Netflix’te yayına giren “Ripley” dizisi, “Yetenekli Bay Ripley” romanından yapılan ilk uyarlama değil. Andrew Scott da ilk Tom Ripley değil. Alain Delon’dan Matt Damon’a Dennis Hopper’dan John Malkovich’e birçok usta oyuncu Ripley olmaya soyundu. O zaman biz de tehlikeli bir işe soyunalım şimdi: Netflix’te izleyebileceğiniz iki “Ripley” var: “Ripley” dizisi (2024) ve “Talented Mr. Ripley” filmi (1999). Çekilen ilk Ripley filmini ise Mubi’de izleyebilirsiniz: Kızgın Güneş / Purple Noon / Plein Soleil (1960). Patricia Highsmith’in kitabı da Can Yayınları etiketiyle raflarda: Yetenekli Bay Ripley (1955)… Tüm bu uyarlamaların özgün hikayeye getirdiği farkları, güncel versiyonda gözden kaçan sürpriz yumurtaları ve bazı polisiye mantık hatalarını ortaya dökelim…
*Bu yazı Ripley külliyatı üzerine detaylı analizlere yer verdiğinden Spoiler’lar kaçınılmazdır.
Doğu Yücel
Bir hikâye, bir karakter kaç farklı şekilde anlatılabilir? Bu soru hem bir okur/izleyici hem de bir yazar olarak hep merakımı cezbetmiştir. Sorunun yanıtını biliyoruz aslında; sonsuzdur. O kadar çok değişkeni vardır ki bu denklemin, en ufak unsurda yapılan en ufak değişiklik bizi farklı bir sonuca götürür. Hikayenin unsurları dışında hikayenin anlatım biçimi de belirleyicidir, edebiyatta tanrı anlatıcı veya kahraman bakış açısıyla yazılacak aynı iki hikaye bambaşka metinlere yol açacaktır. Sinemada kamerasından tarzına, kurgusundan müziğine yine bir sürü değişken söz konusudur ve onlar arasındaki seçimlerle aynı malzemeden binlerce farklı yorum ortaya çıkabilir. Uyarlamalar bu konuya kafa yoran sanatseverler için çok faydalıdır çünkü farklı bakış açılarıyla tek bir metnin neye dönüşebileceğini apaçık görebilirsiniz.
Patricia Highsmith’in 1955’te yayımlanan, daha sonra devam ederek beş kitaplık bir serinin ilk parçası olan Talented Mr. Ripley en baştan itibaren sinemacıların ilgisini çekmiş bir eser. Sinemacılarının ilgisinin arkasında tabii ki Highsmith’in ilk romanı Trendeki Yabancılar’ın ertesi yıl Hitchcock tarafından çok başarılı bir gerilim filmine esin kaynağı olması da yatıyor. İlk Ripley romanını beyaz perdeye en başta ünlü Fransız yönetmen René Clément yansıtıyor. 1960’da vizyona giren bu versiyonda Tom Ripley’i efsanevi oyuncu Alain Delon canlandırıyor ve film Fransa’da büyük bir başarı elde ediyor. Daha sonra 1977’de Wim Wenders, serinin 3. kitabı Ripley’nin Oyunu romanından The American Friend isimli filmi çıkarıyor, Ripley’i Dennis Hopper canlandırıyor. 1999’da ise romanın en meşhur uyarlamasıyla karşılaşıyoruz: Usta yönetmen ve oyun yazarı Anthony Minghella yıldızlar karmasıyla gerçekleştirdiği versiyonda Ripley’i Matt Damon’a emanet ediyor, diğer rolleri ise Gwyneth Paltrow, Jude Law, Cate Blanchett ve Philip Seymour Hoffman üstleniyor. 2002’de yeniden Ripley’nin Oyunu romanından John Malkovich’li bir uyarlama çekiliyor. 2005’te 2. kitap Ripley Under Ground / Ripley Yeraltında başrolünde Barry Pepper’ın oynadığı bir DVD filmiyle hayata geçiriliyor. Ve işte şimdi 2024’te Steven Zaillian’ın yönetmenliğinde ve yazarlığında yeni Ripley ekranlarda. Sherlock dizisinde Moriarty’i canlandırarak parlayan, Fleabag’deki “seksi rahip” rolüyle de yükselişini sürdüren Andrew Scott son Ripley olarak karşımızda. Peki bu kısa Ripley tarihçesinden sonra gelin bu uyarlamaları ve kaynak romanı karşılaştıralım. Hikaye en başta neydi, tüm bu farklı yönetmenler, senaristler, oyuncular Ripley’i nasıl yorumladılar, aradaki farklar karakterleri ve hikayeyi nasıl değiştirdi, uyarlamaların kendi içlerinde güç kazandıkları ya da zayıfladıkları yerler neler oldu… Maddeleyerek inceleyelim:
-
Ripley’nin arka planı, kısacası hayatı
Romanda Ripley beş yaşındayken anne ve babasını Boston Limanı’ndaki bir kazada kaybetmiştir. Ripley’nin 1999 ve 2024 uyarlamalarında altı çizilen deniz korkusunun sebebinin bu olduğu romanda belirtilir. Yüzme bilmediği de söylenebilir bu yüzden. Beş yaşında öksüz kalan Ripley’e teyzesi Dottie bakar fakat bu yaşlı kadın çocukcağızı hep aşağılamıştır, ona “Sissy” (Kız kılıklı) lakabını takmıştır. Ripley, onun tacizlerinden ancak 20 yaşında New York’a kaçarak kurtulmuştur. 1999 uyarlamasında bu teyzeden çok hafifçe bahsedilirken 2024 versiyonunda teyzeyi birkaç flashback sahnesinde kısaca görüyoruz.
-
Yetenekleri – becerileri…
Kitaba göre Ripley New York’a aktör olmak üzere gelmiştir fakat kendini bir türlü bir projeye sokamamış, sefalet çekmiş, bunun üzerine hayatta kalabilmek için taklit yeteneğini dolandırıcılık alanında göstermeye başlamıştır. 1999 uyarlamasında Ripley’i lüks konser salonlarının tuvaletinde havlulardan ve zengin müşterilerin şıklığından sorumlu hizmetli olarak görürüz. Bodrum katında küçük bir dairede yoksul bir hayat sürüyordur. Oyunculuk ve taklit konusundaki yeteneğine ise Richard’ın yani Dickie’nin babasını taklit ettiği sahnede şahit oluruz; Matt Damon Ripley’ler arasında oyunculuk yeteneğini en çok gösteren yoruma imza atar. Yetenek konusuna girmişken aslında başlıktaki Talented kelimesi Türkçedeki “becerili” ifadesine daha yakın bir anlam taşıyor. Bu yüzden de Türkçedeki ilk çevirisi Becerikli Bay Ripley adıyla çıktı. Daha sonra 1999 filmi “Yetenekli” diye çevrilince bu sıfat Ripley’e yapıştı. Fakat aslında kastedilen şey Ripley’nin spesifik konularda yeteneğe sahip oluşu değil, becerikli bir şekilde işleri halletmesi…
2024 Ripley’si kelimeyi orijinal anlamında alıyor, 1999’daki gibi piyano çalmak gibi artistik yetenekleri yok. Ama resme yatkınlığı ve edebi metinde editörlük yapabilmek gibi artistik becerileri var. 1960 versiyonunda ise Alain Delon’ın çizdiği Ripley’de çok zeki ve tabii ki aşırı yakışıklı olması dışında bir yetenek görülmüyor!
-
Yaşı
Kitapta Ripley, tam 25 yaşında, suç dünyasına yeni girmiş gibi anlatılıyor. 1960 uyarlamasında Alain Delon’ın tam da 25 yaşındayken canlandırdığı Tom Ripley bu anlamda kitaptakine çok yakın. 1999 uyarlamasında en başta tam da o dönem 25 yaşındaki Leonardo DiCaprio düşünülmüş fakat Anthony Minghella Good Will Hunting/Can Dostum’u seyrettikten sonra o sırada 28 yaşındaki Matt Damon’da karar kılmış. Andrew Scott bu anlamda en yaşlı Ripley, dizi çekildiğinde 44 yaşındaydı. Tabii filmin kurmaca dünyasındaki karakter otuzlu yaşların ortasında gibi. Karakterin yaşı iki türlü bir fark yaratıyor: 1999 uyarlamasında dolandırıcılık dünyasına henüz girmemiş, gayet masum görünen bir Ripley’i izliyorken 2024’te senelerdir dolandırıcılıkla parasını kazanan daha karanlık bir Ripley var. Aslında bu konuda kitabın ortalaması alınmış denebilir, çünkü kitaptaki Ripley genç ama birkaç yıldır da yeraltı dünyasına bulaşmış bir suçlu. Fakat güncel Ripley’nin ilerlemiş yaşı başka bir dramatik soruna sebep oluyor, sonraki maddede bunu irdeleyelim.
-
Tanışma ânı, benzerlik ve ceket
Yetenekli Bay Ripley’nin hikayesini özetleyelim önce: Ripley zengin bir adamla tanışır. Herbert Greenleaf isimli bu iş insanı, oğlunun arkadaşı olduğunu düşündüğü Ripley’den Avrupa’ya yerleşen oğlunu Amerika’ya dönmesi yönünde ikna etmesini ister. Bu hikaye genç, kolejden yeni mezun olmuş bir karakter söz konusuyken çalışıyor ama güncel versiyonda Ripley, otuzlu yaşlarının ortasındaysa Dickie’nin de o civarda olması gerekiyor. Bu durumda zengin adamın yetişkin oğlunu Amerika’ya getirmek için Tom Ripley’i tutması yeterince inandırıcı gelmiyor. Diğer yandan baba Greenleaf’in Ripley’nin Dickie’nin yakın arkadaşı olduğunu düşünmesi için ortada hiçbir sebep yok, hatta Ripley Dickie’yi tanımadığını gayet belli ediyor. Ve ilk bölümde bu konu şöyle acele diyaloglarla geçiştiriliyor: “Arkadaşın olduğu söylendi” diyor Herbert Greenleaf. Ripley “Kim tarafından?” diyor. “Diğer arkadaşları tarafından. Kim olduklarını hatırlamıyorum” Zengin adamın bu muğlak yanıtından sonra Tom ve Herbert anlaşıyorlar. Kısacası 2024 versiyonu, tüm hikayeyi başlatan bu kritik ânın hakkını veremiyor. Buradaki problem dizinin devamında Dickie’nin Ripley’i evine kabul etmesine de yansıyor tabii. Dizinin o bölümündeki hiçbir diyalog seyirciyi ikna edemiyor.
Kitapta ise şöyle kotarılmış bu an: Herbert Greenleaf, bir aile dostundan Dickie ile Ripley’nin yakın arkadaş olduklarını duyuyor. Bu aile dostları bir televizyon yapımcısıymış ve Tom bir gün onun vergi matrahından zararları düşürebilmek için faydalı bir yöntem önermiş. Böylece doğan dostlukları neticesinde Dickie’nin de geldiği bir kokteylde aynı ortamda bulunmuşlar. Kısacası akran olmaları sonucunda Tom ile Dickie’nin arkadaş olduğu düşünülmüş. Tom bu yanlış anlaşılmayı fark ediyor, fakat menfaat imkanını gördüğünden bozuntuya vermiyor ve role giriyor.
Bu tanışma ânını en iyi başaran versiyon ise 1999’daki Talented Mr. Ripley filmi elbette. Yönetmen-senarist Anthony Minghella ustalığını konuşturuyor, Matt Damon daha filmin en başında dış seste şöyle diyor: “Geçmişe dönebilsem, her şeyi silebilsem, buna kendimden bir ceket ödünç aldığım o günden başlarım”. Bahsettiği ceket, Princeton lisesinin ceketi. Yüksek statüye özendiğinden birinden ödünç alıp giymiş, piyano çaldığı yerde de oğlunu bu lisede okutmuş Herbert Greenleaf bulunuyor. Oradan Tom ve Dickie’nin arkadaş olduklarını düşünüyor ve olaylar gelişiyor. Minghella’nın versiyonunda bir diğer zor inanılası konunun da altından “beceriyle” kalkılıyor: Richard’ın yani Dickie’nin İtalya’daki evinde hiç hatırlamadığı Ripley’i ağırlaması seyirciyi zor ikna edecek bir durum. Minghella bu durumu psikolojik bir temele oturtuluyor. Film boyunca sürekli Ripley’nin de Dickie’nin de tek çocuk oluşları ve ailelerinden yeterince ilgi görmedikleri üzerinde duruluyor. Ripley ile Dickie arasındaki bağ hem bu yönden hem de daha sonra bahsedeceğimiz homoerotik çekimle güçleniyor. Bir de Ripley ve Dickie arasındaki ilk diyaloglar Minghella versiyonunda adeta senaryo dersi niteliğinde. 2024 versiyonunda, Dickie’nin Tom’u evine alışını inandırıcı kılmak için karaktere “sıkıcı hayattan sıkılmış, maceraya açık” gibi bir nüans eklenmiş, Dickie’yi biraz da macera olsun diye hayatına alıyor yani. Ama bu Minghella’nın çözümü kadar seyirciyi ikna etmiyor.
1960 yapımı film ise bu tanışma ânı ve evine kabul etme meselelerini çözmenin yolunu, o bölümü tamamen atlamakta buluyor. Film, Ripley ile Philip’in İtalya’da çoktan kankaya bağladıklarını anladığımız bir sohbetle başlıyor. (Plein Soleil / Kızgın Güneş’te Dickie’ye Philip adı verilmiş) Sonrasında sevgilisi Madge, Philip’e Ripley’i nerden tanıdığını sorduğunda, “Uyduruyor, hiç tanışmıyoruz.” diyor.
-
Fiziksel benzerlik konusu ve 2024 versiyonundaki büyük mantık hatası:
Kitapta Ripley ile Dickie’nin yakın tiplerde olduğu birkaç yerde geçiyor. 1960 film versiyonunda Ripley’i oynayan Alain Delon ile Dickie’yi oynayan Maurice Ronet’nin benzerlikleri en baştan itibaren dikkat çekiyor. 1999 versiyonunda Matt Damon ve Jude Law benzer fiziksel özelliklere sahipler. Damon saçını Law gibi tarayarak Dickie’leşebiliyor. 2024 versiyonunda ise inadına iki alakasız oyuncu seçmiş gibiler. Andrew Scott ve Johnny Flynn hiç ama hiç benzemiyorlar. Biri esmer diğeri sarışın. Ve ilginçtir 2024 dizisi, bu uzaklığa rağmen bu konuda en riskli sahneye de yer veriyor: Ripley, onu tanıyan İtalyan dedektifle karşılıklı, yüz yüze, bu defa Ripley kılığıyla konuşup bunu çaktırmamayı başarıyor. Andrew Scott’ın konuşmasında ve hareketlerinde hiçbir değişikliğe gitmeden, sadece peruk ve sakalla bunu nasıl başardığı muamma! Sadece gözlükle kılık değiştiren Clark Kent/Superman akıllara geliyor, ki orada bile Christopher Reeve sesini, halini tavrını ne kadar değiştiriyordu…
-
Caravaggio ve siyah beyaz faktörü
2024 Ripley’nin seleflerine karşı belki de en büyük avantajı sinematografisi. Neredeyse her karesi muhteşem. Siyah beyaz bir fotoğraf galerisine girmiş gibi hissediyorsunuz bir noktada. Tabii bunu eleştirenler de var, çünkü bir noktada tüm o nefis görüntülerin “cool” bir Instagram hesabı ya da ekran koruyucu geçidi gibi de göründüğü bir gerçek. Fakat Steven Zaillian bu tercihinin altını iyi dolduruyor. Öncelikle, “Patricia Highsmith bu kitabın filmini düşlediyse -mecburen- siyah beyaz düşlemiştir” diyor. Daha sonra da Ripley’nin şeytaniliğini siyah beyazdaki kontrastlarla ve gölgelerle daha iyi verebileceğini düşündüğünü söylüyor. Ama bence Zaillian en çok da ünlü İtalyan Caravaggio’nun ‘Suç ve Ceza’ya benzer hikâyesini Ripley’nin hikâyesine yedirerek bu stil tercihinin altını dolduruyor. Dizide, Caravaggio’nun Roma’da bir adamı öldürdükten sonra çizdiği Golyat’ın Kafasıyla Davut isimli resmi gösteriliyor ve İtalyan ressamın vicdan muhasebesiyle geçen hayat hikayesi anlatılıyor. Bu hem o anda hem de daha sonra Ripley’nin karanlığa giden yolculuğuyla kesişiyor. Caravaggio’nun gölgeleri kullanarak insan yüzlerine yeni yorum getirmesi Ripley’nin bir önceki maddede bahsettiğimiz kılık değiştirme sahnesine de ilham veriyor. Fakat yinelemem şart: Bu hikayeye rağmen o sahne yine de çalışmıyor, yönetmen seyirciyi ve İtalyan dedektifi salak yerine koyuyor.
-
Ripley’nin suç aletleri ve cinayet sahnelerindeki farklar
Ripley’nin hikaye boyunca işlediği iki cinayet var. İlk kurbanı Dickie. Kitaba göre: Dickie’nin kıyafetlerini giyip bizzat ona yakalandıktan sonra, bir de üstüne mafya adamı gibi bir tiple takılınca Dickie, Ripley’den soğumaya başlıyor. Onu evinden ve dünyasından şutlamaya karar veriyor. Gözden çıkarıldığını fark eden Ripley alıştığı bu şatafatlı dünyadan kopmamak için cinayeti planlıyor. Dickie’ye kayık gezintisine çıkmayı öneriyor. Bu durum 1999 ve 2024 versiyonlarında farklı, her ikisinde de Dickie kayık gezintisi fikrini ortaya atıyor. Amacı da Ripley’den sükunetle ayrılmak. Pek istediği gibi olmadığı malumunuz. 1999 versiyonunda kritik bir fark var: Matt Damon’ın oynadığı Ripley, Jude Law’ın oynadığı Dickie’ye âşık. Bunu her haliyle belli ediyor, kayık gezintisinde ise kendini dürüstçe ortaya koyuyor. Fakat Dickie, Marge’la evleneceğini söylüyor. Bunun üzerine kayıktaki tansiyon artıyor. Eleştirilmeye gelemeyen Dickie, Ripley’e tokatlar atıyor (burada Dickie’nin şiddet eğilimi gösteriliyor, finaldeki sürpriz bir bilgiye bir bilgiye kanca atılıyor) ve karşılıklı birbirlerini rencide ediyorlar. Sonunda Matt Damon, küreği Jude Law’un kafasına indiriyor. Mizansene göre: Law hiddetle saldırdığında Damon’ın onu öldürmek dışında bir çaresi kalmıyor. Kısacası Minghella, Ripley’i biraz mecburen biraz kazara “katil” kılıyor. Cinayetten sonra Matt Damon bir âşık gibi Jude Law’un yanına yatıyor. Cesede ne yaptığını görmüyoruz ama kayığı batırışını izliyoruz.
2024 versiyonundaki yorum da ilginç. Kayık gezintisini öneren yine Dickie oluyor. Hatta gezintinin başında korkan taraf Ripley. Fakat Ripley gözden çıkarıldığını anlayınca planını uygulamaya sokuyor, kürekle öldürüyor Dickie’yi. Daha sonrası, diğer hiçbir uyarlamada olmayan ama Highsmith’in romanında yer alan bir sahne: Ripley, Richard’ın cesedini atmadan önce onu halatla taşa bağlıyor, taşı da denize atıyor. Taş diplere düşerken cesedi çekecekken halat Ripley’i de yakalıyor, Ripley denize düşüyor. Bu sırada motor da çalışıyor ve kayık denizde daireler çizmeye başlıyor. Kitapta kısa süren bu sahneyi biraz abartmışlar gerçi, aksiyon filmine dönüyor burası. Yüzme bilmediğini düşündüğümüz, denizden korkan Tom Ripley’nin böyle bir aksiyondan nasıl sağ salim kurtulduğu dev bir muamma. Hele o taş son sürat denizin içinde kafasına çarptı, neden hiçbir yara görmedik sonrasında? Gerçekten 2024 versiyonunun sahip olduğu süreyle, yaptığı bazı çok iyi işlere rağmen bu gibi basit noktalarda neden çuvalladığını hiç anlayamadım!
1960 versiyonu Kızgın Güneş’e bakacak olursak, bu sahne doğrudan Richard’ın yelkenli teknesinde gerçekleşiyor. Şakayla karışık bir muhabbet ediyorlar: Ripley, Richard’ın yerine nasıl geçebileceğini ve parasına nasıl konabileceğini anlatıyor, Richard da bunu şaka gibi dinliyor, hatta planın detaylarıyla epey bir eğleniyor da… Fakat sonra Ripley sakladığı bıçağı Richard’a saplayıp onu öldürüyor. Sonra yelkenlinin direği Ripley’e çarpıyor, cesetle birlikte denize düşüyor. Zor bela bu durumdan kurtulunca tekneyi tekrar limana getiriyor. Farklı versiyonlardaki cinayetleri kıyaslarsak en soğukkanlı işlenen cinayetin bu olduğu söylenebilir. Ama en kanlı cinayet de 2024 versiyonunda. (Steven Zaillian bu tip sahnelerde kanı bonkörce kullanmış, sanırım siyah beyazda artistik durduğundan!)
-
Yan karakterler
1999 ve 2024 versiyonlarındaki temel farklardan biri Gywneth Paltrow ve Dakota Fanning’in canlandırdıkları Marge karakterlerinin birbirlerine tamamen zıt oluşu. Gywneth Paltrow’un Marge’ı son derece sıcak, iyi kalpli, melek gibi bir karakterken Fanning’in Marge’ı bir o kadar soğuk, mesafeli, buz gibi bir karakter. Gywneth Paltrow’un Marge’ı da, 1960 versiyonundaki Marie Laforet’in Marge’ı da hem seyircinin seveceği hem de derinliği olan karakterler. 2024 versiyonundaki Marge ise dizinin 8 saati aşan süresine rağmen yeterince işlenmiyor. Karakter bir ara soruşturma sürecinde etkili olmaya başlıyor ama çok daha naif duran Gywneth Paltrow kadar bile varlık gösteremiyor. 1999 versiyonunda Marge Ripley’nin gerçek kimliğini çözdüğünü belli ederken 2024 versiyonunda Marge Ripley’nin manipülasyonuna alet olmuş gibi… 1960 versiyonunda ise bir aşk üçgeninden söz edebiliriz ve Dickie’nin ölümünden sonra Marge ile Ripley basbayağı bir çift gibi yakınlaşıyorlar.
-
Freddie’nin ölümü ve yine inandırıcılık sarsılıyor…
Romandaki ikinci kritik cinayet, yani Freddie’nin cinayeti Highsmith’in kitabında kül tablasıyla işleniyor. 2024 versiyonu buna uyuyor. 1960 versiyonunda bir Buda heykeliyle, 1999 versiyonunda ise Roma İmparatoru Hadrian’a ait bir büstle bu cinayet işleniyor. Hadrian aslında kritik bir seçim burada. Nedenini sonraki maddede açıklayalım. Yalnız 2024 versiyonunda bu kısmın da “polisiye” mantığı yeterince iyi kurulamıyor. Muhtemelen daha şık görünsün diye kanlı bir sahne yaratılmış. Freddie’nin kafası adeta bir kan gölünün ortasında görünüyor. Ripley bezlerle kafasını siliyor ve cesedi asansörle aşağı indiriyor. Saat de akşam saatleri bu arada ve bir apartmandan bahsediyoruz. Asansör birinci katta bozuluyor, sonra Ripley kurbanını birinci kattan aşağı sürüklüyor… Hem gürültü patırtı kopuyor hem de her yer kan revan… Tesadüf bu ya, apartmandan kimse bunları fark etmiyor! 1999 ve 1960 versiyonlarında bu sahne çok daha gerçekçi kurulmuş. 2024 versiyonunda bir de apartmanda kedi var ve kedinin patileri Freddie’den akan kanları merdivenlere yayıyor. Ama her nasılsa bu durum ertesi gün ortaya çıkmış olsa da kan kurumamış, apartmanın resepsiyonisti “herhalde faredir” diye kolonyalı mendille hop siliyor ve yine önemli bir mizansen ivedilikle geçiştiriliyor.
-
Ripley’nin homoerotik tarafı
Patricia Highsmith’in romanı 1955 yılına göre oldukça cesur bir roman. Sınıfsal eşitsizlik gibi toplumun kanayan bir yarasını deşmesi bir yana, eşcinsellik konusuna da girmekten çekinmemiş Amerikalı yazar. Kendisi zaten aynı zamanda ilk lezbiyen romanlardan biri olarak geçen ve yine başarılı bir sinema adaptasyonu olan Carol romanının da yazarı. Yetenekli Bay Ripley’de ise homoerotizm romanın temel temalarından biri ve sık sık kendini gösteriyor. Hikayenin bu tarafını 1999 versiyonu, Minghella’nın kuvvetli kalemiyle daha bir ortaya çıkarmış ve romana boyut katmış. Kariyerinin başındaki Matt Damon ve Jude Law da özellikle o döneme göre oldukça cesur sahnelerde son derece gerçekçi performanslara imza atmışlar. Erkekler arasındaki cinsel çekimi hissettiğimiz her sahne hem filmin psikolojik yanını derinleştiriyor hem de Dickie’nin neden bir yabancıyı evine davet ettiğinin altını dolduruyor.
Gelelim 2024 Netflix yapımı Ripley’e… İlginçtir, Andrew Scott gibi gay kimliğiyle tanınan bir oyuncunun başrolde oynadığı versiyonda bu yönde daha cesur sahneler göreceğimizi düşünürken 2024 versiyonu 1999 versiyonunun yanında neredeyse “sansürlü” gibi kalıyor. Bunda projenin en başta Netflix için değil, Showtime için yapılması bir sebep olabilir. Yine de 2 saat 10 dakika olan 1999 versiyonunun yanında 8 saatin üstündeki bu yeni versiyonda bu yönde elini korkak alıştırması anlaşılır gibi değil. Bunu altmetin boyutunda da yapabilirlerdi. Mesela: 1999 versiyonunda Ripley’nin Freddie’nin kafasına vurduğu büstün İmparator Hadrian’a ait olması gibi. Hadrian hükümdarlığı sırasında eşcinsel ilişkisini saklamamış, sevgilisi Antinous’un ölümünden sonra da kendisini tanrı ilan ederek heykelini diktirmiş, adına tapınaklar yaptırmış ve sikkeler bastırmış bir imparatordu. 2024 Ripley’nin bu yönde tek ilginç hamlesi Freddie’yi bir kadın oyuncunun oynaması. Nonbinary olarak kendini tanıtan müzisyen-oyuncu Eliot Sumner’in yorumladığı Freddie de kendisi gibi “gender fluid” yani klasik cinsiyet kodlarının dışında bir kimlikle karşımıza çıkıyor. (Bu arada Eliot Sumner, ünlü müzisyen Sting’in kızı – gerçi kız dememiz de yanlış oluyor bu durumda)
-
Finaller
En spoiler’lı tarlaya girdik şu anda. Şu âna kadar yeterince vermemişiz gibi 🙂 Romanın finalinde Ripley’nin Dickie imzasıyla yazdığı mektuplar gerçekten işe yarıyor ve babasının isteğiyle Ripley gerçekten de Dickie’nin mirasına konuyor. 1999 film versiyonunda Minghella bunun yeterince inandırıcı olmadığını düşünmüş olsa gerek, vakıftan bir gelirin Ripley’e bağlayıp, bir de Dickie’nin sözünü tutacağına dair belirsiz bir vaatle işin içinden sıyrılıyor. 1999 versiyonunun başarıyla yaptığı başka bir şey daha var: Son anda Dickie’nin karanlık geçmişiyle ilgili bir hikaye anlatılıyor. Dickie’nin meğer en başta Akdeniz’e gelmesinin sebebi Amerika’da işlediği bir suçmuş. Okuldayken bir genci dövmüş ve onu sakat bırakmış. Yani halen daha sık sık karşılaştığımız “zorba zengin çocuğu” hikayelerinden biri. Bu diyalogda hemen aklıma ehliyetsiz araba kullanarak bir kişinin ölümüne yol açıp Amerika’ya kaçan Eylem Tok’un oğlu geldi mesela… Minghella, Dickie’ye böyle ani öfke kaynaklı bir suç ekleyerek filmin finalinde Ripley’in zaferini bir nebze aklamış oluyor. 1960 versiyonu Kızgın Güneş çarpıcı finaliyle ama Ripley’i başarısız kılan senaryosuyla kitabın okurlarına sürpriz yapıyor.
2024 versiyonunda ise Ripley, Andrew Scott’ı daha önce Ripley’i Ripley’s Game filminde oynayan John Malkovich’le karşı karşıya getiriyor. Kitapta olan ama daha önceki filmlerde olmayan bu “sanat simsarı” karakterin yardımıyla Ripley yine başarılı oluyor, tüm suçlarından sıyrılıyor ama dizinin en sonunda İtalyan dedektifimizin mevzuya uyandığına dair bir ipucu atılıyor. Bu arada dizi en başta limited series, yani sınırlı dizi olarak lanse edilse de devamının gelmesi de olasılıklar arasındaymış. Bu açık son ve John Malkovich’in oynadığı karakter bana Ripley serisinin devam edeceğini düşündürttü.
Sonuç…
Bir sıralamaya koymak gerekirse 1999 versiyonu için Ripley’nin hakkını en iyi veren film diyebiliriz. Gerçekten kadrosuyla, ikonik sahneleriyle gerçek bir klasik. 1960 versiyonu da kendi içinde tutarlı ve “zamansız” bir eser olarak onun ardından geliyor. 2024 versiyonu siyah beyaz stiliyle göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip olsa da bu iki filmin derinliğine erişemiyor. 9 saate yaklaşan süresine rağmen romanın kritik nüanslarını verememesi ve suç-polisiye örgüsünde de bazı mantık hataları yapması üzüyor. Ama bazı noktalarda romana daha sadık kalarak önceki uyarlamalardan ayrışmayı da başarıyor. Mesela 1999 versiyonunda Dickie’nin özel merakını saksafon çalmakla ve caz müziğine ilgisiyle değiştirmişlerdi. 1960 versiyonunda bu unsur hiç yoktu. 2024 Ripley’de kitapta olduğu gibi Dickie’nin resim merakı kalmış. 2024 versiyonu bir ilginç hamle daha yapıyor, kitapta ve diğer uyarlamalarda adı Mongibello olan kurmaca kasabayı, Highsmith’in orayı yaratırken esinlendiği gerçek mekan olan Atrani olarak kullanıyor ve çekimleri de Atrani’de gerçekleştiriyor. Bu yönden Highsmith’i mutlu edeceği kesin.
Tüm bu versiyonlar arasında gezinirken fark ediyoruz ki Ripley’nin hikayesi güncelliğini koruyor. Sadece 50’lerde değil, günümüzde de çok sık karşılaşıyoruz Ripley’lerle. O yüzden de Parasite ve Saltburn gibi sınıfsal damardan girip kimlik hırsızlığını anlatan filmler her defasında ilgi çekiyor. Zengin olmayı mutluluk sanan, avanta için yaşayan, telefonundaki logoyu, çantasındaki markayı hayat gayesi sayan, sınıf atlamak için her kestirme yolu deneyecek o kadar insan var ki… Ve ne kadar kınarsak kınayalım, ekonomik sınıfların arasındaki mesafe zamanla azalacakken arttığı için, bu bozuk düzenden Ripley gibi karakterlerin ortaya çıkmasına gerçek bir itiraz da koyamıyoruz. “Her zaman birini taklit etmenin, hiç kimse olmamaktan daha iyi olacağını düşünmüştüm” diyordu Tom Ripley 1999 versiyonunun sonunda. Tek istediği de “yalnız ve karanlık bodrumundan” çıkmaktı. İyi hikâyelerde böyledir, katil de maktul de aynı kişidir. Caravaggio’nun resmindeki gibi…