelerek bütünler oluşturduğu Bahar Samadi’nin Assembly video enstalasyonu; Ata Kam’ın 2013’teki Gezi Parkı protestoları sırasında çektiği “Here and Now” fotoğrafı; görsel hafızamızda yer etmiş, dünyanın farklı yerlerindeki protestolardan sahnelere yer verdiği cyanotype resimleri ile Yeşim Paktin’in “Mavi Çiçekler ve Direniş” serileri; direniş hareketlerini yaratan milyonlarca “anonim” insan anısına, kolektif bilincin bir parçası olarak anonim kalmak isteyen bir sanatçının Çöküş başlıklı resmi; Pegah Derakhshan Rokni’nin “The Wind Will Blow Our Hair Away” deseni ile, Fulya Çetin ve Can Ünlü’nün İran’daki protestolara selam ettikleri Salınan serisi sergi mekânında yer alıyor. Sergi, İran’ın tarihi boyunca ve özellikle bugün her yerde yaşanan hak ve özgürlük taleplerini dile getirme, direnme ve sesini duyurma ihtiyacı duyan bir direnişin yansıması.
Tarihten sesler günümüze yansıyor
Özcan Ertek, “Akustik Ufuk”, 9 Temmuz’a kadar, Pera Müzesi
Pera Müzesi, bir resim koleksiyonundan esinle ortaya koyulan, interaktif ses yerleştirmesiyle farklı bir deneyimi keşfetmeye davet ediyor. Müzisyen ve sanatçı Özcan Ertek’in Suna ve İnan Kıraç Vakfı Oryantalist Resim Koleksiyonu’ndan esinlenerek hazırladığı “Akustik Ufuk” başlıklı interaktif ses yerleştirmesini ikinci kat sergi salonunda deneyimlenebilyior. Akustik Ufuk, “Kesişen Dünyalar: Elçiler ve Ressamlar” sergisindeki resimlerden esinlenerek üretilen ses manzaralarını elektronik bir pusula aracılığıyla çalan bir enstrümana dönüşüyor. 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar uzanan dönemde Avrupa devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki yoğun ilişkilerden esinlenen proje, tarih ile günümüz arasında bir bağ kuruyor. Ziyaretçiler bu enstrümanı kullanarak sergide yer alan eserlerden ilhamla üretilen sesleri dinleyebiliyor. İnsan, makine ve doğa ilişkilerini gündeme getiren çalışmalara imza atan Özcan Ertek’in “Akustik Ufuk” yerleştirmesi, farklı zamanlardan sesler getiren bir portal görevi görüyor. Metal korna, transistörler ve canlı kodlamadan oluşan ses performansında, Osmanlı döneminde farklı coğrafyalarda kurulan ilişkilerle ilgili ses manzaraları, yapay doğa sesleri ve tarihteki gündelik kent yaşamı tınıları Pera Müzesi’ne taşınıyor.
Kontrolsüz şehirleşmeyi sorgulamak
Arda Diben, “İmara Açık”, 13 Mayıs’a kadar, C.A.M. Galeri
İstanbul’un en büyük sorunlarından biri, çarpık şehirleşmeyi sorgulama fırsatı, Arda Diben’in “İmara Açık” sergisiyle doğuyor. Bu sorgulamayı da taraf olmadan, bir suçlu göstermeden, sadece kaybolduğumuz rutinlerimizden bir pencere açarak daha basit ve objektif bir gözle yapmaya çalışıyor. Sanatçı, bu ilk kişisel sergisinde zamanın şehirleşmesine, kontrolsüz büyümesine, çarpık kentleşmesine, boşluk bırakmamasına, yeşilsiz büyüyen nesillere, betonların arasında yalnızlaşan insanlara ve bu hızlı ritimde kaybolmamıza, git gide bu düzeni sorgulamayan bir şekilde hayatlarımıza devam etmemize distopik bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Arda Diben, demiri saran betonun hafızasında küçük bir boşluk hayal etmekle başladığı işlerinde giderek donmaya başlamış bloğun içinde kendine çeper olan bir boşlukta gelecek ile bir ilişki kurguluyor. Yaşamsızlığın içinde oluşmuş bu boşluğun, tüm varlığıyla hayata karşı gösterdiği bir direnç olduğu hissi vurgulanıyor.