Daha önce birkaç kez Antakya’yı ziyaret etmiş olsam da bunların hepsi tamamen yemek odaklıydı 🙂 Bu sefer ise mevzunun -şehrin- daha derinlerine indim…
İpek ATCAN / [email protected]
Sebebi ziyaretim aslında The Museum Hotel Antakya’ya gitmekti. 2019 yılında açılan bu oteli defalarca duymuştum. 2020’nin başında başlayan pandemiden dolayı kapanan otel, 2021 sonbaharında yeniden faaliyet göstermeye başlıyor. Defalarca fotoğraflarına bakmış olsam da görünce nutkumun tutulduğunu söylemeliyim. Fotoğraflarda ebadını ne kadar düşünüyor ya da hayal ediyorsanız onu en az 10 ile çarpmanız lazım. Dünyanın en büyük tek parça mozaiğine bakarken insanın aklı uçuyor! 2300 yıllık bir tarihi tam da yerinde görmek ciddi anlamda büyüleyici. Ama gelin bir de bu 2300 yıllık geçmişin bulunduğu yerin yakın geçmişine göz atalım.
Asfuroğlu Ailesi ve tarihle buluşma
1990 yılında Antakya’lı Asfuroğlu Ailesi, 17 farklı kişi ve bu kişilerin varisleriyle beraber toplamda 66 kişiden bu araziyi alıyor. 2009 yılında ise artık kendi arazileri olan bu bölgede inşaata başlıyorlar. Fakat bölge üçüncü dereceden sit alanı olduğu için arkeolojik sondaj yapılıyor. Ve bu çalışmalar sonucunda otelin temelinde mozaik eserler ve farklı arkeolojik kalıntılar ortaya çıkmaya başlıyor. Otelin arazisinin arkeolojik alan olduğu ortaya çıkınca işin rengi değişiyor ve yeni bir karar verilmesi gerekiyor; inşaata yeni bir planla devam edilmesi ya da alanın devlete teslim edilerek projeden vazgeçilmesi…
Ancak yetkili merciler ve mimarların tavsiyesi üzerine artan bütçeye ve çıkacak olan tüm maliyetlere rağmen müze otel olması adına bir yola çıkıyorlar ve proje revize ediliyor. Tam 10 yıl boyunca 35 arkeolog, 120’den fazla işçi ve 5 restoratör ile birlikte kazı çalışmaları devam ediyor. Ve otelin projesi, eserlere zarar verilmemesi adına 17 kez değişiyor. Projenin arkasında ise çok ünlü bir mimar olan Emre Arolat yer alıyor. Ve onun önderliğinde hem müze hem de 200 odalı müze otel inşa ediliyor.
Dünyanın en büyük tek parça mozaik eserine ev sahipliği yapmasının yanı sıra; Pegasus mozaiği, antik Roma hamamları, Kutsal Ruh ve doğal yaşam mozaikleri ve Eros heykeli kazıdan çıkarılan ve müzede sergilenen önemli eserlerden sadece bazıları. En ilgimi çeken ise çeşit çeşit kuşlardan oluşan mozaik oldu. Neden? Çünkü ailenin adındaki “asfur” aslında Arapça’da “kuş” demek. Sanki bu alanla bir araya gelmeleri, onarlı geçmişleriyle buluşturmuşçasına bir his uyandırdı bende. Bu arada müze herkese açık. Müze kart ile giriş yapılabiliyor.
Tarihe eşlikçi Antakya lezzetleri
Antakya’nın lezzetleri saymakla bitmez elbet ama sadece künefeden ibaret olmadığını da söylemeliyim. Lübnan mutfağından etkilenen ve tabii onları da etkileyen şahane bir mutfakları var. Mezelere zaten diyecek hiçbir şey yok ama Fettuş salataları, sürk peynirleri, tuzlu yoğurtları, biberli ekmekleri, zahterleri ve peynirli irmik helvaları muhakkak denenmeli.
Ayan Meyan ve dahası
Yine The Museum Hotel Antakya içerisinde yer alan Ayan Meyan, yöresel lezzetlerin en iyilerini bulabileceğiniz bir yer. Otel içinde yer alan bir diğer mekan Birdy ise her ne kadar dünya mutfağına yer verse de onlara bir miktar yöresel dokunuşlar da gerçekleştirmiş. Şehrin merkezine indiğinizde muhakkak ziyaret etmeniz gereken birkaç yer daha önermek isterim. Bunlardan bir tanesi 1979’dan beri hizmet veren Antakyalı İbrahim Usta’nın Humus, Bakla ve Meze Evi. Saatlerce bir küpün içinde pişen kuru baklalarla yapılan mezesi ve tabii ki kremamsı humusu denemeye değer. Özellikle humus favorim oldu. Yöresel bir kahve içeyim derseniz Affran Kahvesi bu isteğinizi karşılayacaktır ve yine yöresel lezzetler için Mualla Meyhane’ye gidebilirsiniz.
Muhakkak görmeniz gereken tarihi yapılar
The Museum Hotel Antakya’nın bazı odalarından gözüken Saint Pierre Kilisesi görülmesi gereken yerlerden. Doğal bir mağara kilisesi olan bu yerin kesin inşa tarihi bilinmemekle birlikte; İsa’nın on iki havarisinden biri olan Aziz Petrus’un ilk vaaz verdiği yer olduğuna ve cemaatin ilk kez ‘Hıristiyan’ adını aldığına inanılmaktadır. Bu nedenle St. Pierre Kilisesi, Hıristiyanlığın ilk kilisesi olarak biliniyor. Hatta her yıl 29 Haziran’da dünyanın birçok yerinden insanlar hacı olmak için bu kiliseyi ziyaret ediyor.
Bunun yanında birçok müzeleri olmasına rağmen Hatay Arkeoloji Müzesi de yine görülmesi gereken yerlerden. Birçok ikona, mozaik, en yenisi 1993’te çıkarılmış olmak üzere yüzyıllara yayılan bir sürü lahit ve çok daha fazlası bu müzede sizleri bekliyor. Özellikle Şuppiluliuma’yı kanlı canlı görmek muazzam. Yıllardır kafasındaki miğfer sanıyordum, bunun Şuppiluliuma’nın kıvırcık saçları olduğunu öğrenince epey şaşırdım.
Özetle neden üzerine basa basa medeniyetlerin başkenti denildiğini Antakya’ya adımınızı atar atmaz anlamanız mümkün.