Bir canlıyı diğerinin önüne koyacak kadar sevgisi kıt bir insan değilim. Kalbim çocuklara da hayvanlara da ziyadesiyle açık. Bu noktadan hareketle bizlere, köpek ve insanın az değil yüz yıllardır süren dostluğunu anlatan birkaç yapıma göz atalım istedim.
Neslihan Atcan ALTAN
Marley & Me (2008) yıllar yılan
Başrollerini Owen Wilson, Jennifer Aniston ve Clyde’ın (Marley’nin büyümüş hali) paylaştığı yapımda John ve Jenny çiftinin aile kurma macerasına eklenen Marley’nin yaramazlıklarına, gün be gün ailenin vazgeçilmez bir parçası oluşuna, hayatın akışında Marley’nin kendi yolculuğunu tamamlayışına tanıklık ediyoruz. Kahramanlarımız, Marley delisinin kırdığı cevizlere çıldıra çıldıra katlanarak, çocuğunu nasıl atamıyorsan, birlikte yaşadığın hayvan dostunu da atamayacağını gösteriyorlar. Hem çok güldüğüm hem de epey gözyaşı döktüğüm bu yapımı izlemediyseniz şiddetle tavsiye ederim.
Turner & Hooch (1989) hassas bölge köpüşü
Tom Hanks’in gençliğinin cin cücüğü gibi bir sevimliliği vardır. Onun bu sevimliliğini gölgede bırakacak tek birey de bu filmde ona Hooch karakteriyle eşlik eden Beasley the Dog olabilir. Huysuz bir polis dedektifi olan Turner’a zorunlu ortak olarak “atanan” nev-i şahsına münhasır köpüş Hooch, yine köpek ve insan arasındaki bağı ve dostluğu bize o topitop suratıyla ortaya koyuyor.
Beethoven (1992) St. Bernard aşkına
E, bu zobalak suratı hatırlayan çıkar mı aranızdan? Senaryosunu John Hughes’un yazdığı (buradan bknz) yapımda henüz bebecikken Newton ailesine kaçan St. Bernard türü Beethoven’in ailenin çocuklarına bir büyük ağabey misali yardım edişini, peşindeki utanmaz veterineri, aile reisi George’la -evet aile reisi sevgili gen Z’ler. Yıl 1992. Öyle deniyordu, tamam?- gerilimli ama sonu tatlıya bağlanan ilişkilerini izliyoruz.
I Am Legend (2007)- Post-apokaliptik dünya dostu
Richard Matheson’un aynı isimli kısa romanından uyarlanan yapımda, dünyanın zurnanın zırt dediği noktasındayız. Gezegenimizin post-apokaliptik versiyonunda tüm enfekte mutantlara karşı üç-beş insan ve insandan iyi bir köpek kalmıştır. Bir bilim insanı ve New York’un tek “yaşayan” sakini olan Robert, yanında köpeği Samantha olmasa hayatta kalamazdı. Bu film ayrıca bana 2011 yılında kurulan doesthedogdie.com sitesinin bir kazığıdır çünkü filmi izlerken girip soramadım, gardaşlar! So-ra-ma-dım! (Merak edene: Bu site bir filmin sonunda köpeğin ölüp ölmediğini söyleyen site)
Hachi: A Dog’s Tale (2009)
Çoğu sosyal medya platformunda cılkı çıkarılan bu gerçek hikayenin sinemaya uyarlanmış hali her ne kadar vasat olsa da sevgili Hachi’nin insan türüne sadakat, dostluk, kararlılık ve koşulsuz sevgi konularında verdiği derslerle renklenen bir yapım. Bilmeyenler için, her sabah trenle işe giden sahibinin dönüşünü istasyonda bekleyen Hachi, bir süre sonra artık gelmesi imkansız sahibini beklemeye devam edecektir. Anlayın artık. Ay duramadım, söyleyeceğim: 9 yıl beklemiş, 9! Beni yaz tatiline kadar beklemeyen gençlik aşklarına buradan selam ederim. Yine bilmeyenler için, gerçek Hachiko’nun 3 bronz heykelini Japonya’da farklı tren istasyonlarında görebilirsiniz.
Isle of Dogs (2018)
Wes Anderson, stop-motion tekniğiyle çektiği animasyonda gelecekte, kurgu bir Japon şehrinde geçen, politik çıkarlar uğruna tüm köpeklerin uyduruk bir bahaneyle toplanıp bir adaya atılma, atılan köpeklerden birinin çocuk sahibinin de köpeğini kurtarma hikayesini anlatıyor. Aşırı kurgu di mi? Hiç realist değil sonuçta.
White God (2014)
2014 yapımı olmasına rağmen kronolojik sırayı bozup en son bu filmden bahsetmek istedim çünkü köpeğin insan elinden çektiği türlü işkenceye rağmen affetme ve sevme potansiyeliyle ne kadar gelişmiş bir tür olduğunu, gözyaşları içinde sevgili Hagen ve arkadaşlarından öğreniyoruz. Öğreniyoruz da sanırım sonra hep salağa yatıyoruz.
Neyse… Benim bazı konularda içim kurudu. Söyleyecek söz bulamaz oldum. Kalbi kuruyanlar düşünsün diyeceğim de, o da boş. Gelecek nesillerin köpekler ve tüm hayvanlarla barışçıl ve sevgi dolu ortamlarda yaşamasını dileyip huzurlarınızdan ayrılıyorum.