Ana SayfaMüzikKırık Kalpler Kulübü'ne hoş geldiniz, karşınızda Şirin Soysal

Kırık Kalpler Kulübü’ne hoş geldiniz, karşınızda Şirin Soysal

Şirin Soysal’ın beşinci albümü “Kırık Kalpler Kulübü” Last Act etiketiyle tüm müzik mecralarına giriş yaptı. Leonard Cohen’in “Her şeyde bir çatlak vardır, ışık bu çatlaklardan girer” sözünden ilham alarak yazdığı yedi şarkının söz, müzik ve düzenlemeleri Soysal’a ait. Albümün prodüktörlüğünü de ilk kez kendisi üstlenerek, parçaları kendi evinde kurduğu stüdyosunda icra edip kaydetmiş. Albüme Amit Erez (The Secret Sea), Yoed Nir ve Ömer Nafiz de kendi stüdyolarından konuk olmuşlar. Albümde olan diğer bir ilk ise Soysal’ın rap yaptığı ‘Hayır Hayır Hayır’ parçası. Ayrıca albümde Şirin’in en çok dinlenen parçası ‘Kahve ve Melatonin’in akustik bossa versiyonu yer almakta. Şirin’le uzun zamandır nispeten münzevi bir hayat yaşadığı Fethiye’den sohbet ettik, albümü ve hayatı konuştuk. Keyifli ve içten röportajımıza buyrun.

Neslihan Atcan ALTAN

Merhaba Şirinciğim, seni görmek çok güzel. Dün albümünü yürüyüş yaparken iki kez dinledim ve hemen konuya girmek istiyorum; albümünü saran bir “kırık” kavramı var, sürekli irdelediğin bir motif gibi geldi bana. Evet Leonard Cohen unsuru var ama daha açabilir miyiz?

Ben genelde zaten kalbi kırık dolaşan biriyim galiba. Bu sadece kişisel sebeplerden dolayı değil; dünyanın genel haliyle de ilgili. Ben zaten ilhamımı buradan alıyorum yani kırıklıktan alıyorum.  Neşeli, oynak parçalarım yoktur. Bununla ilgili eleştirisel dönüşler de gelmiştir ama bu zorla olacak bir şey değil ki. İçimden gelen bu kırıklığı bir şekilde anlatmak ve şarkılarım da oradan çıkıyor doğal bir şekilde ve kalbi kırıklar ve kırık kalpli olmak durumu hep ilgimi çekmiştir ve bu müzik serüvenimin başından beri beni yönlendiren bir şey oldu.

Peki bu kafandaki “Kırık Kalpler Kulübü” nasıl bir yer? 

Çok güzel bir soru. Özellikle o parçayı yazarken bunu aslında biraz hayal ettim ve canlandırdım kafamda. Böyle zula bir yerde, eski taş bir yapı. Kapısı gıcırtıyla açılan ama zor bulunan…  ya denk geleceksin hiç aramıyorken, ya da o seni bulacak hiç beklenmedik bir anda. Kırmızı bir kapı.  İçerisi de gayet loş ve salaş bir yer ufak ahşap masaların olduğu. Benim albüm kapağımdakine benzer oturan tipler var, karşılıklı çay kahve içip, pasta yiyip sohbet ediyorlar. Tabii ki uyuklayan bir kedi var. Matt Elliott vari bir canlı müzik var. Böyle hayal ediyorum. Tanıdık, tanımadık insanlar.

Çok keyifli bir yere benziyor. Albüme dönecek olursak, parça sıralamasını nasıl yaptın? Bir konsepte mi oturttun?

Eskiden olsa sıralamayı tamamen hikayeye göre yapardım ama şu anki dijital algoritmik ortamda biraz daha farklı düşünmek gerekiyor maalesef. ‘Hayır Hayır Hayır’la başladım çünkü onu single olarak Şubat ayında çıkartmıştım ve yeterince dinleme almadığını düşündüm yani o şarkının daha çok dinleyici hak ettiğini düşünüyordum.  İkinci parça da benim en popüler parçam ‘Kahve ve Melatonin’i akustik bossa versiyonuyla göstereyim dedim. Aslında ‘Kırık Kalpler Kulübü’yle başlayacaktım ama daha sonra finale koymaya karar verdim çünkü insanlar son parçayı ıskalayabiliyor ama işte albümün adının parçası olduğu için dinlenir diye düşündüm. Öyle de oldu. Gerçekten çalıştı. Bu sefer böyle biraz daha taktiksel bir sıralama oldu.

Bana en son bu parçayla bitirmen “Evet, bak dinledin ve kulübe hoş geldin” tarzında bir kabul töreninin ritüeli gibi geldi. Çok güzel olmuş. Sonuçta yorumlamayı bize de bırakıyorsundur herhalde.

Evet, öyle de çalışır diye düşündüm çünkü en son albümü “Hoş geldin” diyerek bitirmek… “Sen de kulübe hoş geldin. Artık hikayeyi biliyorsun, burası senin de evin, birlikte bu kırık kalp konusunun içine dalalım” diyerek.

“İlk albümümü yazdığımda sıra dışı olmak kaygısı vardı; başka şeylere benzemesin, özel olsun gibi. Ama o kaygı ne kadar olsa da zaten saf bir orijinallik olamıyor.”

Bu arada diğer albümlerini de dinlediğimde müzikal anlamda onları ne kadar güzel ve kişisel bulsam da psikolojik açıdan bana biraz ağır geldi. Kendim de bunalım bir tip olduğum için beni iyice zorlar diye düşündüm ama bir yandan da dinleyicine yanlarında olduğunu hissettiriyorsun. Bu dönemlerle ilgili bir röportajında “Eskiden benzersiz olma, orijinal olma kaygım çok yüksekti ama o bitti ve bir yalınlaşmaya döndüm” minvalinde bir açıklaman var. Sence bu yeni süreci başlatan neydi?

Hakikaten ilk albümümü yazdığımda sıra dışı olmak kaygısı vardı; başka şeylere benzemesin, özel olsun gibi. Ama o kaygı ne kadar olsa da zaten saf bir orijinallik olamıyor. Olamaz demiyorum, olabilir. Bir dahi çıkar daha önce şey yapılmamış bir şeyi yapar ama çoğu müzik öyle değil. Yani çoğu film çoğu hikâye de öyle. Yani aynı hikayeler farklı şekillerde işleniyor ve bilindik akor dizileri veya tanıdık melodiler bir şekilde bir araya getirilerek oradan bir orijinallik kazanıyor. İlk albümde de böyle bir kaygı vardı, o yüzden biraz böyle kalpten kalbe gitmek yerine daha dolaylı bir şekilde gelen bir mesaj var orada. İkinci albümde de öyle. 3. albüm biraz farklı belki. Tam olarak içimden geleni anlatmak zor bir şeymiş ve onu o zamanlar yapamıyormuşum ya da yapıyormuşum ama çok böyle süsleyerek hani forma daha çok kafayı yorarak yapıyormuşum. Artık bir yaştan sonra bunu bir kenara bırakmak istedim. Doğal bir süreç oldu. Yani hakikaten neyse o; böyle yalın süslemeden ne düşündüğümü anlatmak derdini düştüm. Tabii dinlediğim şeyler de etkilemiş olabilir. O zamanlar mesela Tom Waits çok severdim, onun şiirleri de şarkı sözleri de çok stilizedir. Sonra dinleme yolculuğum, birtakım yaşanmışlıklar vesaire beni böyle başka bir yola doğru itti. Aslında İngilizce albüm çıkarmak da bunu sağladı. İngilizce’de kendimi daha sade daha yalın yazarken buldum işte o aynı hissiyat Türkçe’ye de kaydı.

Yani İngilizce’de başlayan yalınlaşma Türkçe’ye de o sirayet etti diyorsun. Tom Waits’den bahsetmişken senin için dişi Tom Waits ve Edith Piaf benzetmeleri yapılmış. Bu tarz benzetmeler hoşuna gidiyor mu?

Benzemiyorum ama Tom Waits bambaşka, Edith Piaf bambaşka sanatçılar. Edith Piaf gelmiş geçmiş en acayip seslerden biri yani. Tabii ki iltifat olarak kabul edip teşekkür ediyordum o zamanlar. Hani şimdi artık hiç benzemediğim için bir şey diyemeyeceğim.

“Kendin tatmin olman lazım ki onu başkalarına sunabilesin.”

Bir yandan da aslında öyle bir şey ki yani sanki sen müziği sadece kendin için yapıyormuş gibisin. “Bakın ben bunu yapıyorum, beğenirseniz tabii sevinirim ama beğenmezseniz de ben bunu yapacağım” gibi bir duruşun var gibi. Öyle mi?

Müziği bence herkes ilk başta kendi için yapıyor. Kendin tatmin olman lazım ki onu başkalarına sunabilesin. Ben şimdi ünlü olmak için veya para kazanmak için yapıyor olsam bambaşka ürünler çıkacak ortaya. Başarılı olacağını sanmıyorum çünkü zorlama olur. O zorlamayla başarılı olsa ben tatmin olmam; mutsuz olurum. O yüzden evet, içe kapalı bir müzik. Ben de öyleyim. Sen demin “Ben bunalımlı bir insanım bana iyi gelmiyor” dedin ya. Bir de tam tersi insanlar var, benim gibi, çivi çiviyi söker tarzı. O yüzden evet küçük dinleyici kitlesi olsa da bir şekilde birilerine ulaşıyor, birilerine bir şekilde dokunuyor, rahatlatıyor falan. Bunu bilmek de yeterli oluyor bir yerde. Evet daha çok dinlense gibi hislere kapılıyor insan ama yani ne olacak ki ya? Daha çok dinlense ne olacak yani? Biraz daha egomuz okşanmış olacak, o kadar.

Yani seni dinlemek psikolojik direnç gerektiren bir şey. Ve bu da güzel bir şey aslında; bir yandan elemiş oluyorsun benim gibi zayıfları.

Yok canım, müzik ilaç gibi; herkesin reçetesi farklı.

Olur Muydun 2024 0419 233228 0000

Yok, benim reçetemde kesin varsın da ben hazır değilim şu an 🙂 Albüme dönecek olursak, Balo Sk. No: 7, daha önce yayınlanmamasına rağmen eski bir şarkı değil mi? Neden bu albümde yerini buldu?

Evet o zamanlar hala istediğim yalınlığa geçememiştim. Söz ve müzik açısından çok daha kalabalıktı, kelimeler cümleye böyle zar zor sığıyordu. Nakarat dışındaki bölümlerin melodisi de farklıydı. Çok daha kabaremsi bir şarkıydı. Sonra bu albümü çalışıyorken bir anda aklıma geldi ve sevdiğim nakarat kısmını tutup diğer kısımlarını değiştireyim dedim ve bence albümün rahatladığı böyle nefes aldığı yer o kısımlar.

Sözler öyle güzel ki. Balo sokağa gidip gitmediğimi bilmiyorum ama gözümde çok net canlandı. O parçada film gibi seni izledim. Kafamda bir sürü şey canlandı.

Çünkü o gençliğimizde çok olan bir sahneydi. Rastgele bir evde, tanımadığın insanlarla karşılaşma durumları. Hiç beklemediğin bir anda böyle bir bakışma, hoşlaşma falan filan. Biraz nostaljik bir parça aslında. Şu anki durumum çok farklı olsa da bunları bir hikâyeye dönüştürmek, bunu yaşayan gençlere seslenmek hoşuma gidiyor.

Beni de o noktalara götürdü gerçekten. Bu arada senin dinleyici kitlenin bildiğinden emin olduğum bir şey dikkatimi çekti. Hikaye anlatıcılığın çok baskın. Sen bu müzik yaratma sürecinin müzik yazma kısmını mı yoksa hikaye yazma kısmını mı daha çok seviyorsun? Sürecin nasıl ilerliyor?

Kesinlikle hikaye anlatıcılığı ön planda. Bir hikaye anlatmazsan fon müziği gibi olur. Hikaye olunca kulak vermek lazım. Ama bu demek değildir ki hep hikayeyle başlıyorum. Bazen bir melodi geliyor aklıma ve hemen ona yakışan bir cümle geliyor, yapıştırıyorum.

Bu arada bu albümün prodüktörlüğünü de sen yaptın ve de ilk kez kendi prodüktörlüğünü yapmış oldun. Bu nasıl bir deneyimdi? Bundan sonra böyle mi devam?  Bir de Q5 öğrenmişsin.

Ben bir şekilde daha münzevi bir hayata geçiş yaptım Fethiye’de ve her şeyden uzaklaştım. Her şeyin olup bittiği yerler İstanbul, sonra Ankara. Ben burada üretmeye devam edebilmek için kendime stüdyo kurdum. Ondan sonra stüdyoda tabii bir şeyler öğrenmen gerekiyor. Yani bütün o korktuğum ve daha önce asla beceremem, yapamam dediğim şeyleri böyle yavaş yavaş, kendimi zorlayarak, eşimin de dürtüp demesiyle öğrenmeye başladım. Daha tam böyle her şeyi öğrendim diyemem ama en azından parça yapacak kadar ve istediğimi ortaya koyacak kadar öğrendim ve bunu da yapmak zorundayım çünkü maddi durumlar da zorluyor müzisyenleri. Sonuçta bir prodüktör tuttuğun zaman en büyük para zaten oraya gidiyor. Bu şekilde kendi prodüksiyonumu yapabiliyorsam en azından post kısmına, miks, mastering kısmına kadar ya da başka bir sanatçıya bir enstrüman çaldırma durumu dışında cebinden bir şey çıkmıyor. Aynı zamanda hani kendi dünyanı gerçekten kurabiliyorsun; biraz hikaye yazmak veya roman yazmak gibi.  Kendi prodüktörlüğünü yapmazsan şarkılarını yazıp birisine veriyorsun ve o sana bir çatı kuruyor. Sen o çatının altında o şeyi var etmeye çalışıyorsun. Güzel de oluyor bazen ama bu şekilde daha özel.

Yani sonuçta o çatıyı kendin kurmuş oluyorsun. Bu arada albümün süresi 24 dakika. Bu bilinçli bir seçim miydi? 

Evet kısa ve öz olsun dedim yani birçok albümde gereksiz parçalar oluyor gibi hissediyorum. Benim de ilk albüm mesela 12 parçaydı sonra giderek düştü bu sayı. Daha çok söylemek istediğim şey olsaydı söylerdim. Derdimi anlattığımı hissettiğim yerde durdum.

Dijital platformlarda olmanın sana kattığı veya götürdüğü şeyler var mı? Aylık dinleyici sayın iyi gözüküyor ve en çok dinlenen parçan Kahve ve Melatonin. Ne diyorsun?

Mesela orada benim aylık dinleyici sayımın gözüküyor olması aslında kötü bir şey; ona kilitleniyorsun. Uzun zaman dinleyici sayım 25.000’lerde kaldı çünkü niye? Şarkım playlistteydi. Listeden çıkar çıkmaz sayıda bir düşüş oldu. İşte bu da sanatçıda bir çöküşe neden olabiliyor. Yani bunu görmezden gelemiyorsun. Sadece ben görsem hadi neyse. Niye o sayı orada o olmalı, niye sanatımız birer sayıyla özetleniyor bilmiyorum. Sanatçı için zor bir durum. Tabii algoritmanın faydaları da var. Seni sana benzeyen müziklerden yola çıkarak dinleyiciye yönlendiriyor.  Yani yeni dinleyiciler kazanabiliyorsun. Kendin de dinleyici olarak haftalık keşif listende çok güzel sürprizlerle karşılaşıyorsun.

10 yıl önceki bir röportajını izledim; sevginin sonsuza uzanışı ve nefretin bloke edici gücünden bahsediyorsun. O kadar naif ve durusun ki. Hala aynı mı düşüncelerin bu konuda?

Çok ilginç, geçen gün eşim de aynı röportajı izlemiş ve beğenmiş. Şimdi de senden geldi. Evet, tabii ki nefret direkt kapıyı kapatıyor. Hiç ilerleyemiyorsun oradan. Objektif bakamıyorsun, karşı tarafı dinlemiyorsun. Her şeyin karşı tarafı var oysa ki. Sevgi noktasından bakabilmek zor bir şey ama önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Ancak o şekilde bir ilerleme kaydedilebilir ve daha hoşgörülü ve anlayışlı bir noktaya gelinebilir. Bende de öyle bir ermişlik yok ama çabalıyorum.

Peki, sana ilham veren şeyler ne? Edebiyat olabilir, sinema olabilir…

Lise yıllarımda İngiliz klasiklerini çok okuyordum ve çok etkileniyordum. Kendimi o kahramanlardan biri olarak hayal ediyordum ve hatta onlar gibi giyinmeye çalışıyordum. Böyle kasvetli bir havada deniz kenarında bir kayaya oturarak falan kendimi fiziksel olarak da o melankoliye sokuyordum. O kadın kahramanlar gibi olmak, o aşkı, tutkuyu yaşamak… Sonra daha modern yazarlar okumaya başladım. Daha sonra Dostoyevski’ye döndüm. Onun etkisi çok büyük bende. İlk Dostoyevski okuduğumda sanki ilk kez roman okuyormuşum gibi gelmişti bana. Üslubu, anlatım şekli beni hayrete düşürmüştü. Film olarak da tabii çok film çok izliyorum ve hatta bazen ilhamsız hissediyorsam kendimi mutlaka bir film izliyorum. Bazen iyi oluyor, bazen kötü oluyor. Yaşayan yönetmenlerden en çok şu ara Paolo Sorrentino’dan etkileniyorum, adamın kamera hareketleri bile ağlatıyor. Biraz şablon dışı şeylerden ilham alıyorum. Müzik olarak etkilendiğim isimler var tabii. Leonard Cohen’in şarkı sözlerinden ve sesinden ilham alıyorum; özellikle de yaşlandığı yıllarda yaptığı albümlerdeki sesinden ilham alıyorum.  Gençlik yılları sesi ve yaşlılık dönemi sesi o kadar farklı ki. Çok şaşırıyorum. Acayip bir yaşanmışlık, olgunluğa ermişlik, bir sürü şeyi aşmışlık var orada sesine yansıyan. Tabii sigaranın da etkisi da var! Ama sözleri şiirdir Cohen’in. Her şarkı sözü şiir değildir ama. Şiir nedir? Tek başına, müziksiz okuduğunda da şiir olmalı ve Cohen’inkiler öyle. Aşık Veysel’inkiler de öyle. Ozan bu isimler yani.

Peki kendini bir ozan olarak görüyor musun?

Hayır, görmüyorum. Cohen ozansa ben değilim, anlatabiliyor muyum? Şimdi baktığım zaman kağıtta evet güzel şeyler var, yani güzel anlatmıştım. Güzel kafiyeler var ama bir şiir olarak okumam yani. O sözlerle şarkı oluyor. Bir şiir kitabı çıkarmam o sözlerle. Şarkı yazarıyım, ozan değil.

Peki albümünün geri dönüşlerini almaya başladın mı?

Güzel dönüşler oldu ama eskisi gibi değil artık bu işler. Eskiden hakikaten çok röportaj, bir sürü yere davetler geliyordu. Artık öyle değil. Belki piyasadan çekildiğim içindir. Konser vermiyorum, sosyal medyada da sessizim yani. Hakikaten biraz ortalıkta olmak gerekiyor duyurmak için. O da bana sahte geliyor. Sosyal medyayı çok sevenlerden değilim çünkü orada müziğinle olamıyorsun. Müziğini paylaştığında gördüğün ilgiyle, selfienle gördüğün ilgi arasında uçurum var. O yüzden bu konularda biraz alaycı ve kuşkucuyum.  Sonuçta iş bende bitiyor. Biraz daha bu konularda hareketli olsaydım farklı olurdu ama bu istediğim bir şey değil. Başından beri bu işi sevmedim. Bir ara daha aktiftim sosyal medyada ama iyi hissetmiyordum o dönemde de. Sürekli kendini hatırlatma durumu bana ağır gelmeye başladı. Ben ilk albümü çıkardığımda sosyal medya yeni çıkmıştı daha dijital mecrada müzik dönme olayı pek yoktu yani en fazla MySpace, SoundCloud falan vardı ve o zaman bile kendini pazarlama senden bekleniyordu. İşte basın bültenini sen yazıyorsun, konser broşüründeki yazıyı sen yazıyorsun yani hep böyle bir kendini sen değilmişsin gibi özetleme durumu. Bu sıkıntılı bir durum hakikaten. Kimisi çok iyi beceriyor. Kimisi de yapamıyor. Benim kumaşımda yok o. Artık müzik olmaktan çıkıyor konu, kendini, imajını pazarlar hale geliyorsun. O yüzden artık sadece Instagram ve YouTube var bende o pencere için. Bir şey yaptığımda oradan duyuruyorum. En güzel geri dönüşler de hakikaten müziğimi takip edenlerden geliyor.

Ama anladığım kadarıyla senin de öyle bir geri dönüş beklentin yok.

Evet, yok. O beklenti hasta eder insanı.

Albüm daha çok yeni ama yeni çalışmalara başladın mı ve gerçekleştirmeyi istediğin bir hayalin var mı?

Müzikle ilgili ben sürekli bu son noktasına geliyorum ama sonra o geçiyor. Büyük ihtimalle olur yine ama şu aralar müzik dışında bir roman yazma fikri çıktı içimde, alevlendi. Hatta bayağı bir üstüne düşündüm, hikayeyi kurdum. Bakalım onu yapabilecek miyim? Hep böyle bir roman yazma isteğim olmuştu ama yazacağım da ne anlatacağım yani? Zordur o damarı bulmak. O  damarı buldum. Bakalım onu gerçekleştirecek disipline sahip miyim? Bakacağız.

Bence bunu birçok yerde duyur ki üstünde baskı olsun yapmak için.

Doğru söylüyorsun. O iyi bir yöntem.

Çok teşekkür ediyorum Şirinciğim. Romanını bekliyoruz!

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR