Medya sanatı artık hayatımızın ciddi bir parçası. Her gün bu alanda daha çok sanatçı ile tanışırken İstanbul’un kalbi İstiklal Caddesi’nde yer alan Hope Alkazar‘da, Xtopia Immersive kapsamında gerçekleşen “Sonsuza Uzanan Motifler: Yeniden Yorumlar” sergisi -deneyimi de diyebiliriz!- ziyaretçilerini bekliyor. Geometri ve medya sanatını buluşturan bu keyifli deneyimi fırsat bildim ve Selçuk Artut ile Hope Alkazar’da bir araya geldim. Ne enteresan bir tesadüftür ki bundan 9 sene önce New York’ta bir sergide ismine rastlayıp 9 sene sonra kendisiyle bu vesileyle bir araya gelmiş oldum. Yolculuğun detayları sizi röportajda bekliyor.
İpek ATCAN / [email protected]
Son yıllarda oldukça gündemde medya sanatı. Bilmeyen kalmamıştır ama işin ehli birinden duymak bir başka. Medya sanatını nasıl tanımlarsın?
Bence ekran sevdası ile başlıyor bu hikâye. 2005’ti galiba “Al Sana Metin, Ver Bana Görüntü” diye bir iş yapmıştım Garajistanbul’la beraber. Sorguladığım şey şuydu, çok fazla erkan var. Otobüse biniyorsun ekran, sağa bakıyorsun, sola bakıyorsun ekran. Özellikle akıllı telefonlarla daha da değişti, o olmadığında panikliyoruz, kimsenin telefon numarasını bilmiyoruz. Pandemi de tam üstüne denk geldi ve zoom’dur vs’dir insanlar kendi hayatlarının simülasyonlarını oluşturmaya başladılar. Böyle olunca sanat da biraz daha buraya sirayet etmeye başladı. Biz sanatı ekranlarda görmeye alışık değildik ama görmeye başladık. Meseleye ben dijital sanat demeyi sevmiyorum. Çünkü dijital çok banal bir terim. Ama dijitalin sanatsallaştığı bir döneme girdik. Yani dijital öğelerin sanat öğesi gibi kullanıldığı…
“İlk olduğum çok şey var ama bunlar hiçbir zaman onları iyi yaptığım anlamına gelmiyor. Ben iyiye inanıyorum.”
Ve kabul gördüğü…
Evet, ve kabul gördüğü. Estetik olarak da içerik olarak da. Ama yeni medya denilen şeye karşı biraz mesafeliyim. “Yeni” denilen şeyin modernitenin getirdiği dogmatik bir tavır olduğunu düşünüyorum. Bilimin ilgilenmesi gereken bir şeyken bunun sanatçılar tarafından da kullanıldığını görüyoruz. “Dünyanın ilk bilmem nesini yaptık” filan gibi. Ben ikinci de olabilirim sorun değil. İlk olduğum çok şey var ama bunlar hiçbir zaman onları iyi yaptığım anlamına gelmiyor. Ben iyiye inanıyorum. İyi sanat varsa onun arkasında durabilirim. Yeni medya deyince komik, bundan 100 sene sonra da adı yeni medya olarak kalacak bunda bir gariplik var. Medya sanatı denmesini de doğru buluyorum çünkü kullandığımız malzemeler ses, görüntü gibi. Benim için işin sanat olarak var olabilmesindeki kriterlerden bir tanesi tabii ki çağdaş sanattan gelecek olursak, içindeki fikirsel içerik. Son derece önemli. Bunu da estetikle buluşturduğunuz zaman bugünün gerekliliğini sağlayan bir sanat eseri ortaya koymuş olunuyor. İçeriği boş estetiği güzel ya da içeriği dolu ama estetiği kötü eserlere mesafeliyim. Hepsi bir arada olsun istiyorum. Bunu sağlayabilecek teknik altyapı elimizin altında var. Geleceğe en nihayetinde fikirler kalacak.
Geçen gün Levent Erden ile uzun uzun teknoloji ve sanat üzerine muhabbet etme şansımız oldu… Kimi sanatçı bu durumdan ürküyor, yani ChatGPT, AI… Sen işin temelinde teknolojiyi kullanan biri olarak hem bu konuda hem de ürkenler hakkında ne düşünüyorsun?
Ben 20 sene önce de aynı şeyi düşünüyordum; sorgusuz ve sualsiz bir teknolojik kabullenmenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu noktada bir takım marka veya bilimsel gelişmelerin değil, aynı zamanda bu etik değerleri ortaya koyabilecek felsefecilerin, sosyologların, psikologların hepsinin bir arada söz sahibi olması gerektiğini ve belki de bu anlamda kanun koyucuların da bu kriterleri de ele alarak ilerlemesi gerektiğine inanıyorum. Ben daha umutluyum. Eğer dünya sona erecekse ve bir ütopyaysa, bizim adımıza distopya olsa da bu da kabul edilebilir. İnsanların dünyaya verdiği zararı düşünecek olursak belki de bu ırkın çoktan yok olması lazım. Bunun sebebi AI olacaksa evrimin bir parçası olarak düşünebiliriz. Kendi kendini öldüren bir ırk olarak… Benim için çok büyük bir korku yok çünkü insan daha tehlikeli. Geçenlerde İsviçre’deydim. Bir arkadaşım Tesla kullanıyor ve kuralların geçerli olduğu o ülkede otomatik pilot kullanıyor. “Benden daha iyi kullanıyor” dedi. Mesela bu bence iyi bir şey. Burada sokaklarda bu kadar terör yaratan insanlar yerine bir yapay zekanın bir araba kullanması belki daha iyi olur.
Keşke bütün taksiler öyle olsa…
Mesela! Ya da olmayan bir adalet sistemi içerisinde tarafsız bir adalet sistemi oluşturabilecek bir yapay zeka olsa ne iyi olur. Yapay zekanın da ismi biraz talihsiz. Ben otomasyonda geldiğimiz son nokta olarak düşünüyorum. Ben yazı yazarken de fikir oluştururken de yararlanıyorum.
Seni ilk olarak 2015’te New York’ta ziyaret ettiğim Waterfront Tunnel’da Moving Images ile tanımış oldum, “Fog” ile oradaydın ve ben bir Türk sanatçının ismini gördüğüm için mutlu olmuştum. Ne acayip ki 9 sene sonra şu an oturmuş röportaj yapıyoruz 🙂 Neredeyse 10 sene diyebileceğimiz bu süreçte neler değişti ve gelişti -büyük bir hız var-?
Bireysel kısımdan almak isterim. Ben çok küçük yaşlarda Commador ’64 bilgisayar ile tanıştığımda yapabileceğim en iyi şey onunla kod yazmaktı oyun oynamak vs’den ötesine geçmek isteyince. Anladım ki ben onun dilini öğrenmeliyim, o o kadar da zeki bir şey değil ve benim dilimi öğrenemeyecek. Kod yazmak, sanat yapmaya başladığımdan beri hep hayatımda. 2010 yılında İstanbul kültür başkentiyken Almanya’dan gelen bir ekiple Kandilli Rasathanesi’nden gelen yer sarsıntısı datalarıyla müzik yaptık. Benim için bir şey değişmedi, benim için kodlama denilen şey hala eser üretirken önemli bir parçası.
Çünkü ben orada sürprizlere açık bırakmayı; yani eser üretmedeki otonomiyi ya kendim sistemle ya da kullanıcılarla paylaşmayı ve kendimi biraz anonim hale getirmeyi seviyorum. Benim için bir şey değişmedi sadece tool’lar yaygınlaşmaya başladı, birtakım etiketler oluşmaya başladı. Ve zamanla bu eserleri sergileyen mekanlar olmaya başladı. Eserlerim zamanla koleksiyonlara girmeye başladı ve bu da bir “hmm demek ki bunlar oturmaya başlıyor” durumu yarattı. Tabii bu süreçte bir takım fırsat ve fırsatçılıklar da doğdu. En barizi mesela NFT. NFT bir balon olarak ortaya çıktı ve şu anda da ortalıktan kaybolmak üzere. Her seferinde kendi adıma şunu düşündüm, bir şey çıktıysa bir dur, bir bekle, bir bak, ne oluyor, ona karşı bir görüşün olsun. Sanal gerçeklik çıktığında benim için en temel sorgulamalardan bir tanesi gerçeklikti. Bırakın “sanal” ya da “artırılmış”ı… Bir yandan da ben izole bir ortamda herkesten bağımsız bir gerçekliği yaşamak istemediğim için, “Data Reality” diye bir kitap yazdım ve kavramı da ortaya atmaya çalıştım. Yani insanlar gerçekliği aslında verilerle oluşturuyorlar gibi. İşin içerik olarak felsefesi teknoloji ne çıkarıyorsa ona karşı olan cevaplarıyla beraber bende hep bir sorgulama süreci devam etti.
Şöyle bir değişiklik oldu, mesela geleneksel sanata bakacak olursak hiçbir sanatçının ortaya çıkıp da “ben şu boyaları kullanıyorum” diye sanat anlattığını sanmıyorum. Ama bugün “yapay zeka kullanıyorum” diye sanat yaptığını iddia eden insanlar karşımızda var. Bu biraz ilginin oraya gitmesi ile alakalı bir şey. Ben biraz hakikaten kelime oyunları yapmayı seviyorum. Mesela bu işlerde de insanlar gelip soruyorlar “Yapay zeka mı var?” diye, kibirli duyulmasın sadece bir kelime oyunu, “Yapan zeka var” diyorum. Çünkü gerçekten yapan zeka var, gerektiği noktada da yapay zeka var.
Peki 10 sene sonrası için ne düşünüyorsun? 10 sene sonra bu röportajı okuduğun zamana kehanetler bıraksan 🙂
Kendi adıma bir şey değişir mi sanmıyorum, bu konuda istikrarın da bir başarı olduğunu düşünmüyorum yani tutucu olmak istemem ama… Teknoloji insanların hayatına girdi fakat tekdüze olmaya başladı. İnsanlar bu tekdüzelikten sıkılıp işlerin ne anlattığına kanalize olmaya doğru gidebilirler, yaratıcılığı sorgulayabilirler. En azından bu umuttayım.
“Hep beraber aynı geometrik desenler içerisinde bir uygarlığın seyrini yaşayabiliriz”
“Sonsuza Uzanan Motifler: Yeni Yorumlar” tamamen mekâna özgü tasarlandı. Bu projeden biraz bahsedebilir miyiz?
Yeni medya diyen çoğu insanın geleneğe sahip çıkmadığını düşünüyorum. Bu tutuculuk değil biraz sorumluluk gibi. Ve ben de böyle geçmişe dönüp baktığımda, mesela İtalyan futirizmine gidebiliriz 1920’ler, fotoğraf makinasının icadı… O koşan atı düşünün, hareketin fotoğrafa dönüşmesi neticesinde ressamlar da buna tepki olarak dinamizmi resimlerine aktarmaya başladılar. Ardından minimalizme doğru giden Rus avangartı, daha grafik öğeler… Peşi sıra Dadaizm, fluxus gibi gidiyor. Bu süreçte ben medya arkeolojisi anlamında biraz daha geriye gitmem gerektiğini hissediyordum ama cesaretim yoktu. Çünkü ben aslında geometrik desenlerin günümüz medya sanatının önemli bir seviyede atası olduğunu düşünüyorum. Buluştukları en bariz nokta soyutlama. Hala nokta var, daire var, çizgi var. Bunlar farklı biçimler ve renkler içerisindeler ama geçmişte de var. O cesaretimi bir atölye çalışmasına giderek başlattım. Geleneksel yöntemlerle, pergel ve cetvelle bir geometrik desen çizme atölyesine gittim. Ben bu desenleri matematiksel olarak analiz edip, geometrik biçimlerini algılayıp, kodlarla üretmek istiyorum. Gelenekten olan insanlarla da çalışıyorum, yaptığım işler onların yöntemlerine aykırı ama saygı duyuyoruz karşılıklı. Elimde bazı motiflerin analizleri oluştukça bir yerden sonra eserler ve kitap yapmak istedim. Çeşitli NFT işler üretmeye başladım pandemide. Ardından bu arkeolojik gezintinin bir seyahat planını çıkardım. Özbekistan’a gittim. Daha çok İpek Yolu’nun rotasında 5 ayrı şehir gezdim. Bol bol fotoğraf çektim. Geçen sene Konya Beyşehir civarına gittim. Belki de romantik bir şey ama ismimle özdeşlemiş bir dönemin, Selçuklu Medeniyeti’nin çok değerli örnekleri vardı. Sonra mayısta kod ve geometrik desenlerle ilgili bir kitabım New York’ta yayınlandı. Yöntemleri anlatmak için yaptım ama daha temelinde bir kültürel hemzemin yaratmaya çalışıyorum. İstanbul’da karşınıza çıkan klişelerden biri Doğu – Batı sentezi olması. Ben artık sıkıldım, tamam biliyoruz bunu. Çünkü bunu söylemeye devam ettiğimiz sürece ötekileştirme bitmeyecek. Bu köprüyü daha gözükmeyen bir hale getirmemiz lazım ve geometrik desenler buna hizmet edebilir. Buradaki kültür, kendi kültürü ile barışık değil. Ama daha geriye gitmek lazım. Evet, bu desenlerin en yükseldiği dönem İslam aydınlanmasının olduğu dönem ama onlar da Yunan döneminden alıyorlar. Buradan böyle bir talep gelince düşündüm, aslında nihayetinde varması gereken nokta bu. Zaman linear gibi algılıyoruz ama aslında değil. Medeniyetin geçmişine gittiğinizde bizi aşmış toplumlar var. Bugün geldiğimiz durum geri bile. Sadece duvarlarda anime eden şeyler yapmak değil, izleyiciyi de içine almak istiyordum. Ben bir sanatçı olarak işi bitirdikten sonra izleyicilerin n’aptığını görmeyi seviyorum.
Az önce sergiyi gezerken onu düşündüm, tanıdık bir yerdeymiş gibi hissettiriyor bu desenler.
İnsanları o serin sulara bırakmak istiyorum. Gerçekten ön yargı olmaksızın gelsinler istiyorum. Bu sadece dekoratif diyenlere de hemen sarılıp “evet dekoratif ama bunun yolculuğundan haberdar mısın?” demek istiyorum. Coğrafyalar arası bir şey. Sanat tarihi rönesanstan başlamıyor yani. İlk olmaya dair heyecanımızdan ötürü geçmişi tamamen bırakıyoruz. Yeni medya diyen sanatçıların çoğu sanat tarihinden bihaberler. Bu kolaycılık olabilir “ben yeni medyacıyım geçmiştekileri de atarım”. Bu modernist mimari gibi bir şey, “yıkalım, baştan yapalım” ama ben o tuğlayı üstüne koymak için yola çıktım.
Ziyaret edenleri nasıl bir deneyim bekliyor?
Sadece görseller değil, içeri girdiklerinde angaje olabilecekleri bir ara yüz sunuyorum. Bu tablet içerisinde bugün itibarıyla 21 tane desene dair animasyonlar var. İstedikleri desen ve rengi seçebiliyorlar. Burada aslında bu büyüyü hissetsinler istiyorum. Biraz da sinematografik bir an, basıyorsun ve bir anda dünyan değişiyor. Bir diğer boyutu ise kendileri çizebiliyorlar. Bunlar da bir süre sonra anime etmeye başlıyor. Bir de bu işin derdini anlatan şairane bir video var. Bu desenleri ben uydurmuyorum, bu desenler gelenekte var. Burada arkeolojik bir çalışma var, onları bulup, onların matematiksel analizini yapıp bugünün diline getiriyorum. Hatta kitabını da paylaşarak kendim anonimleşmeye çalışıyorum. Herkes yapabilsin istiyorum bunları yani. Bir de görünmeyen etkileşimler var. Kodu yaratıcı bir unsur olarak kullanıyorum. Desenler bir yerden sonra hareket ediyor ve dağılıyor. Bir diğer eşdeğer önemli şey ise müzik kısmı. Orada da yine -“kendinden üreyen” diyorum ben- bir yapı var. Bach’ın akor yürüyüşlerinden beslenen bir algoritmik müzik kompozisyonu var. Onun da başı var ve sonu yok aslında yine non-linear bir kompozisyon. Belli etkileşimlerden sonra sizin hissedemeyeceğiniz bir boyutta müzik de değişiyor. İstanbul Bienali’nde 2007’ydi sanırım, Antrepo’da merdivenlerin altına subwoofer’lar takmıştım. Çok az insan biliyordu orada bir şey olduğunu, ama söyleyince “Aaa evet, bir şey hissettim” diyorlar. Ben didaktik bir iş yapmayı istemem.
Az önce de gördüm ki ziyaret edenlerle etkileşime giriyorsun. Böyle çok değişik, seni de şaşırtan yorumlar aldın mı?
Genel olarak çok görünür değilim ama bir lecture performance olacak. Belki daha angaje olacağım bir ortam olur. Demografik yapı olarak her kesimden insan görüyor olmak çok hoşuma gidiyor. Herkesle konuşmak istiyorum. Benim için sanat eserleri zaten bir ara yüz, arkasındaki argümanlar ve konuşmalar çok kıymetli. Açılışta herkes çizim yapmaya bayıldı. Ve ortaya çıkan geometrik desenlerin çok meditatif olduğunu söylüyorlar. Günümüz medya sanatı sadece tanecik animasyonları ve sürekli yükselen müziklerden oluşmuyor bence. Bu düşünceleri temsil eden şey çok daha sakin ve ağırbaşlı.
Burası 24 Nisan’a kadar devam edecek peki gelecekte ne gibi projeler mevcut?
İstanbul içerisinde bunu daha da öteye götürmeyi düşünmüyorum. Çünkü ben aslında meramımı anlattım bence. Fakat yurt dışında bunu çok daha fazla konuşmak istiyorum. 1 ay önce Sidney’deydim, ondan önce Barcelona filan. Workshop yapıyorum sanat okullarında. Pergel ve cetvelle başlıyoruz sonra kod yazıyoruz. Holistik bakışı ve buluşmayı sağlamaya çalışıyorum, hep beraber aynı geometrik desenler içerisinde bir uygarlığın seyrini yaşayabiliriz diyerek. Hem akademik olarak hem de sergilerle bunu devam ettireceğim. Kendini tekrar eden bir sanatçı olmak istemem ki gördüğün gibi konu Moving Images’dan bambaşka bir noktaya geldi. Buradan nereye evrilirim bilmiyorum. Seyahatler konusunda ise bir İran hedefliyorum orada da çok iyi örnekler var. Ondan sonra da herhalde biraz da Helenistik döneme bakacağım ve bu yolculuk benim için sonlanacak.
Peki ya sonra? 🙂
Bilmiyorum, bilmek de istemiyorum zaten. Bilmediğim bir şey olsun. Bu aralar bir makale üzerine çalışıyorum. Benim için yükselen değer, kendi adıma zihinsel pratiğim oralarda, “diyalektik yaratıcılık”. Her şeyden etkileniyor insan, bir strateji kurmak istemem bir sanatçı olarak.
Teşekkür ederim, benim için keyifli bir yolculuk oldu bu röportaj.
Çok konuşmuş olabilirim! 🙂