Müzikseverlerin müziğe dair bakış açısını genişleten ve tutkusunu tazeleyen, dünya çapındaki en dikkat çeken İngilizce podcast‘lerle tanıştınız mı?
Ant Arın ŞERMET
Yeni tanışılan birine sorulan “neler dinlersin” sorusu çok fazla kapıyı aralamıştır. Şu anda kendimizi tanımladığımız müzik zevklerimizi oluştururken çok fazla, adlarını hatırlayamayacak kadar çok sayıda gruba, albüme denk gelmişizdir. Bu gruplara ve denk geldiğimiz gruplar sayesinde hayatımıza dahil olan insanlarla kurduğumuz iletişimin temelindeyse iflah olmaz bir yeniyi arama hali var. Bu sebeple müziği sadece dinlemek değil nasıl yapıldığını ya da müzisyenlerin insan taraflarını gösteren podcast’ler, YouTube videoları belki de dinlediğimiz müzikler kadar önemli. Bu yazıda müziği sadece dinleyerek değil, üzerine kafa yorarak sevenlerin hoşuna gidebilecek, İngilizce üretilen en keyifli birkaç podcastle tanışmanıza ön ayak olmak istiyorum. Hem benim için ayrı bir yeri de var. 2021’de başlayıp bu sene başında bitirdiğim Chorus isimli podcast’imi geliştirebilmek için aşağıda anlatacağım podcastleri birer ders gibi çalışmıştım. Neden Türkçe önerilerde bulunmadın sorusu gelirse diye şimdiden cevabımı vereyim. Türkçe içeriklerde aşağıdaki örnekler kadar öne çıkan bir beşli bulmak maalesef pek mümkün değildi. Ancak nefis içerikler yok anlamına gelmiyor bu dediğim. İlginizi çekmesi durumunda daha kapsamlı araştırıp Türkçe içeriklerden de bir dosya sözüm olsun. Evet, lafı daha da uzatmadan programlara geçiyorum.
Dissect
Sadece müzik ve kültür alanında değil tüm zamanlarda üretilmiş, ilgilendiği alana dair en kapsamlı ve doyurucu podcast’e Dissect diyebiliriz. Hatta bana soracak olursanız tüm zamanlarda üretilmiş uzak ara en iyi podcast serisi. Spotfiy Studios tarafından üretilen Dissect’in formatı aslında çok basit. Klasikleşmiş ya da klasikleşeceğine kesin gözüyle bakılan bir albümü alıp neden böyle olduğunu teker teker tüm şarkıları ele alarak anlatıyor. Devam etmekte olan son sezonunda ele aldığı Radiohead’in, “In Rainbows” albümünden önce rap ya da r&b dışında hiçbir türden albümü ele almamaları da spesifikleştikleri alanın dışına çıkıp ödüller kazanan bir podcast olmalarını sağladı. Cole Cuchna’nın anlatıcılığındaki bu seride şarkıların hem en ufak detayına kadar müzikal tarafı hem şarkı sözlerinin altında yatan anlamları hem de hikayelerini didaktik olmayan ve “ne ara bitti ya” dedirten bir anlatımla dinleyebiliyoruz. Bugüne kadar Dissect’in üzerine sezon yaptığı birkaç albümün adını geçirdikten sonra sizi linke yönlendirmek istiyorum.
Beyonce – “Lemonade”
Tyler, The Creator-”IGOR”
Kendrick Lamar – “DAMN”
Childish Gambino – “Because The Internet”
Broken Record
Bu program müziği, dinlemenin ötesinde seven herkes için bir mutluluk kaynağı olabilir. Yeni albüm çıkaran grupların temel görevi birçok farklı medyumda görünürlüklerini arttırarak albümün satışını ya da yeni çıkacakları turnenin bilet satışını olumlu olarak değiştirmektir. Broken Record bu sıkıcı gözüken sürecin ayrışmasını sağlayan en önemli podcast serisi olmasının yanı sıra diğer medyumlarda da en önemli birkaç platformdan biri. Rick Rubin, Malcolm Gladwell, Bruce Headlam ve Justin Richmond’ın birlikte sunduğu podcast’te, The National’dan Aaron Dessner’in ebeveynlikle ilgili komik yorumlarını da RHCP’den Antony Kiedis’in önceden hiçbir yerde paylaşmadığı özel anılara da kulak misafiri olabiliyoruz. Bunun yanında çok basit gözükse de akılda kalıcılık bakımından muhteşem olan bölüm kapakları da pasta üzerindeki çilek oluyor. Eğer sohbet temelli bir podcast yapma planındaysanız ders niteliğinde bir iş. Chorus döneminde Broken Records dinlerken az defter eskitmedim…
Are We Live Podcast
Britanya yeni caz sahnesinin en dikkat çeken yeteneklerinden ikisinin, iki tane daha arkadaşıyla uyumu üzerinden şekillenen bir program Are We Live Podcast. Yeni Zelandalı müthiş yetenek Jordan Rakei ile Alfa Mist olarak tanıdığımız Alfa Sekitoleko ve iki arkadaşları 2015 yılının Mayıs ayında kayıt tuşuna bastıklarında müzisyen olarak da yeni yeni adları duyulur hale gelmişti. Bu seride dörtlü, bir konu seçip onun üzerinden hem entelektüel hem eğlenceli hem de en ufak bir sahtelik olmadan konuşuyorlar. Bölüm isimlerinden birkaç tanesini örnek verirsem demek istediğim daha net anlaşılacaktır. “We Should Just Stop Hating”, “What’s the Difference Between Shaming and Hating” Bir buçuk senedir yeni bölüm yapmıyorlar. Belli olmaz, belki geri dönerler ancak şu anki görüntü bu podcast’in yayın hayatının sona erdiği yönünde…
Björk: Sonic Symbolism
Björk gibi bol üretimli ve 30 yıla dayanan bir kariyerin derinliklerini keşfetmek fikri bile dişleri kamaştırmaya yeter diye düşünüyorum. Ama Björk gibi sanatın ve kendi varlığının en uçlarını keşfetmekten çekinmeyen bir zihin için 2022’de çıkardığı Fossora öncesinde, tüm kariyerini albüm albüm, kendi anlatımından dinleyip öğrenmek eşsiz bir işitsel deneyimdi. Kişisel olarak Björk’ün 2004’te çıkardığı “Medulla” albümüne hiçbir zaman ısınamamış bir dinleyiciydim. Bu albümden bahsedilen bölümü açtıktan ve onun nasıl bir doğum sonrası travmanın sonucu olduğunu anlayınca Björk’ün hayatı bir sanat formu olarak görmesine hayran kalmamam elde değildi.
The Album Years
Hayatımda yayınlanan ilk müzik yazım ve yurt dışında izlediğim ilk konserin sahibi olan Steven Wilson’a olan sevgim yer yer objektif kalmamı engeller seviyede. Yazı ve konserin yanında dinlediğim ilk müzik podcastinin de başrolü Steven Wilson’ın, Tim Bowness’la leziz ortaklığı The Album Years olmuştu. Aslında içeriğin ne olduğu programın adına bakarak bile belli oluyor. Kelimenin tam anlamıyla kafayı müzikle bozmuş bu ikili, kendi aralarında bir yıl seçiyor ve o yıl çıkan albümleri aralarında bölüşerek mikrofon başına geçiyorlar. Kayıt tuşuna bastıktan sonrasıysa not defterlerine alınan onlarca albüm ismine eklenen bir an önce bahsedilen şeyi dinleme isteği… Bir de bugüne kadar öyle yıllar seçtiler ki… 1967, 1978, 1983, 1995, 1998, 2006 bu yıllardan bazıları… Hani, sadece çıkan albümlerin isimlerini saysalar bile ağzımızın suyunu akıtabileceklerken onlar bu hazzı ileri taşımaktan geri durmuyorlar. İyi ki de durmuyorlar!