Yıllardır irili ufaklı, yerli yabancı, çok fazla; konser, festival, mekan görmüş ve yeniyi her zaman dinlemeye çalışan biri olarak merak ediyorum bağımsız müzik kendine yer bulabiliyor mu?
İpek ATCAN / [email protected]
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımın link iletmesi ile güzel bir yazı okudum. Müzik, pandemi, bilet satışları -ve tabii ki fiyatları-, büyük isimler daha da büyürken, küçük isim ve özellikle mekanların yok olmaya yüz tutması ve mental sağlığımız ekseninde bir yazıydı. Yazıyı okurken en çok da bağımsız müzisyenleri düşündüm…
Bir de yine geçtiğimiz haftalarda Lara di Lara ile yaptığım röportajda son söylediği cümlenin de etkisi büyük: “Bağımsız müziğe destek olun. Mainstream tabii ki olsun ama daha kendi başına tutunmaya çalışan insanlar gittikçe kaybolmaya yüz tutuyorlar bu ekonomi ve düzende. Nasıl var olalım yani? Benim çok zorlandığım bir dönem o anlamda ama yaptığımızı seviyoruz ve direniyoruz, kolaya kaçmıyoruz.”
Bağımsız müzik ne kadar bağımsız?
Varolan “bar” kültürümüz aslında yıllar içinde nasıl da geriye gitti ve hatta belki de komple gitti. Benim de yakalayamadığım -çok sonlarını yakaladım ama sayılmaz- Kemancı dönemi ve oradan çıkan isimler, bir kısmını yakaladığım Hayal Kahvesi dönemi… Şimdi hiç öyle mekanlar kalmadı. Kalmadı mı kalamadı mı tartışılır tabii… Elbette ki popüler sanatçılar da yer alıyordu bu mekanlarda ama yeniye de yer açıyorlardı. İnsanlar gidiyordu, birileri keşfediliyordu, birileri “yeni” birilerini seviyordu ve sistem dönüyordu. Şimdi yolda yürürken tek tük ‘Akdeniz Akşamları’ stili mekanlar dışında hiçbir şey kalmadı. (Bu arada ‘Akdeniz Akşamları’ göndermem yanlış anlaşılmasın, konu şarkı değil tanımladığı şey ve siz anladınız. Yoksa Murat Hasarı çok sevdiğim ve saygı duyduğum biridir 🙂
İşim ve ilgim gereği yeni çıkan her şeyi dinlemeye çalışıyorum. Sadece sistemin dayattığı playlist’leri değil, bana mail ile ya da instagram’dan ulaşan kişileri de dinlemeye çalışıyorum. Hep şunu düşünüyorum “Bu bağımsız müzisyenler ne yapıyor? Nasıl yapıyor? Nasıl varoluyor?” Eksiden bir şarkı çıkarmak olaydı. Sadece yaratmak değil, kaydetmek ve dinleyici ile buluşturmak da bir meseleydi. Ama dijitalleşen dünyada artık bu çok daha kolay, insanların hayatından stüdyo masrafından yayın masrafına kadar birçok şey çıktı. Plak şirketlerine bağımlı olma durumu ortadan kalktı. Üret, yarat, servis et. Bu kadar basitleşti her şey. Bu da bence rekabeti artırdı, görünürlüğü düşürdü. Her hafta sonu çıkan onlarca ve hatta yüzlerce şarkı arasında kim bilir ne güzel şeyler hiç dikkat çekmeden kaybolup gidiyor. Ve bu sistemde maalesef ki bazen de vasat prim yapıyor. Albüm bitti, EP dahi bitti. Single’dan öteye gitmeyen, o single’a da 2,5 dk’dan fazla dayanamayan bir dünyaya dönüştük. Teknolojinin bu yarattığı ortamı ve süreci kolaylaştırmasını sonuna kadar desteklesem de bir şeyler de kayboldu sanki. Biraz duygu, biraz da sabır kayboldu en başta…
“Müzisyenler maalesef bir süre sonra ‘içerik üreticisi’ gibi hissetmeye başlıyor.”
Ama başa dönüyorum, sahi bağımsız müzisyenler n’apıyor? Hemen bu sorumu bu konuda söyleyeceklerine güvendiğim iyimusicagency‘nin kurucusu Yazın Kaçan’a (34) yönelttim. Kendisi birçok bağımsız müzisyenin menajerliğini yapıyor. Yazın diyor ki; “Günümüzde bağımsız müziği tanımlamak müzik endüstrisindeki dinamiklerin de sürekli değişmesiyle biraz zorlaştı ama kabaca herhangi bir majör plak şirketinin desteği olmadan yayınlanan müzik diyebiliriz. Bağımsız müzisyenlerin dinleyicisine ulaşması dijital dağıtım araçlarının herkes için ulaşılabilir olması ve sosyal medya sayesinde daha kolay gibi gözükse de; kendini tüm bu farklı platformların sürekli değişen dinamiklerine ayak uydurmak zorunda hisseden müzisyenler maalesef bir süre sonra ‘içerik üreticisi’ gibi hissetmeye başlıyor. Dinleyicilerin müziği daha çok dinleme listelerinden keşfediyor olması da müzisyenin ‘başarı’yı herhangi bir dinleme listesine girmekle ölçmesine neden oluyor. Durum diğer ülkelerde de böyle ama tabi ki ülkelere göre değişiklik gösteren dinleme alışkanlıkları ve bağımsız müzisyenlerin alabilecekleri devlet destekleri, çalabilecekleri festivaller, live session’lar, katılabilecekleri müzik programları gibi destekleyici unsurlar değişiklik gösteriyor. Dijital müzik servislerinin kullanıcının dinleme alışkanlarına göre kişiselleşmesi de sanatçı için hem avantaj hem dezavantaj olabiliyor. Popüler müzik türlerinin dinleyicilere ulaşması önceden de olduğu tabi ki daha kolay ama bence burda asıl önemli olan şeyi yani kendi kitlenizi oluşturmayı ve bunun da zaman aldığını unutmamak lazım. Bir bağımsız müzisyen olarak bazen tek başınıza koca bir ekibin yaptığı işi yapmak zorunda kalacağınızı, bunun uzun soluklu bir yol olduğunu ve sizin için doğru olanı zamanla öğreneceğinizi de.”
Pandemi sonrası travma
Yazının başında bahsettiğim yazıda (enteresan bir cümle oldu!) bahsedilen ve katıldığım bir konuya da değinerek yazıyı sonlandırayım. Tabii ki mevzunun bu noktaya gelmesi, işlerin zorlaşması pandemiden çok daha önceye dayanıyor ama pandemi de derin bir darbe vurdu diyebiliriz.
Dünyanın en büyük konser şirketi Live Nation, 2023 yılında 650 milyonun üzerinde bilet satıyor ve en parlak dönemini yaşıyor. Ancak eş zamanlı olarak müzik mekanları zorlanıyor. Büyük isimler biletleri çıkar çıkmaz tükenen turnelere çıkarken küçük ölçekli isimler yok olmaya yüz tutuyor. Hem de ABD’de ortalama bilet fiyatının 252 dolar (bugünün 28.5 TL kuruyla 7.195 TL) olmasına rağmen gerçekleşiyor bu. Peki konu pandemiye nerede bağlanıyor? Pandemideki asosyallik, hayattan kopuş, bir olma birlik olma hissini özleyiş insanlarda risk almama ve direkt sevilen şeye yönlenme durumu yaratıyor.
Yazıda şöyle diyor; “Pandemi hepimiz üzerinde silinmez bir iz bıraktı. Daha önce hiç olmadığı kadar çok insan terapi görüyor. Kore’den Amerika’ya intihar oranlarındaki artış devam ediyor. İletişim şeklimizi, bir araya gelme şeklimizi ve birbirimizle etkileşim kurma şeklimizi aniden değiştiren kapanmalar hala başa çıkılması gereken bir durum. Aynı zamanda, tüm bu yaralarla ve yaşam kayıplarıyla başa çıkarken enflasyon ve faiz oranları yükselmeye devam ediyor. Yine de, hepimiz daha fazla konser bileti alıyoruz -daha yüksek maliyetle- arenalarda ve stadyumlarda konserlere gitmek için, aynısını barlarda ve kulüplerde yapmıyoruz.”
Bunu hem kapalı alan yerine açık alan tercih edilmesine bağlıyorlar hem de kriz zamanlarında bireylerin büyüme ve keşif yerine, enerjilerini daha çok hayatta kalma ve bildiklerine üzerine odaklamasına. Zaten bildiğimiz, dünyaca ünlü isimlere eğlence garantisi ve konfor alanından dolayı yüklü miktarlarda para harcarken de bağımsız ve yeni müzisyeni yalnızlaştırıyoruz.
Açıkçası kendimi de eğitmeye çalıştığım bir konu bu aslında… Konfor alanından çıkmak, yeni isimlerin konserine gitmek. Kim bilir belki kendimizi biraz yeniliğe açarak koca sektöre bir “oh” dedirtiriz, ne dersiniz?