Elektronik müziğin global sahnesindeki en ikonik isimlerden Armin van Buuren, 20 Eylül 2025 akşamı özel bir konseptle İstanbul’a geri dönüyor. Biz de dergy.com için onunla bir araya geldik; yalnızca bir DJ seti olarak değil, ışık, sahne tasarımı ve görsellerle kurgulanan THE ORB deneyimini, müzikal dönüşümünü ve 30 yılı aşan kariyerinin dönüm noktalarını konuştuk.
dergy.com‘a hoş geldin Armin! Yakında İstanbul’da buluşacağımız için konuya da hemen burada yaşatacağın deneyimle başlamak istiyorum. THE ORB adını verdiğin bir konseptle İstanbul’da elektronik müzik dinleyicilerinin karşısına çıkacaksın. Bu deneyimi senden dinlemek istiyorum. THE ORB ne sunuyor?
Öncelikle İstanbul’a dönüyor olmak benim için her zaman çok özel. Bu şehirdeki enerji, dünyanın başka hiçbir yerinde hissetmediğim kadar yoğun ve samimi. THE ORB ile amacım, yalnızca bir DJ seti sunmak değil, aynı zamanda izleyicileri duygusal ve görsel bir hikâyenin içine davet etmek. Bu gösteride müzik, ışık, sahne tasarımı ve görseller tek bir akış içinde birleşiyor. Seyirciler yalnızca şarkıları dinlemeyecek, aynı zamanda bir yolculuğun parçası olacaklar. THE ORB’u özel kılan da bu: Kulağa değil, kalbe ve tüm duyulara hitap eden çok katmanlı bir deneyim yaratmak. Bence elektronik müzikte yeni bir aşamadayız. İnsanlar artık yalnızca bir seti dinlemek istemiyor; kendilerini içine çeken, onları dönüştüren ve farklı bir boyuta taşıyan bir deneyim arıyorlar. THE ORB, bu ihtiyaca yanıt vermek için tasarlandı. İstanbul’daki seyircilerle bu yolculuğu paylaşacak olmak beni gerçekten çok heyecanlandırıyor. Ve elbette, bu unutulmaz gecenin gerçekleşmesi için büyük emek harcayan NTR Team’e de teşekkür etmek isterim. Onların vizyonu ve desteği olmasa bu ölçekte bir gösteriyi hayata geçirmek mümkün olmazdı.
Çok-duyulu “narrative-driven” yaklaşımın sahne dramaturjisine ne gibi etkilerde bulunuyor? Dinleyiciler bundan ne anlamalı mesela?
THE ORB benim için yalnızca bir DJ performansı değil, baştan sona bir hikâye anlatımı. Müzik her zaman merkezde ama bu kez görseller, ışık tasarımı, sahne kurgusu ve atmosferle birleşerek çok boyutlu bir deneyim yaratıyor. İzleyicinin sadece duyması değil, aynı zamanda görmesi ve hissetmesi için tasarlanmış bir yolculuk bu. Yani kulaklardan kalbe, gözlerden ruha dokunan bir bütünlük hedefledim. Konserden ayrıldıklarında sadece “iyi vakit geçirdik” değil, “bir hikâyenin parçası olduk” hissini yanlarında götürsünler istiyorum.
Konser gecesini kurgularken her detayı bir senaryo gibi düşünüyorum
Sen dinleyicilerine sadece bir müzik sunmuyorsun aslında. Sahne tasarımıyla, ışık ve görsellerle, prodüksiyonla bir nevi 360 bir deneyim seninkisi. Bu deneyimi tasarlarken nelerden ilham alıyorsun ya da kafanda nasıl şekilleniyor akış?
İlhamı aslında hem müzikten hem de günlük hayattan alıyorum. Bir melodiyi yazarken aklımda görsel bir sahne canlanıyor ya da bir film sahnesi bana ışık kullanımında yeni bir fikir veriyor. Konser gecesini kurgularken de her detayı bir senaryo gibi düşünüyorum: Açılış, yükseliş, doruk noktası ve kapanış. Seyirciyle birlikte adım adım ilerleyen, tempoyu yükselten, bazen de duygusal bir nefes alan bir yolculuk tasarlıyorum. O yüzden bana göre müzik, ışık ve görsel efektler tek tek değil, ancak bir bütün olarak anlam kazanıyor.
30 yılı aşan kariyerinde müzikal yaklaşımın nasıl evrildi? “76“ döneminden “Breathe”e kadarki süreçte nasıl dönüşümlerden geçtin?
76 dönemine baktığımda çok daha saf, daha “trance odaklı” bir bakış açım vardı. Zamanla elektronik müziğin farklı türlerinden ilham almaya, onları kendi dünyama katmaya başladım. “Breathe” ise bir dönüm noktası oldu çünkü hem sound hem de kişisel olarak geçirdiğim değişimi yansıtıyor. Müzik kariyerim boyunca şunu fark ettim: Değişimden korkmamak gerekiyor. Trance’in özünü korurken; house, techno, ambient gibi unsurları dahil etmek bana her defasında yeni bir renk kattı. Bu yüzden müziğim, tıpkı benim gibi, sürekli dönüşüm halinde.
Breathe benim kişisel yolculuğumun bir yansıması
Dönüşümlerden bahsederken aslında “Breathe” albümünde sen gerçekten iddialı bir başkalaşım geçirmişsin. Bu projenin üretimi sırasında içkiyi bırakmış, nefes egzersizlerine başlamış ve farkındalığını artıracak meditasyonlar yapmışsın. Böyle bir yaşama geçmende neler etkili oldu?
“Breathe” aslında benim kişisel yolculuğumun da bir yansıması. Yıllarca turnelerde, yüksek tempoda yaşayınca, kendime ve sağlığıma daha fazla dikkat etmem gerektiğini fark ettim. Meditasyon ve nefes çalışmaları bana zihnimi susturmayı, anda kalmayı öğretti. Alkolü bırakmak da bu sürecin doğal bir parçasıydı çünkü daha berrak bir farkındalık istiyordum. Bu değişim sadece hayatıma değil, müziğime de yansıdı. Daha dingin, daha samimi, daha gerçek hissettiren parçalar ortaya çıktı. “Breathe” tam olarak bu dönüşümün soundtrack’i oldu.
Dijitalleşmenin tüm müzik piyasasını alt üst ettiği bir dönemde, sen hâlâ albümlerin hikaye anlatması gerektiğini düşünüyorsun. Sence çok idealist bir düşünce değil mi? (Bu arada ikimiz de aynı fikirdeyiz 🙂
Belki idealist görünebilir ama ben müziği sadece tekil parçalar üzerinden değil, bütünüyle bir anlatım olarak algılıyorum. Dijital çağda herkes çalma listelerine, tekli parçalara odaklanıyor. Ama bana göre bir albüm sanatçının ruhunu, o dönemdeki hayatını ve vizyonunu en iyi şekilde yansıtan bir yolculuktur. “Breathe” bu anlamda tam bir hikâye: Düşüş, dönüşüm, yeniden doğuş. Evet, kolay değil, çünkü pazarın dinamikleri farklı. Ama albüm formatına sahip çıkmak, müziğin derinliğini ve kalıcılığını korumak için çok önemli.
Radyocu kimliğinden de bahsetmemek olmaz. Üstelik 1000 bölümü geçmiş bir programdan söz ediyoruz. ASOT’un (A State of Trance) 1000. bölümünü gördüğünde neler hissettin? Ve sence ASOT, senin hayatında nasıl bir mihenk taşı?
1000. bölüme ulaşmak hayatımın en özel anlarından biriydi. ASOT başladığında tek amacım sevdiğim müzikleri insanlarla paylaşmaktı. Yıllar içinde sadece bir radyo programı değil, global bir topluluk haline geldi. ASOT bana şunu öğretti: Müzik insanları birleştiriyor, sınırları ortadan kaldırıyor. Hem bir sanatçı olarak kariyerimin şekillenmesinde hem de insan olarak büyümemde çok önemli bir rol oynadı. ASOT sayesinde ben de her hafta öğreniyor, keşfediyor ve kendimi geliştiriyorum.
Bugün benim için başarı, sahnedeki o anı yaşamak ve seyirciyle gerçek bir bağ kurmak
Başarını tanımlarken artık ekonomik sürdürülebilirlik mi yoksa an ve bağ kurmak mı öncelikli senin için?
Eskiden başarıyı daha çok listelerde yer almak, ödüller kazanmak gibi görüyordum. Bugün ise başarı benim için sahnedeki o anı yaşamak, seyirciyle gerçek bir bağ kurmak demek. Tabii ki finansal sürdürülebilirlik önemli, çünkü bu iş profesyonel bir emek. Ama asıl mutluluk, binlerce insanla aynı anda şarkı söylemek, aynı ritimde hareket etmek. O bağlantı, paranın veya sayının ötesinde, hayatımda tarif edilemeyecek kadar değerli bir şey.
Sürekli turnelerdesin ve ben genelde elektronik müzikle uğraşan isimlerin bu turnelerde çok yorulduğunu düşünüyorum. Bilirsin çok uzun saatler süren set’ler vs. Bu şov dünyasında mental sağlığını nasıl koruyorsun? Gerçi biraz önce meditasyondan bahsetmiştik ama başka yöntemlerin de var mı?
Meditasyon ve nefes çalışmaları benim için temel araçlar. Onun dışında mümkün olduğunca spor yapmaya, sağlıklı beslenmeye ve uykumu düzenli almaya dikkat ediyorum. Turnelerde bunlar her zaman kolay olmuyor ama küçük rutinler büyük fark yaratıyor. Ayrıca ailemle bağlantıda kalmak, çocuklarımla konuşmak bana inanılmaz güç veriyor. Yolda olsam bile onların sesini duymak zihnimi toparlıyor. Bence ruhsal dengeyi korumanın anahtarı, hem kendine hem de sevdiklerine vakit ayırabilmek.
Analog döneminde başlayan biri olarak vinyl’in yeri bende her zaman ayrı
90’lardan beri müziğin içindesin ve bu aslında dijitalleşme ile analogun kesiştiği bir döneme denk geliyor. DJ setlerini oluştururken analog (örneğin vinyl) ile dijital arşiv arasında nasıl bir ilişki kuruyorsun? Hangi kültür seni daha çok heyecanlandırıyor?
Analog döneminde başlayan biri olarak vinyl’in yeri bende her zaman ayrı. O dokunuş, o his bambaşka. Ama dijital teknolojilerin getirdiği kolaylıkları da göz ardı edemeyiz. Bugün CDJ ve mixer’lerle çok daha geniş bir repertuvarı anında seyirciyle buluşturabiliyorum. Bazen özel “vinyl-only” setler de yapıyorum, özellikle klasik trance gecelerinde. Hangisinin daha çok heyecan verdiğine gelince… Aslında ikisi de farklı şekillerde beni besliyor. Dijital daha fazla yaratıcılık alanı açıyor, vinyl ise saf nostalji ve duygu.
İstanbul’da seni dinlemeye gelecek dinleyicilere ne mesaj göndermek istersin?
İstanbul benim için çok özel bir şehir. Buradaki hayranların enerjisi, coşkusu hiçbir yerde bulamayacağım kadar yoğun. 20 Eylül’de THE ORB’u sizinle paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Gelin, birlikte bu anı ölümsüz kılalım. Ayrıca bu etkinliği mümkün kılan ve organizasyonu üstlenen NTR Team’e de özel bir teşekkür etmek istiyorum. Onların emeği ve desteği sayesinde bu çok özel deneyimi İstanbul’da hayata geçirebileceğiz.