İnceleme

A Complete Unknown: İdolünün peşinden giden Dylan

Elijah Wald’ın 2015 yılında yayımlanan Dylan Goes Electric! kitabından uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda James Mangold oturuyor. Hakkındaki eleştirileri ve yorumları okuduysanız filme dahil heyecanınızı kaybetmiş olmanız olası. Ancak daha biletinizi almadan beklentilerinizde minicik bir değişiklik yapabilirsek, filmden (benim gibi) büyük keyif alabileceğinizi düşünüyorum.
Aysu Uzer - 14 Şubat 2025
post image

Jay Cocks ve Mangold’un birlikte kaleme aldığı film, 97. Oscar Ödülleri’nde “En İyi Film”, “En İyi Yönetmen” ve “En İyi Erkek Oyuncu” kategorileri de dahil olmak üzere sekiz dalda adaylık sahibi. Film, 82. Altın Küre Ödülleri’nde de “En İyi Film”in de dahil olduğu üç adaylık kazandı. 

Hakkındaki eleştirileri ve yorumları okuduysanız filme dahil heyecanınızı kaybetmiş olmanız olası. Ancak daha biletinizi almadan beklentilerinizde minicik bir değişiklik yapabilirsek, filmden (benim gibi) büyük keyif alabileceğinizi düşünüyorum. İlk olarak bu filmin bir kitaptan uyarlandığını hatırlayalım. Kitabın ele aldığı en önemli nokta ise Dylan’ın müzikal yaşamında elektrikli gitar kullanımı ile başlayan kırılma noktası. Dolayısıyla hem Dylan’ı hem dönemin Amerika’sını, geçmişini, ailesini, kısacası bir biyografiden beklediğimiz etraflıca anlatımı bu filmde bulamıyoruz. Filmin girizgahına ödül listesi eklememin asıl sebebi de benim izlerken fevkalade keyif aldığım filme bir şans vermenizi sağlamak. 

Filmin sanki Bob Dylan’ı yalnızca müzisyen kimliğiyle tanımlamak gibi bir derdi var. Hatta elinde gitarı olmadan gördüğümüz sahneler bile kısıtlı. “Yalnızca Dylan’ın müziğinin gücüne temellendirilmiş, bir film olarak hiçbir unsuru doğru biçimde işleyememiş” eleştirilerine katılmakla beraber eklemek isterim ki belki de son 15 senedir “müzik ziyafeti” gibi klişe bir tanımla nitelendirebileceğimiz bir festivalimiz olmadı. Büyük bir grubun önüne eklenen alt gruplarla günübirlik konserler seyrettik, hatta pek de ilgisi olmayan gruplar kolaj mantığıyla arka arkaya günlerde konser verdi ve adına festival dendi ama eskisi gibi efsaneleşecek festivallerden uzun zamandır çok uzağız. İşte, beklentinizi tam da bu noktaya konumlandırırsanız, bir müzisyenin hayatını önü sonu belli yekpare biçimde seyredeceğinizi değil de harikulade bir müzisyeni, en sevilen şarkılarıyla uzun uzun sahnede izleyeceğinizi ve yaşamınız boyunca hiç deneyimleme fırsatı bulamayacağınız festivallere kaçak katılacağınızı düşünerek salona girerseniz, filmin sizi hayal kırıklığına uğratmayacağına inanıyorum. Öyle ki seyrettiğimden beri Joan Baez’in müziklerinden başka bir şey dinleyemiyorum. Eğer siz de -tıpkı benim gibi- Baez ile tanışmak için geç kaldıysanız, filmin size muhteşem katkıları ve tatlı sürprizleri olacağı son derece açık. Şimdiden iyi seyirler!

Çocuk korosunda söyleyen bir beatnik

Filmde Bob Dylan, Timothée Chalamet tarafından canlandırılıyor. 1961 yılında açılan filmde, en büyük idolünün (Woody Guthrie) hastaneye kaldırıldığını duyan Dylan, onunla tanışmak için beş parasız yollara düşer ve Woody’yi New York’ta kaldığı hastanede bulur. Dönemin ünlü folk müzisyeni ve savunucusu Pete Seeger ile de bu hastane ziyareti sırasında tanışan Dylan, “iyi bir şarkıdan kötülük gelmez” diyerek onlara bir şarkı çalar böylece yeteneği keşfedilir. Seeger’in himayesi altına giren Dylan kısa sürede sahnelerde bilinen bir isim olur. Gazetelerde aldığı ilk eleştiri “Çocuk korosunda söyleyen bir beatnik gibi”dir. Aynı gece, Joan Baez’in (Monica Barbaro) ‘House of the Rising Sun’ı söylediği sahneden de bahsetmeden geçmek istemem, tüylerim diken diken oldu. Barbaro, bizzat kendisi çalıp söylemiş.

Film, belki de “onda şeytan tüyü var” deyiminin en güzel karşılığını Dylan’ı beyaz perdeye yansıtma şekliyle kullanıyor. Karizmatik genç adam, kendisinden sonra sahneye çıktığı Baez’le sahnede daha şarkısına başlamadan flört eder, Johnny Cash ile mektuplaşırken en samimi duygularını gösterir, Woody’nin hastabakıcıları ile atışır… Tüm bu örneklerde kalıplara sığmayan bir gençlik ateşinin meşalesini taşır.

Sanatçının beş parasız ve melankolik bir adam olarak portresi 

Dylan’ın filmde gördüğümüz ilk sevgilisi olan Sylvie Russo (Elle Fanning), yabancı bir şehre gelmiş bu genç ama çok yetenekli adamın ihtiyacı olan her şeyi ona verir. Tanıştıkları ilk gün Dylan’a hayatta ne yapmak istediğini soran Sylvie, net bir cevap alır, “Karnı tok bir müzisyen olmak istiyorum…” Ona evini açar, sevgilisi olur, müziğini dinler… Dylan ise Sylvie ile kurduğu ilişkide şımarık bir çocuğa benzer bir rol seçer kendisine, öyle ki birkaç hafta okul gezisine gidip dönen Sylvie, döndüğünde mutfakta hazırlanmış kahve görür ve mutluluktan neredeyse çığlık atar biçimde heyecanla “Sonunda kendine kahve yapmayı öğrendin mi!? İnanamıyorum!” der. -Şu sahneyi hatırladıkça hala şaşırıyorum doğrusu- Ancak bu kendi hayatının sorumluluğunu alamayan/almamayı seçen adamın anlatılan süreçte ürettiklerine an be an şahit oldukça, “Tamam canım, siz geçin gitarlarınızla oturun ben kahveyi hallediyorum,” demek de içimden gelmedi diyemem.

Kendi müziğini yapamayan ve sadece cover şarkılar çalmaya zorlanan Dylan’ın plağı da satmaz. İç huzursuzluğu arttıkça günlük yaşamını çekilmez kılmaya başlar. Bu sırada başlayan bir tartışmada Sylvie, geçmişinden, ailesinden ona hiç bahsetmemesinden, her şeyi gizlemeye çalışmasından rahatsız olduğunu söyler. Dylan ise umursamaz. Film de seyirciye aynı Dylan’ın Sylvie’ya davrandığı gibi davranıyor. Geçmişi açıklama ve anlatma çabası olmadan. Dylan’ın en yakınına bile açtıklarının sınırlandırılmış çerçevesi içerisinde ortak oluyoruz öyküsüne.

Yalnızca Dylan’ın kişisel geçmişi de değil, film, zamanının sosyal ve politik gelişmelerini de belli belirsiz ima ederek, sahnenin gerisinden gelen kısık radyo sesiyle ve televizyon seyreden karakteriyle anlatmaya çalışır. Siyahilerin özgürlüklerini elde edebilmek için yaptıkları, Rusya ve ABD arasında başlayacağı söylenen savaşın tüm toplumu paralize edişi, Kennedy suikastı, şehirdeki kaos ve panik hali bize sadece eline gitarını alan Dylan’ın şarkılarında ilettikleri kadarıyla ulaşır.

Filmin en güzel yanının bizi içine aldığı müzik dünyası olduğunu söylemiştim. Öncelikle Bob Dylan’ı filmde canlandıran Timothée Chalamet –filmin yapımcılarından da biri- filme ve karaktere gösterdiği önemle filmdeki tüm enstrümanları kendisi çalmış ve şarkıları da bizzat söylemiş. Performansının büyüleyiciliği bu yoğun emeğin sonucu belli ki. Kullanılan tüm şarkıların altyazılarının da filme eklendiğini söylemeliyim ki bu harika bir etki yaratıyor. Newport festivalinin sahneleri de tekrar tekrar izlemeye değer.

Johnny Cash’in uzaktan uzağa dahil oluşuyla başlayan üretim süreci, ün ve şöhret, izleyicilerin beklentileri ve bunların oluşturduğu yoğun gerginlik filmde kendisine yer bulmaya başlıyor. Cash’le dertleşme-vari mektuplaşmaları, Baez ile popüler olanı yapmak ile ondan beklenene aldırmadan özgürce yapmak istediği müziği yapma çatışmaları hatta gerginliğin en yüksek olduğu anda sahneden inmesi… Tümü bizi sanki o dönem müzik camiasının içinde gezinebilen şanslı izleyiciler yapıyor. Baez ile yaşadığı romantik ilişkinin de bu çatışmalara temellendiğini düşündüğümü ekleyeyim ki sonunda Baez, Dylan’a “Kazandın artık!” diyor. 

O dönem sahnede olan, müzik üreten bir sanatçı için kazanılıp kaybedilen ne oldu tartışmaya açık ama filmden çıkınca aklımdan atamadığım bir soru oldu. Dylan kadar güçlü duran, taviz vermeyen ve isyan eden bir karakter yapısına sahip olmayanlar, yani tahmin ediyorum ki kalabalık bir çoğunluk, piyasa şartları, dinleyici beklentileri ve otoriteler karşısında ne kadar kendilerinden ve tutkularından vazgeçti ve kim bilir biz dinleyiciler nelerden mahrum kaldık, hiç haberimiz olmadan neler kaybettik… 

Son olarak; Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan -ancak elbette ödülünü almaya gitmeyen- Dylan, ödül metninde şöyle diyor: 

“Uzun zamandır yapmak istediğim şeyi yapıyorum. Düzinelerce kayıt yaptım ve dünyanın dört bir yanında binlerce konser verdim. Ama yaptığım her şeyin merkezinde şarkılarım var. Birçok farklı kültürden birçok insanın hayatında yer bulmuş gibi görünüyorlar ve bunun için minnettarım.”

Yapmak istediği şeyi yapabilmek için mücadele eden herkese selamlar!

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans