Türkiye’nin en köklü psikedelik gruplarından BaBa ZuLa ile yeni döndükleri Avrupa turneleri ve 70 sanatçı ile 10 dilde yeniden düzenlenen şarkıları ‘Aşıkların Sözü Kalır’ hakkında konuştuk. Ben BaBa ZuLa’dan Murat & Esma Ertel’e sordum; onlar grubun dününü, bugününü ve gelecek planlarını anlattı.
Batıkan BAKSI / [email protected]
Mini bir Avrupa turnesinden yeni döndünüz. Keyifler nasıl? Konserler nasıl geçti?
ME: Valla çok iyi geçti konserler, keyifler de çok iyi o bakımdan. Türkiye’de epey gergin olduğumuzu biliyorduk zaten ama dışarıdan bakınca bunu hissetmek daha mümkün oluyor. Bir de BaBa ZuLa daha çok yurt dışında tanınıyor ya da daha çok çalıyor. O yüzden tam kendi istediğimiz alanda at koşturduk. Zaten daha önce de hep çaldığımız yerlerde çaldık; bütün konserler süper geçti, Paris’ten Almanya’ya oradan İsviçre’ye kadar. Hakikaten turne bittiğinde herkes hayli üzülmüştü. Hiç anlamadık nasıl sona erdiğini. Her konserde bir tane tel kopardım ama bu da çok iyi geçtiğine işaret. (Gülüyor)
EE: Özlediğimiz yerlere yeniden gitmiş olma, sevdiklerimizle tekrar buluşma ve sarıp sarmalanma hissiyle döndük en başta. Yeniden oralarda olmak çok güzeldi!
Siz yurt dışında aslında oradaki dinleyicilerin çok da alışık olmadığı bir müziği çalan ama buna rağmen çok ilgi gören bir grupsunuz. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?
ME: Bence ilk neden samimiyet. Gerçekten inandığımız müziği yapıyoruz. Bunu dinleyicilerle paylaşmak, insanların da bunu duyması, o sırada dans ederek bir deneyim yaşayabilmesi bize olabilecek en güzel durummuş gibi geliyor. O yüzden bu samimiyeti bence seyirciler de hissediyor ve kulaktan kulağa bir şekilde yayılıyor. “Bak sen de git, çok iyiler” diyerek arkadaşlarını yönlendiriyorlar daha önce konserimize gelenler.
EE: Bir de BaBa ZuLa şarkılarının her birinin bir hikayesi var ve onları çok dikkatli bir şekilde dinliyorlar. Türkiye’deki dinleyicilerde bir süre sonra o konsantrasyon bozuluyor. Yüksek bir konsantrasyonla dinleyemiyorlar ama Avrupa’daki katılımcılar bütün bir hikayeyi müthiş bir odak ile takip ediyorlar. Dolayısıyla sahnede de bir hikayeyi baştan sona beraber yazmış oluyoruz. Bu da Murat, Levent, Veys, Ümit ve benim her birimizin tek tek izlendiği ve dinlendiği hissine kapılmamızı sağlıyor.
“İlk çıktığımız zamanlarda bile güncel bir müzik yapıyorduk…”
“Tabutta Rövaşata”nın müziklerini yapmak için kurulup 27 yılı geride bıraktınız. Birçok uzun süreli grup, müzikal faaliyetlerini sürdürebilmek için zamana ayak uydurup dönemin müzik türlerini kendi müziğine dahil ediyor. Ama sizde böyle bir çaba yok. Müziğinizde güncelliği nasıl yakalıyorsunuz?
ME: İlk çıktığımız zamanlarda bile güncel bir şey yaptığımızı düşünüyorum ben. 20. yüzyılda bile bugünün müziğini yapıyorduk aslında. Bu da makinelerle olan ilişkimizden kaynaklanıyor. Bizim müziğimizde elektronik sesler, efektler, makineler, sample’lar, her zaman vardı. Belki bu çok fark edilmiyordu ama bu bizim bir tavrımızdı. Fütüristik bir duruştu. Bizim için çok yeni bir şey yok o açıdan. Teknik olarak da hep birtakım yeni icatları kendi müziğimize dahil ettik. Telefon, iPad gibi araçları da konserlerde, kayıtlarda kullanmaya çalıştık. Her tutulan müzik tarzına göre bir güncelleme yapacak olursan, benimsediğin tavır da ortadan kalkar.
Doğaçlama sizin müziğiniz için olmazsa olmaz bir şey. Aynı zamanda dans da BaBa ZuLa müziğinin en etkili taşıyıcılarından biri. Peki bu ikisini birbirine yedirmeyi ve sahnede kolaylıkla sergilemeyi nasıl başarıyorsunuz?
EE: Bu toprakların halk kültüründe müzikle beraber dans da hep vardı. Doğal olarak ortaya çıkan bir şey. Biz tabii şarkıların trafiğini bilsek de aralarda “özellikle bunu yapalım” diye sergilemiyoruz dansları, doğaçlama çıkıyor. Çünkü BaBa ZuLa’da çok geleneksel çalgılar da var, elektronik müzik de var. Siz bu topraklarda büyüdüğünüzde halay da biliyorsunuz, misket de biliyorsunuz, semah da biliyorsunuz. Müzik sizi sahnede nereye doğru çağırıyorsa, biraz anın büyüsü haline geliyor. Böyle olunca da bu; dans olarak veya hikaye anlatıcılığı ya da vokal olarak da ortaya çıkıyor sahnede. Kendi köklerimden bir iz bulabiliyorum ben orada.
Aslında içgüdüsel bir şey yani?
EE: Tabii ki! Ama mesela başka dansçılarla bir araya geldiğimizde de benim en merak ettiğim şey “sen neyi ifade etmek istiyorsun burada, bir hikaye anlatmak istiyor musun yoksa baştan sonra mekanik bir şekilde mi gidecek?” oluyor. Biz içtenlikle bir araya geldiğimizi ve içgüdüsel olarak müzikle dansı birleştirdiğimizi düşünüyorum.
“İsyankar bir topluluk olduğumuzu düşünüyorum…”
Biraz da 70 sanatçıyla 10 dilde yeniden düzenlediğiniz ‘Aşıkların Sözü Kalır’ şarkınıza gelmek istiyorum. Bu projenin kökleri nereye dayanıyor? Bu kolektif çalışma nasıl ortaya çıktı?
ME: Bu çalışma “Müzik Susmayacak“ kolektifine dayanıyor aslında. Müzisyenlerin kendine bir yaşam alanı bulma amacıyla oluşturduğu bir kolektif. İçinden geçtiğimiz süreçte sanattan beslenemez ve sanatsal faaliyetleri özgürce paylaşamaz bir durumdaydık, çekilmez bir yaşam empoze edilmeye başlandı ve buna karşı bir hareket oluşturulmak istenildi. Biz bunu zaten yapıyorduk, isyankar bir topluluk olduğumuzu düşünüyorum. Pek çok müzisyen de birleşerek bir manifesto yayınlamaya karar verdi. Ben de onların arasına girdim ve bu kadar çok insanın bir arada hareket edebiliyor olmasına hayret ettim. Bu beni heyecanlandırdı. O kolektifin oluşturduğu metne 1134 müzik insanı imza attı ve yayınlandı. Sonra kolektiften beni aradılar ve “bir BaBa ZuLa şarkısını hep beraber imece yöntemiyle seslendirmek istiyoruz” dediler. Bu da benim hoşuma gitti, ben babamdan da (Mengü Ertel) çok ilham aldım, onun da en sevdiği şey imece usulüyle sanat yapmaktı. Orada biz BaBa ZuLa olarak kendimizi pasifize etmeyi tercih ettik. Şarkıda yer alacak isimler organik olarak oluştu, biz müdahale etmedik. Bütün bu insanların ‘Aşıkların Sözü Kalır’ı söylemesi beni çok heyecanlandırdı ama. Hem ülkemiz, hem dünyamız hem de benim için çok onur verici bir çalışmaydı. Zamanlaması da çok iyi oldu, 1 Mayıs’a yetiştirdik.
EE: Bir de 70 müzisyenin her biri başka türlerde müzikler yapıyordu ve bu da türler arasında gerçek anlamda bir birleşmeye sebep oldu. Şarkıyı dinlediğinizde geçişleri de hissedebiliyorsunuz. Şarkıya sonradan eklemelerin yapıldığı yerler oldu, yeni sözler yazıldı. Hem orijinal sözler hem de doğaçlama olarak eklenen sözlerle çıktı dinleyicinin karşısına. Bana kesinlikle birleşme hissini yaşattı. Müzisyenlerin intiharlarından, festival yasaklarından, saat sınırlamalarından sonra daha önce bu kadar müzisyenin bir araya geldiğini görmemiştim kendi kariyerimde. Bu bana, “biz buradayız, özümüzle sözümüzle varız” ruhunu hissettirdi.
“Herkesin bir derdi var sonuçta, kimi resimle kimisi de müzikle ifade eder bunu…”
Tüm toplumsal olaylarda ilk olarak müziğin önüne çıkan engellerle karşılaşıyoruz. Müzik, aslında tüm duyguların da ortak paydaşı. Peki Türkiye’de müzik neden herhangi bir toplumsal olayda ilk susan oluyor sizce?
EE: En önemli sebebi bence eğlence olarak görülmesi. Türkiye’deki en büyük yanılgı kesinlikle bu. Mesela bir yas hali olduğunda, müzik varsa “aman yok, ayıp, olmaz durdurun, iptal edin” diye müdahale ediliyor. Ama aşık geleneğine baktığında, aşıklar kahvelerinden bahsedilir. Bu insanlar oraya gidip sazlarıyla sistemi de eleştiriyorlar, eğlenmiyorlar ki. Gerçeklerden, düzenden konuştukları bir gelenek bu. Fakat yüksek sesle bir şey yapıyorsan “bak, bunlar eğleniyorlar” diye düşünülüyor. Herkesin bir derdi var sonuçta; kimi resimle ifade eder bunu, kimisi de müzikle ediyor.
ME: Esma’ya katılıyorum. Baskıcı rejimler sanatı tehlike olarak görüyorlar genelde. Çünkü sanat, gerçekleri en güçlü şekliyle anlatan ya da bir gerçeklik meydana getiren bir olgu. Kurgu yoluyla da olsa, gerçekleri anımsatabilecek yaratımlar ortaya çıkarıp düşündürüyor. Ki bence olması gereken sanat da bu.
Son çıkardığınız albüm “Hayvan Gibi”den bu zamana 3 yıl geçti. BaBa ZuLa cephesinden bizi yeni sürprizler bekliyor mu? Yakın zamanda neler gelecek?
ME: Bekliyor aslında, artık ellerimiz kaşınmaya başladı. Parçalar yaptık, “yayınlayalım mı yayınlamayalım mı?” ya da “video klipli mi paylaşalım?” gibi düşüncelerimiz var. Hatta birkaç albüm konsepti de çıkardık. Hangi yoldan gideceğimizi belirlemeye çalışıyoruz ama Avrupa turnesinden dönmüş olmak bizim için bir başlangıç noktası oldu. Bundan sonra arada birkaç gün olan daha kısa mesafeli performanslarımız olacak. Bu döngüden yararlanarak araya kayıt zamanları koymayı düşünüyoruz.
Dergy okurlarına ve dinleyicilerinize söylemek istediklerinizi de duymak isteriz.
EE: Mücadeleye devam, her şey çok güzel olacak.
ME: Dergi çalışmaları oldum olası benim çok hoşuma giden bir şey. Müzikte de ben grup müziğini çok severim, o grubun gelişimini ve bir arada durabilmesini izlemek bence harika bir şey. Dergi de böyle bir şey işte. Bir fikir örgüsünü takip eden insanların ortaya bir şeyler çıkarabilmesi çok değerli. Dijital de olsa hâlâ bu kültürü yaşatabilmek harika bu yüzden. Zaten adınız da dergy ve yaptıklarınızın devam etmesi benim açımdan önemli. Dijital zamanda okuyup ilham alabileceğimiz ve üzerinde düşünebileceğimiz bir çizginin olması çok güzel.