2015 yılında Yalçın Hafızoğlu, Faruk Aydın Toksöz ve Ali Göktürk tarafından kurulan progresif metal grubu Alkera, bir süredir yayınladığı teklilerin ardından yeni albümleri “Zamanın Ötesine”nin gün sayarken kendileriyle biraz söyleştik. Grubun hikayesinden, yeni albümlerine kadar merak ettiğim her şeyi uzun uzun konuştuk. Gürültülü bir sohbet için sizi de röportaja alalım.
Batıkan BAKSI / [email protected]
Konuşmamıza sizi ilk kez dinleyecek birisiymiş gibi davranarak başlamak istedim. Alkera’yı nasıl tanıtırsınız? Nasıl bir müzik dinlemek isteyenler sizi dinlemeli mesela, ne sunuyorsunuz metal dinleyicilerine grupça?
Yalçın: Bu soruya hep ben cevap veriyorum yine hemen duruma atlayayım. (Gülerek) Alkera aslında sadece bir müzik grubu. Bizden tanımlama istediklerinde progressive rock/metal diyoruz. Herkesin farklı farklı zevkleri var ve bu karışım bizi oluşturuyor. Kelime anlamı olarak ‘Alchera’ aborjin yerlilerinin düş zamanı demek. Aborijinler, dünya yaratılmadan önce, evrende tüm canlıların sadece ruh olarak var olduğuna inanıyorlardı. Bu mit “düş zamanı” olarak anlatılıyor. Ruhlar her şeyden önce ‘Alchera’da vardı ve bu ruhlar dünyada vücut bulup, öldükten sonra Alchera’ya, oradan tekrar döngüsel olarak başka bir bedenle buluşmak üzere dünyaya dönüyordu. Hint inanışındaki reankarnasyon gibi bir inanış yani. Ben de mitoloji okumaları yaptığımda bu ismi beğenmiştim. Aslında Alkera ismi ortaokul yıllarımda Onur diye bir arkadaşımla keşfettiğimiz bir isimdi. Kendisiyle sonrasında görüşemedik ama Alkera grubumuzun adını oluşturdu. Biz -ch harfi yerine k harfini kullanarak Türkçeleştirdik. 2015 yılında Faruk’la Alkera’yı kurmaya karar verdik. Kendisiyle Liselerarası Müzik Yarışması’nda tanışmıştık ve çeşitli projelerimiz olmuştu. Çok bir süre geçmeden aramıza Ali katıldı. 2018 yılında o zamanki vokalimiz Berzan ve bas gitaristimiz Erdinç ile birlikte İngilizce sözlü “Live in Sin” EP albümünü yayınladık. 2019 yılı bizim için milat oldu diyebiliriz. Aramıza önce bas gitarist olarak Ozan sonra da vokalist olarak Onur katıldı ve nihayetinde Alkera güncel halini almış oldu. Prova süreçleri gerçekten bizi heyecanlandırmıştı. Ozan ve Onur gruba dahil olmasaydı belki de projeyi sonlandıracaktık. “Bazen bir şey olacaksa oluyor” diye düşünürken pandemi patladı. Bir anda evlere kapandık. Biz de bunu fırsata çevirerek online olarak beste çalışmalarımızı sürdürdük. Artık 5 kişi olmuştuk ve pandemi bizi durduramazdı. 2021 yılında “Coexist” EP albümünü hemen sonrasında ‘Taş Yuva’ teklisini yayınladık. Isınma turlarını tamamlayıp bir yandan konser sürecini başlattık diğer yandan da “Zamanın Ötesine” albümünün çalışmalarına başladık. Bugün ise buradayız.
Onur: “Zamanın Ötesine” sadece bize ait kapalı devre bir fikirler bütünü değil. Bariyerlerin ortadan kalktığı ortak değerlerin arayışında çok samimi bir anlatı. Hem kendimize geçmişten kalıcı bir not hem de bizimle benzer çıkmazlarda olan insanlara uzattığımız bir el. Metal müzik ise şiddetli duyguları ifade edebilmek için kullandığımız en güçlü araç \m/
Madem tanıştık 🙂 yeni albümünüz “Zamanın Ötesine” hakkında da fazlasıyla merak ettiğim şeyler var. Albümün üretim, yapım ve kayıt sürecini bizzat grup üyelerinden dinlemek istiyorum. Alkera için nasıl bir deneyimdi 10 şarkılık bir albüm hazırlamak?
Ali: Çok heyecan verici ve tabii ki yorucu bir süreçti. Benim açımdan Alkera ile üretim sürecinin en anlamlı yanı her parçanın hepimizin süzgecinden geçmesi. Tabii bunun için ciddi bir emek ve mesai gerekiyor. Ama sonuçta ortaya çıkan albüm için şunu diyebilirim ki her riff’inde, her melodisinde, her notasında hepimizden bir parça var.
Ozan: Hem şahane, hem de sancılı. Sabah 9 – akşam 6 çalışırken kendimize ayıracağımız zamanda Alkera’ya yoğunlaşmak yer yer çok yorucu olabiliyor. Ama içinde bulunduğumuz yıllarda konsept bir metal albümü yapabilmek için yapılması gereken şey fedakarlıksa, bu sancılı süreçler bittikten sonra sadece müziğe odaklandığımız o gün, “buna değdi” diyeceğimden eminim.
Faruk: Aslında bu albümün ilk teklisi neredeyse 2 yıl önce yayınladığımız ‘Taş Yuva’ idi. Pandemi şartları ve çeşitli başka çevresel etmenler sebebiyle albümü ancak 2024 ortasına doğru yayınlayabiliyoruz. “Zamanın Ötesine” için pandeminin geciktirdiği albümlerden biri diyebiliriz. Ancak bu uzun bekleyiş bize son derece titiz ve detaylı çalışabilme fırsatı da sundu. Bu sayede son derece içimize sinen şekilde projeyi tamamlayabildik. Şarkı yazım sürecine başlamadan önce nasıl bir albüm ortaya çıkartmak istediğimizi tartışmış ve bir sonuca varmıştık. Kendi fikirlerimiz dışında müziğimizi şekillendiren bize yön veren herhangi bir dış faktör olmadı (Prodüktör – plak şirketi yönlendirmesi vb). Dolayısıyla ilk plana sadık kalarak “Zamanın Ötesine”yi tamamladık. ‘Kan Revan’ ve ‘Dilhun’ da bu plan içinde önemli yer tutan şarkı idi ve bu şarkıları tekli olarak yayınladık. Beklentimiz ile de son derece örtüşen bir sonuç ortaya çıktı.
Onur: Bu albüm benim şimdiye kadarki en büyük itirafım. Bu yüzden dinlediği müzikten rafine beklentileri olanları yakalayacağı gibi çok samimi bir dinleyici kitlesi yaratacağına da eminim.
“İcra ettiğimiz müzik tarzı son derece yüksek odaklı ve disiplinli çalışmayı gerektiriyor…”
Son EP’niz “Coexist” ve single’ınız ‘Taş Yuva’dan bu zamana 2 sene geçti, geçtiğimiz günlerde de albümden ‘Kan Revan’ ve ‘Dilhun’ adlı şarkıları yayınladınız. Bugün artık gruplar / sanatçılar hep single yapıyor ama siz direkt bir albüm çıkarmak istemişsiniz. Tam bir albüm yapmak riskli mi sizce, müziğin bu kadar hızlı tüketildiği bir dönemde bu riski göze alıyor musunuz?
Ozan: Ben hâlâ kaset dinleyen biriyim. Dijital mecralarda bile albüm dinlemeyi tercih ediyorum. Açıkçası bu single trendi hiç umrumda değil. Gün gelecek, o dinleme platformları bittiğinde kasede, CD’ye, plağa kalınacak. (Gülüyor)
Faruk: Global çaptaki müzisyenler için bile çağımızın kolay olduğunu söyleyemeyiz. Algoritmalarda ön plana çıkmak için bazen single yayınlamak etkili olabiliyor fakat albüm başka bir şey. Albüm çıkartmanın riskleri olduğu gibi faydaları da var. Uzun setlist’lerle konserlere çıkabiliyor oluyorsunuz en basitinden. Kaldı ki icra etmeye çalıştığımız müzik tarzı son derece yüksek odaklı ve disiplinli çalışmayı gerektiriyor. Özellikle bizim gibi sektörde kalıcı yer edinmek isteyen müzisyenlerin her yeni projede bir öncekinin üzerine üzerine çıkması beklenir. Bu da sürekli gelişim ve sürekli ilerleme gerektiren bir durum. Şimdilik bu konuda fena gitmediğimizi düşünüyoruz. Müziğimiz gelişip olgunlaşırken bireysel olarak da gelişmeyi sürdürüyoruz. Bu süreçte de yer yer single yer yer albüm şeklinde durmadan üretmeye devam etmek istiyoruz.
Onur: Biraz eski kafalı bir yorum belki ama iyi bir albüm bir grubun temelini oluşturan bir manifesto adeta. Ancak bir albüm oluşturmak kolay olmadığı için her gruba ekseriyetle önerebileceğimiz bir süreç de değil belki ama mümkünse yapmak gerek çünkü kendini albümle ifade eden bir grup size, kendi yansımasından çok daha büyük bir örneklem sunmuş olacaktır. Bunun dinleyicide, grupla ilgili oluşturacağı bağlam çok daha anlamlı.
Bir de siz progresif metal yapıyorsunuz; metal müziğin yakından takipçisi olarak camiayı da biliyorum, progresifi seven tam sever, sevmeyense kaçar. Türkiye’de progresif metale aç olan kısım şarkılarınızı dört gözle bekliyor olmalı. Verdiğiniz konserlerde nasıl tepkilerle karşılaşıyorsunuz?
Yalçın: Progresif metal biraz farklı bir tür. Bazı metal dinleyicisi sevmezken bazıları aşk duyabiliyor. Ülkemizde de hatrı sayılır bir takipçisi var bu türün ama janra da kendi içinde kırılımlar yaşamaya devam ediyor. Bazı dinleyen Dream Theater yolunu severken bazısı Leprous, Periphery izleğini tercih ediyor. Ben kendi adıma tarz ayırmadan dinlemeyi seviyorum. Hatta elektronik müzik bile dinliyorum. Bir tarzın içine hapsolmaktansa türler arası geçişkenlik ve üretirken yeni şeyler deneme arzusu bende ağır basıyor. Şu ana kadar verdiğimiz konserlerden en aklımda kalanı İzmir’deki konserimizdi. Çevre illerden gelen dinleyicilerimiz vardı. O zaman henüz “Coexist” EP albümünü ve ‘Taş Yuva’yı yayınlamıştık fakat konser anında ve sonrasında dinleyicilerimizin ilgisinden yola çıkarak albüm yapmamız gerektiğini o an hissetmiştim.
Ali: Progresif müzik adı üstünde “progress” eden, kendini tekrar etmeyen bir müzik. Çıkış noktası da dönemin diğer popüler janralarının dayattığı belli kalıpları reddetmesi. Bu açıdan bakınca progresif müziği bir alt janra gibi tanımlamak zor. Bu müzik tarzı her janradan besleniyor. 70’lerden günümüze kadar üretilmiş progresif müziklere baktığınızda o kadar büyük bir çeşitlilik görebilirsiniz ki. O yüzden progresif müzik dinleyicisi de kendi içinde çok farklılık gösterir. Grup içinde de dinlediğimiz progresif grupları arasında ciddi farklılıklar var. “Zamanın Ötesine” albümü tüm bu farklı tarzların harmanlandığı bir kazan. Ama hepimizin ortak noktası belli kalıpların içine sıkışmamış, kendini tekrar etmeyen, mümkün olduğunca çok farklı janradan beslenen bir müzik yapmak.
Onur: Tarz ile ilgili tespitine katılıyorum ancak samimi işlerin tarzdan bağımsız derin bağlar kurabildiğini de gözlemledim ve buna gerçekten inanıyorum. Bu tarz bir müzikle artık kulaklarımızda anlamını yitirmiş ve yeterince tüketilmiş basit melodilerden kaçanları bekleyen çok şey var. Henüz az sayıda da olsa verdiğimiz konserlerden bu görülebiliyor. Tamamen Türkçe eserlerden oluşan bir albümün, özellikle konserlerle desteklendiğinde, tarza yeni dinleyiciler kazandıracağını ve hali hazırda sevenlerle bağlarını da güçlendireceğine şüphem yok.
“Aldığımız ilhamın içine doğduğumuz, yaşadığımız yerlerden bir şeyler sızıyor…”
Türkiye’deki metal müzikten bahsediyorsak yerelleştirme mevzularına da değinmeden edemeyeceğim. Rock müzikte Türkiye’den dokunuşlara çok rastlıyoruz ama metal grupları biraz daha batı ağırlıklı çalıyor bildiğiniz gibi. Alkera olarak sizin bir köprü kurma gayeniz var mı? Şarkılarınız hem Türkçe hem İngilizce ya aslında oradan bu sentezi kurmak isteyebileceğiniz geldi aklıma.
Ozan: Böyle bir niyetimiz olmasa bile büyüdüğümüz coğrafya diye bir gerçek var. Aldığımız ilhamın içine muhakkak doğduğumuz, büyüdüğümüz, yaşadığımız yerlerden bir şeyler sızıyor.
Yalçın: Ozan’a katılıyorum. Aslında beste aşamasında “böyle olması lazım” diye bir bakış açımız yok. O an içimizden gelen ne ise onu yansıtmaya çalışıyoruz. Kendimizi olabildiğince özgür bıraktığımız zamanlarda bizden neler çıkabileceğinin garantisini veremem.
Onur: İnsanın geçirdiği duygusal yolculuğu; farklı dönemlerden, farklı tarzlardan beslenmeden anlatmak bence pek mümkün olamazdı. Bu albümü deneyimleyenler bunu doyasıya yaşayacaktır. Ama dürüst olmak gerekirse albümdeki bazı duyguları içselleştirmek kimisi için daha uzun bir yol gerektirebilir. O yüzden serüvende kaybolmamak adına zaman zaman eskiyle yeniyi harmanlamak daha anlamlı hale geldi. Umarım bu, süreci, dinleyicisi için daha keyifli hale getirir.
Size tam bağımsız bir grup demek yalan olmaz diye düşünüyorum. Çünkü hem kendinize ait bir stüdyonuz var, üzerine Nefes Records olarak bir yapım şirketiniz var. Haliyle piyasa kaygısı olmadan kendi müziğiniz üzerinde tam yetkiye sahipsiniz. Bağımsız hareket edebilmek müziğinize nasıl yansıyor? Biraz da insanın en büyük bariyeri kendisidir neticede, kendinizi frenliyor musunuz mesela bazen?
Ozan: Herbirimizin çok defa değişti partisyonları! Kendi adıma konuşursam, albümün gazına gelip gereksiz olduğunu sonradan fark ettiğim şeyler çaldığım oldu. Böyle bir anda orada olmak istersiniz. Herkes sakince dönüp “Emin misin?” diyerek gerçekle yüzleştirdiler. (Gülerek) Şimdi dönüp baktığımda “iyi ki de frenlemişler” diyorum.
Yalçın: Çağ değişti. Sadece müzisyenler değil gazeteciler, borsacılar, yayıncılar artık aklınıza gelen çoğu sektörün çalışanları bağımsız iş yapabiliyor. Ben dijital dünyayı herkesin patron olduğu kocaman bir köye benzetiyorum. Üretim ayaklarının birinci kullanıcıya inmesiyle çeşitlilik ve üretkenlik arttı fakat bu sefer görünür olmak bir mesele oldu. Sanırım bunun bir sonu yok. O yüzden bu duruma takılmaktansa üretimin kendisine odaklanmak daha mantıklı geliyor. Faruk ve Fikret Ertan ile Nefes Records’u tam da bu amaçla kurmuştuk. Kendimizin ve yakın çevremizdeki sanatçıların üretimlerini yayınlayabilmek amacıyla giriştiğimiz bu yolda zaman içinde tecrübelendik. Benim birincil mesleğim olan oyunculuk sayesinde çevremde klip, kapak tasarımı, fotoğraf vb. müzik harici prodüksiyon ayaklarında inanılmaz yetenekli insanlar oluyor. Onları kendi hayalimize ortak edebildiğimiz zaman ortaya hem kolektif bir iş çıkıyor hem de Alkera her bireyin kendi sanatını gösterebileceği bir mecraya evriliyor. Davul kayıtlarını akustik olarak North Stüdyoları’nda Semih Soyaltın aldı. Mix ve mastering aşamaları Ertuğrul Gül tarafından tamamlandı. Kapak tasarımımızı Özkan Durakoğlu yaparken kliplerde Sarper Karataş ve Woerktheater ekibiyle birlikte çalıştık. Fotoğraflarımızı Oğuzhan Üstün çekti. Tabii bu ayaklar bitmiyor. Kliplerin kurgusunu Ali ile birlikte yaptık. Ben çok anlamıyorum programdan ama Ali zaten yazılımcı. Kendisinin Keystage adında bir programı var. İkimiz kurguyu aşamasını gerçekleştirirken Ozan sosyal medya içeriklerimizi tamamladı. Okan Heptaş color aşamasını gerçekleştirdi. Faruk bu dönemde mix & master aşamalarını takip etti. Onur ve Ertuğrul İzmir’de yaşıyor. Onur’un Erto’nun başında beklediğini biliyorum. (Gülerek) Evet artık bir yapımcının baskısıyla özgürlüğümüz kısıtlanmıyor ve istediğimizi kolektif olarak yapabiliyoruz fakat tüm yapım aşamalarını, konser ve festival süreçlerini, pr çalışmalarını vs organize etmek ayrıca görünürlüğü sağlamak hiç de kolay değil. Umarım hayalimizi gerçekleştirebiliriz.
“Ekip arkadaşlarımızı işin içine katınca kocaman bir ajans gibiyiz!”
Grup olarak farklı disiplinlerden üyelere de sahipsiniz. Mesela davulcunuz Yalçın (Hafızoğlu), aynı zamanda Türkiye’nin yakından tanıdığı bir oyuncu. Ya da Onur (Çobanoğlu)’u O Ses Türkiye’de geniş bir kitleye metal dinletmesiyle de biliyoruz. Sahip olduğunuz bu özellikler Alkera’nın bilinirliğini arttırmaya yarıyor mu sizce?
Yalçın: Muhakkak etkisi oluyordur ama müzik bambaşka bir sektör ve rock / metal bambaşka dinamikleri olan bir janra. Herkesin multidisipliner olmasının Alkera’ya bilinirlik sağlamasından ziyade üretim ayaklarında faydası oluyor. Onur aynı zamanda seslendirme sanatçısı. Bu sahnede frontman olan bir müzisyende bulunabilecek en güzel özellik. Faruk büyük bir firmada satın alma pozisyonunda. Emin olun, bağımsız bir yapım ve grup için en önemli nokta tam olarak burası. Ozan aynı zamanda reklam ve yayıncılık sektöründe video ve fotoğraf işleriyle uğraşıyor. Ali zaten deha. Matematikçiydi, sırf Alkera için üniversite kariyerini yaktı, neyse ki aynı zamanda yazılımcı, sahnedeki tüm teknik detaylarımızı çözen adam konumunda. Ekip arkadaşlarımızı da işin içine katınca kocaman bir ajans gibi olduğumuzu söyleyebilirim.
Bugünün sosyal medyasında göründüğümüz kadar varız. Bu sebeple grup ve sanatçıların eskisinden daha sık görsel materyal paylaşması, gündemde kalmasını sağlıyor. Siz de gördüğüm kadarıyla gerek kliplerinizle gerek live videolarınızla sosyal medyayı iyi kullanıyorsunuz. Görsel dünyanızı ve videolarınızın konseptlerini nasıl ve neye göre belirliyorsunuz?
Ozan: Burada en önemli faktör şarkıların bize ne hissettirdiği oluyor. Çünkü kapak tasarımını yaptırırken de, klibin görsel dünyasını tasarlarken de, hatta bir dikey videonun kurgusunu planlarken bile şarkılara hizmet etmek zorundayız ki ortaya çıkan görsel ürünler şarkı ile sağlam bir bağ kurabilsin.
Yalçın: Dijital dünyayı kocaman bir köye benzetmiştim. Herkes orada ve her şey ortada. Fakat görünür olmak için paylaşımdan fazlasına ihtiyacınız oluyor. Biz sektörün eski hâli ile yeni hâlini harmanlayıp sentez bir yaklaşımla konuyu ele alıyoruz. Sosyal medya içerikleri veya canlı çalım videolarımız da bunun bir parçası. İçeriklerimizin anlatım dili ve estetik tutumu kollektif bilincimizin bir sunumu aslında. Şanslıyız ki hem grup elemanları hem de ekiptekiler yetkin insanlar.
“Zamanın Ötesine” albümüyle birlikte Alkera, nasıl bir yoldan ilerleyecek? Sık konserler görecek miyiz sizden? Duraklama olmadan yeni üretimler de gelecek mi peşinden?
Ozan: Durabileceğimizi pek düşünmüyorum açıkçası.
Ali: Tabii ki gelecek. Yaz ve sonbahar için şimdiden planlanmış konserlerimiz var. Bir sonraki albümümüz için de şimdiden ufak ufak fikirler gelmeye başladı 🙂
Son olarak metal dinleyicilerine ve dergy.com okurlarına bir mesajınız var mı?
Yalçın: Bizi dinleyin, beğenin, paylaşın, yorum yazın, takip edin.
Faruk: Konserlere gelmeyi ihmal etmeyin.
Ozan: Aranızda kaset basan varsa bize ulaşabilir mi?
Onur: Zaman herkes için değerli ve “Zamanın Ötesine” albümü, ona ayıracağınız zamanı daha değerli hale getirmek için elinden geleni yaptı. Umarım keyifle dinlersiniz ve konserlerde de daha coşkulu şekilde bir arada oluruz.