2018 yılında yayınladığı ilk single’ı ‘Kahve’ ile solo projesinin startını veren ve aslında içinde bulunduğu seslendirme ve prodüksiyon çalışmaları ile çok öncelerden beri bildiğimiz Güneş Özgeç, single’larına bir yenisini daha kattı. Söz ve müziğini kendisinin yaptığı ve prodüksiyon sürecini yine kendisinin üstlendiği ‘Olmuyor’u geçmişin hüznünü, bugünün sevincini derin ve rüyasal bir ses dünyasıyla harmanladığını söyleyen Güneş Özgeç ile hem müziğini hem de sesin hayat yolculuğunda nasıl bir öneme sahip olduğunu konuştuk. Aynı zamanda kadınların müzik sektöründe nasıl daha aktif olacağına da değinen Özgeç, bağımsız bir kadın müzisyen olmanın nasıl bir dünya olduğunu da anlattı. Geri kalanı için sizi de röportaja alalım!
Batıkan BAKSI / [email protected]
Yeni single’ınız ‘Olmuyor’, daha girişinden itibaren hayatımızdaki farkındalıklarımızı da özetleyen bir şarkı olmuş gibi geldi bana, muhtemelen diğer dinleyicilere de aynı etkiyi vermiştir. Peki siz hangi aydınlanmalar sonucunda bu şarkıyı yarattınız?
Ben biraz geçmişle yaşayan ve biriktiren bir tipim. Böyle olunca yaşanmışlıkları unutmak (iyisiyle kötüsüyle) benim için pek mümkün “olmuyor’’. “Eternal Sunshine of the Spotless Mind”ı herhalde herkes izlemiştir, filmde basitçe anılarını unutmak isteyen birini izliyoruz. Unutabilsek muhtemelen yine aynı yollardan geçeriz, hatta unutamadığımız halde bile böyle oluyor. İnsan olmak zor, insanlarla ilişkiye girmek daha zor. İhanete uğrayan biri sevgiye yeniden güvenebilir mi? Her yarada güven biraz daha mı azalır? Kim güven duygusu olmadan yaşayabilir? Geçmiş deneyimlerden edindiğimiz güvensizliği, yeni tanıştığımız bir insana yansıtmamak mümkün müdür? Bunları düşünmek bile beni üzüyor. Tüm bu düşünceler aydınlanmadan çok kararma bence, fakat karara karara da olsa yaşam devam ediyor.
“Müziğimin ses dünyasını masalsı, büyülü, fantastik, sinematik olarak tanımlamak isterim…”
Siz aslında hayatınızı ses üzerine kurmuşsunuz. Ses vermeyle olan ilişkiniz de çocuk yaşlarda seslendirmeyle başlamış. Güneş Özgeç, yaptığı müziği bir sesle tanımlayacak olsa bunu neye benzetirdi?
Mikrofon 7 yaşımda falan girdi hayatıma, seslendirme dışında bir oyun olarak kendi sesimi kaydetmeye bayılırdım. Odamda saatlerce kasete kayıt yapardım, keşke şimdi elimde olsalar. Gerçi muhtemelen aynı kasete üst üste kayıt yapıyordum ama yine de ufak bir anı kalsa çok tatlı olurdu. 11 yaşımda konservatuvara girdikten sonra çalgıcılık üzerine ilerledi müzik hayatım. Bir yandan seslendirme de hep devam etti. Daha sonra prodüksiyona ve kendi şarkılarımı yapmaya başlayınca tekrar çocukluğumdaki gibi kendi küçük odama kapanıp saatlerce kayıt yapma mesaim geri geldi. Müziğimin ses dünyasını masalsı, büyülü, fantastik, sinematik olarak tanımlamak isterim. Bir tek ses seçmem gerekiyorsa da “gong” sesi diyorum, sade ama derinlikli bir ses.
Bağımsız bir müzisyensiniz; hatta ‘Olmuyor’un da tüm enstrümanlarını siz çalmış, prodüksiyonunu da siz üstlenmişsiniz. Üretimde ve yaratım sürecinde bağımsız olmak sizin için ne demek? Bu durum müziğinizin yönünü nasıl şekillendiriyor?
Bağımsız olmak tamamen canımın istediğimi yapmak demek benim için; ne sözlerime karıştırırım, ne müziğime! Tabii ki fikirlerine değer verdiğim müzisyen dostlarıma danışıp düşüncelerini değerlendiriyorum, insan bazen işin içine çok girince dışardan bakamayabiliyor, o aşamada da güvenilir kulakların fikrini almak işime dışardan bakabilmeme çok yardımcı oluyor. Bu şekilde ürettiğimde daha çok kendimi besteci olarak tanımlıyorum. Şarkının tüm aşamaları benim elimden çıktığı için bütün tasarım her yönüyle bana ait oluyor, o yüzden daha çok bir besteci gibi görüyorum kendimi. Tamamıyla kendi oyun dünyamı sunuyorum.
Çok dinleyiciyi mi yoksa derdinizi anlayacak ve bu derdi sizinle ortak hislerle paylaşacak az ama öz dinleyiciyi mi tercih edersiniz?
Tabii ki derdimi anlayacak ve bir sonraki işimi merak edecek, bir sonraki konserimde neyi değişik yapacağımı görmek isteyecek veya bir gece önce yazdığım şarkının ilk halini dinlemek için sevinç duyacak sadık dinleyici tercih ederim ve bunun yanında sayılarının da çok olmasını isterim 🙂 Sadece kendi müziğimi yaparak hayatımı sürdürmeyi hedeflerim.
“Esas olarak hedeflediğim şey şarkılarım duyulunca ‘bunu Güneş yapmıştır!’ denilebilmesi…”
Müzikte multidisipliner bir yapınız var; farklı enstrümanlar çalıyor farklı müzik türlerinden beslenip film, dizi müziği gibi alanlarda da çalışıyorsunuz. Bu etkileşim sizi nasıl besliyor?
Şarkılarımı yaparken belli bir tarzın peşinden gitmiyorum, kendi havuzumda birikmiş çeşitli tarzlardan oluşan bir zevkim var, bunun sonucunda benim şarkılar ortaya çıkıyor. Herkesin de böyledir tabii ama klasik müzik geçmişim bu konuya epey katkı sağlıyor. Hatta muhtemelen bu yüzden pop müziğe uymayacak yapıda akor dizilimleri oluşturabiliyorum, sonra daha kolay dinlenir hale getirmek için onları yumuşatmaya çalışıyorum. Keman ve viyola çalıyor olmam önemli bir avantaj sağlıyor, hem aranje, hem çalım açısından elimde böyle bir sihir var. Yine bu yüzden kabaca da olsa gitar çalmayı öğrenmek benim için epey kolay oldu. Tabii ki bir sazda ustalaşmak çok başka bir konu. Esas olarak hedeflediğim şey ses dünyamın ve şarkılarımın özgün olması, duyunca “bu şarkıyı Güneş yapmıştır” denilebilmesi. İnsanlar genelde bir şeyleri daha önceden bildikleri şeylere benzetmeye meyilli olsalar da şarkılarımın ve düzenlemelerimin özgünlüğüyle ilgili yorum aldığım da sıklıkla oluyor ve bu beni mutlu ediyor.
“Ayda Bir Güneş” adlı söyleşi & konser serisiyle her ay aynı sahneyi farklı tarzlardan isimlerle paylaşıyorsunuz. Farklı tarzlardan müzisyenlerle müzikal işlere imza atmak nasıl hissettiriyor? Serinin her ayağına, ortak yazılan bir hikayenin farklı bölümleri de diyebilir miyiz?
Çok güzel bir tanım oldu “ortak yazılan bir hikayenin farklı bölümleri” demek. Benim için her ay kendi şarkılarını yazan başka bir müzisyenle buluşmak ve şarkılarının, hikayesinin derinine inmek harika bir deneyim. Prova süreçleri çok sıcak geçiyor, çocukken tatile gidince biriyle tanışır, hemen en iyi arkadaş olurduk ya, onun gibi bir şey oluyor provalarda; önceden tanışmıyorsak artık yakın arkadaş olmuş oluyoruz çoğu kişiyle, tanışıyorsak da ilişki derinleşiyor, buna bayılıyorum. Buluşmalarımızın sonucunu da seyirciyle paylaşmak her bölümü eşsiz kılıyor. Kimi program çok eğlenceli, kimisi daha duygusal, kimi daha müzikli, kimi daha konuşmalı, hepsi birbirinden çok farklı geçiyor. Etkileşimli bir konser serisi olduğu için seyircinin de akışa çok etkisi oluyor.
“İşin mutfağında olan kadınların daha görünür olması, diğer kadınlara da ilham verecektir…”
Birçok alanda olduğu gibi müzik sektöründe de bağımsız bir kadın müzisyen / sanatçı olmak hepimizin tahmin ettiği üzere daha zor. Ama siz bu zorluğa karşı meydan okuyan bir tavıra sahipsiniz ve kadınların sesini daha çok yansıtmasına dikkat çekiyorsunuz. Sizce ne olursa müzik sektöründe de kadınların sesini daha yüksek perdeden duyabiliriz?
Kadın aranjör, prodüktör, ses mühendisi ve bu tarz sahne önü değil de işin mutfağında olan kadınların daha görünür olması diğer kadınlara da ilham verecektir diye düşünüyorum. Şimdi her şey rayına girene kadar bu alanlarda çalışan kadınları biraz öne çıkarmak, parmakla göstermek ve görünürlüğü arttırıp “kadın prodüktör”lükten prodüktörlüğe terfi etmemizi sağlayacak diye düşünüyorum.
Biraz da şehirle olan ilişkinize değinmek istiyorum. Yaptığınız müziğin tınısında İstanbul’un izleri çok fazla gibi geldi bana. İstanbul’un sakinliği de içinde, karmaşası da. Şehirde yaşam sizi nasıl etkiliyor? “Bir gün kaçıp gideceğim buradan” dediğiniz oluyor mu?
Bu çok hoşuma gitti; müziğimin özenti, renksiz, dokusuz olmasını hiç istemem. Ben İstanbulluyum ve beni tanımlayan önemli kalemlerden biri bu diye düşünüyorum, bunun müziğime yansıması beni gerçekten çok mutlu etti. Doğayı çok seviyorum, dinlenmek için hep doğaya gitmeyi tercih ederim ama İstanbul’u da bir o kadar seviyorum, iki uç gibi gözükse de ben zaten tüm hislerini uçlarda yaşayan bir tipim. İstanbul’u çok seviyorum değil de aşığım demem daha doğru olur herhalde. Bir gün kaçıp gitmek değil ama ilerde iki ayaklı bir yaşam sürmek isterim sanırım; yazın güneyde, kışın İstanbul’da mesela… Fakat şehir yaşamını gerçekten seviyorum, çok özgür hissettiriyor. Görünmez olup istediğim yerde dolanabilirim. Böylesine tarihi bir şehirde yaşamak ise bence müthiş bir şans.
Sene bitmeye yaklaşırken adettendir, sormak isterim: 2024’ten bekledikleriniz neler ve bizler Güneş Özgeç cephesinden neler görecek / duyacağız?
Bir albüm hazırlığındayım, daha önceden de verdiğim ama henüz hayata geçiremediğim bir karar bu. Ama olacak, inanıyorum. Her şeyi kendim yapmanın böyle bir olumsuzluğu oluyor; yaşamımı sürdürmek için uğraştığım diğer işlerim bazen amaçlarımın önüne geçiyor ve zamanımı iyi ayarlayamıyorum. Bunun yanında bazen kendimden soğuyorum; bunalımlar, çıkmazlar derken sıkışıklıktan açılan kapılar ve ferahlık şeklinde devinimlerle ilerliyor çalışmalarım. Bu süreçlerde de zaman kaybı olabiliyor tabii. Genel olarak zamanla ilgili bir meselem var diyebilirim, hatta albümümün teması da bu olacak.
Dergy okurlarına ve müziğinizi takip edenlere ne söylemek istersiniz röportajı bitirirken?
Şarkılarıma ve hikayeme tanıklık edip yan yana yürüdüğümüz için teşekkür ederim.