Henüz 10 yaşını doldurmuş bağımsız bir film dağıtım ve yapım şirketi olan A24 geçtiğimiz ay tam 9 Oscar kazanarak Akademi Ödülleri’ne damgasını vurmuş ve tarihte ana kategorilerin hepsini aynı yıl kazanan ilk şirket olmuştu. A24’un, “bağımsız filmlerin sempatik şirketi”nden Hollywood’un gerçek kazananına dönüştüğü yolculuğuna birlikte göz atalım.
Kaan DENK / [email protected]
Bazen her şey gerçekten de çok hızlı gerçekleşiyor… Daha önce film endüstrisi içinde halihazırda çalışan Daniel Katz, David Fenkel ve John Hodges’ın 2012 yazında kurduğu A24 bugün her sinemaseverin adını bildiği ve özellikle yeni filmlerini beklediği bir mertebeye geldi. “Kendine özgü ayırt edilebilir bakış açısına sahip” filmleri sinemaseverlerle buluşturma amacıyla kurulan New York merkezli “indie” dağıtım şirketi, kendilerine has tarzları ve medya yönetimleriyle çok hızlı bir şekilde adını duyurdu.
Roman Coppola’nın “A Glimpse Inside the Mind of Charles Swan III” filmiyle işe koyulan taze şirket hemen bir ay ertesinde “Spring Breakers” ile adını duyurmaya başlamıştı bile. Filmin, 1990’lı yılların bağımsız Amerikan sineması için sembol isimlerden biri olan Harmony Korine’in uzun yıllar sonra en çok ilgi gören filmlerinden birine dönüşmesinde payları olan A24, ara vermeden sinema gündemini doldurmaya devam etti. Sofia Coppola’nın “The Bling Ring”, Denis Villeneuve’ün “Enemy” ve Jonathan Glazer’ın “Under the Skin” filmleri gibi zamanının en ilgi çeken yapımlarını sadece birkaç ay içerisinde izleyiciyle buluşturdu. Yalnızca seçtikleri yönetmenler ve filmlerle değil, onları sunuş ve özellikle sosyal medya üzerindeki paylaşım şekilleriyle hemen öne çıkmıştı.
Kataloglarında yer alan filmlere ve yönetmenlere baktığımızda her sinemaseverin dikkatini çekecek muazzam bir denge olduğunu görüyoruz. İlk andan itibaren Disney, Warner Bros., Universal, 20th Century Fox, Paramount, Sony, Lionsgate gibi asırlık dev rakiplerinin Hollywood’u ve dolayısıyla dünya sinema pazarını ellerinde tuttuğu ve anaakımın ne olduğunu belirlediği bir dünyada onlarla yarışabilmek için önce onlardan farklı olması gerektiğini bilen bir politika izliyorlardı. A24, Hollywood’un tanıyıp sevdiği yönetmen ve oyuncuların, anaakım içinde üretmelerini istemeyecekleri projelere destek çıkıyordu. Yani bir yandan hiçbir zaman karşımıza “no-name” keşif filmlerleriyle çıkmazken, bir yandan da normal şartlarda büyük şirketler tarafından çekilseler bile o şirketler tarafından özenle kampanya yapılmayacak filmleri alıp parlatıyordu.
A24 imzası ve sektöre getirdikleri
En basit haliyle A24’un yaptığı ilk şey bu; pazar içinde masada eksikliği hissedilen bir sandalye çekip ona layığıyla oturmak. Bunu yaparken ve elinde halihazırda tanınan sanatçıların işleri varken gerisi kolaymış gibi algılanmasın tabii ki. A24’un rakiplerinden sıyrılma ve kendi tarzını oturtma yolundaki en önemli etkenlerden birisi de doğru markalaşma… Sosyal medya başta olmak üzere sinemaseverlerin nabzını çok iyi tutan ve dağıtımından sorumlu oldukları filmleri benzerlerini göremeyecekleri filmler gibi ambalajlayabilen şirket politikaları A24’un belki de en büyük imzası. Nabız tutma kısmını biraz açacak olursak, rakipleri olan büyük şirketlerin yaptığı gibi “neler ve kimler trend?” araştırmasını kastetmediğimizi söyleyelim. Kendine sektör içinde açtığı konum vesilesiyle aslında yalnızca “yıllardır gördüğünüz aynı filmleri, aynı posterleri ve aynı pazarlama cümlelerini” kullanmamak bile bu tüketici nabzını yakalamalarına yetmişti. Bugün hala kendi imzalarını sürdürür şekilde bu politikayı sürdüren şirketin dağıttığı ve çok sevdiğimiz filmlere dönüp bakınca bunu rahatça görebiliyoruz.
Mesela “Midsommar”ın yapımı ve dağıtımı (olmazdı ya) A24 yerine tanıdığımız diğer büyük şirketlerden biri tarafından üstlenilseydi neye benzeyeceğini hayal edebiliyor musunuz? Muhtemelen çok daha alışık olduğumuz karanlık bir poster tasarımıyla ve büyük olasılıkla 110 dakika civarında kırpılmış, çoğu insanın adını hatırlamayacağı bir korku filmine dönüşebilirdi. Ya da daha bir ay önce Oscar heykelcikleriyle donatılan “Everything Everywhere All at Once”ın henüz proje sunum klasöründeyken ortadan kaybolacağını da tahmin edebilirsiniz. A24’un insanların izlemek istediği sinemayı, insanların izlemek istediği şekilde ulaştırabilmesi (yani aslında dürüst olmak gerekirse tam anlamıyla “işini iyi yapmış olması”) şirketi 10 yıl içinde buralara getirebildi. Bu saydığım varsayım senaryolarını diğer sevdiğiniz A24 filmlerine de uygulayarak şirketin endüstri içinde nasıl bir konuma ve albeniye sahip olduğunu daha rahat görebilirsiniz: “Ex Machina”, “The Witch”, “The Lobster”, “American Honey”, “A Ghost Story”, “Good Time”, “Hereditary”, “Eight Grade”, “The Lighthouse”, “Lady Bird” ya da “Aftersun” bugün bildiğimiz filmler olabilirler miydi? Ya da “Moonlight” herhangi bir şekilde Oscar kazanabilir miydi?