Kafeler, tiyatrolar, parklar, kütüphaneler bize iyi gelecek yaralarımızı saracak! İşte karşınızda 3. Mekanlar.
Eylül BOMBACI / [email protected]
Ev, iş, okul kısır döngüsü hepimizin az da olsa canını sıkıyor. Kimimiz bu kısır döngüden çıkmayı başarırken kimilerimiz hayatın rutinine kaptırıyor kendini, bazen çıkacak bir yer bile bulamıyor kendine. Görülen arkadaşlar bir bir görülmüşken, cuma günü bir şeyler içmek bile aynı geliyor insana. Bir şeyler içmek mi? Bu bile yabancı gelebilir trafikte geçen saatlerden sonra. Böyle düşünenler varsa aramızda kendilerine bir 3. Mekan (3rd Space) bulmaları onlara iyi gelecek.
“3. Mekan” da neymiş?
1 ve 2. de mi var ki? Diyeceğim o ki evet, sosyolog Ray Oldenburg’ün 1989’da kaleme aldığı kitabı “The Great Good Place”te 1. Mekanları “ev”, “yuva” ve burada birlikte yaşanılan insanlar olarak tanımlıyor.Her ne kadar birlikte yaşanılan insanları görmek büyük bir tatmin yaşatsa da durum her zaman öyle olmayabilir tabii ki. 2. Mekan ise hepimizin bildiği o ikinci yer, işyeri. Kimisinin de artık evden çalışarak belki de evini işyerini bir etmiş olanların çalışma masası haline gelmiş yer. 3. Mekanlar ise insanı kendine ve yaşadığı topluma bağlayan, bir nevi çapa görevi gören, kişiyi yaratıcılığa ve biraz daha kendi sınırlarını test etmesini sağlayan yer olarak kendini gösteriyor. Evet, şart değil belki de ama bir ihtiyaç olarak sayılabilecek bir mekan. Bu mekanlarda seçim ise serbest, yıllardır boşlanan hobileri geri kazanmak için atılan bir adım da olabilir, işleri halletmek ve sokağı izlemek için sürekli gidilen bir kafe de… Hatta bu 3. Mekan konusu TikTok’a bile konu olmuş!
@nathanallebach We need walkable communities to support third places and third places to support healthy societies #thirdplace #thirdplaces #walkability #walkablecities #walkablecommunities #urbanplanning #urbanism #community #carfree ♬ original sound – nathan allebach
Peki bu mekanlar nasıl tanımlanıyor?
Bu mekanlar kişilere sıcak bir evin verdiği hissiyatı yaratabilir; kişi kendini oraya ait hissederken bir yandan da bu mekanlar eğlenceli sohbetlere ön ayak olmak için vardır. Yani bir nevi yetişkin oyun mekanı gibi hissettirebilirler. Bir yerin müdavimi olmak, oraya kolayca ulaşma şansına sahip olmak, en azından haftanın birkaç günü o topluluğun orada olacağını bilmek çokça anlamlı gelecektir. Kimsenin orada “olmak zorunda olduğu için” olmadığı bir mekan. Tabii ki de bu mekanların gerçek hayattaki varlıkları bu kadar mükemmel duyulmayabilir. Peki bu mekanları biraz daha açmak istersek nerelere bakmak gerekir günümüzde, hatta günümüz Türkiye’sinde?
Oldenburg’un 1989’da yazdığı makalede verdiği örneklerin hepsi insanların kolaylıkla ve hızlıca birbirlerine ulaşabileceği yerlere örnek veriyor: dini tapınaklar, kuaförler (burada yapılan sohbetler çok can alıcı!), spor salonları hatta fast-food restoranları bile bu listede bulunabilecek yerler. Hatta son zamanlarda düşük gelirli Amerikalılar için McDonald’s, İngilizlerin pub’ı, bizim köylerin kahvehanesi 3. Mekan olmuş durumda. Pub dediğimiz kelime de zaten tam olarak buradan doğuyor, “public house” hani bildiğiniz halk evi.
Sanal dünyada da 3. Mekan
Brookings’te yayınlanan bir yazıya göre Amerikalı gençlerin 3’te biri artık bu mekanların dijital ortamlarla telafi edildiğini söylüyor. Whatsapp grupları, online oyunlar, Discord kanalları, Youtube canlı yayınları gibi birçok mekan ve belki de yakında Metaverse işte bu bahsedilen mekanların içine rahatlıkla girebilecek durumda. Fakat kimisine göre bu online sosyalleşme fenomeni “gerçek” üçüncü mekanları gücünden ederken bir yandan insanlara sahte bir sosyallik algısı yaratıyor.
Deniz kenarı semtlerdeki farklı olanaklara sahip kulüplerin yanında bir kahvehane veya herkesin o bildiği zincir kahvede her gün oturmak bizim ve çevremiz hakkında neler söyler diye düşünmek gerekiyor. Bu seviyeleşen 3. Mekanlara ulaşmak ise genellikle paradan, sosyal ve kültürel sermayeden bile geçebiliyor. McDonald’s’ı bile buraya koyabiliyor olmamız herkesin elbette ki bir şekilde bu üçüncü mekana sahip olabileceğini gösterirken, kendini nereye ait hissedebileceğin veya hissetmek isteyeceğin pek de sorgulanmıyor. Yine de Oldenburg, şehirlerde oluşan derin ekonomik eşitsizliği rahatlatmanın bir yolunun da bu üçüncü mekanlara verilecek özen olduğunu savunuyor. Çok da haksız da değil sanki.
Pandemiyle eve kapanmak insana kendisiyle alakalı çok şey öğretti. Kendimize doğru çekildiğimiz bu süre zarfında başkalarıyla olmayı unuttuk, yemeğimizi pişirip çekirdek ailemizle diziler bitirdik. Şimdilerde bu alışkanlıklarımız ise “yalnızlık devri” olarak geçti literatüre. Amerikalıların yarısı kendini yalnız hissederken Türkiye, yalnız hissetme oranında Avrupa sıralamasında 6. Sırada bulunuyor. Amerika’nın bu yalnızlığının yanında Türkiye’nin durumu hafif kalabilecekken asıl darbe gençlerden geliyor. Çünkü Avrupa’lı gençlere oranla 16-24 yaş arasındaki Türk gençleri kendilerini çok daha yalnız hissediyor. Bu durumda ise bu 3. Mekanların varlığının panzehir görevi görebileceği iddia ediliyor.
Kendine uygun 3. Mekan bulmak
Peki nasıl bulabiliriz bu yerleri? İş yine iç dünyamızda bitiyor, etrafımıza baktığımızda nereleri görmek istiyor, neler duymak istiyoruz? Ekrana bakmaktan yorulmuş gözlerimiz ve klavyeyi tekmeleyen parmaklarımız bize fiziki dünyanın varlığını hatırlatmamızı mi rica ediyor? Müzik mi dinlemek istiyoruz yoksa insanların kahkahalarını mı duymak? Kafeler, parklar, bahçeler, barlar, halk evleri, kar amacı gütmeyen korolar, çini atölyesi, spor salonları ve bu yazının hayal gücüne değil de okuyanın hayal gücüne sığabilmiş tüm mekanlar bu listeye dahil.
3. Mekanınızda sizi huzurla karşılayacak bir playlist‘i de aşağı bırakıp, kendi mekanımıza şöyle bir bakıyoruz, burada olmak çok keyifli!