Rock müzik tarihinin en önemli gruplarının başında gelen Led Zeppelin’in, nasıl Led Zeppelin olduğunu objektif bir anlatımla izliyoruz.
1960’lara veda edip 1970’lere girerken dünya üzerindeki en gözde gruplar The Beatles ve The Rolling Stones’du hiç şüphesiz. Başarıları sadece sattıkları albümlere, verdikleri konserlere dayanmıyor, popüler kültürün ta kendisi oluyorlardı. Lakin 1960’ların sonu The Beatles’ın vedası anlamına da geldiği için ortaya çıkan büyük bir boşluk oluşmuştu. İngiltere’nin farklı şehirlerinden arka planlara sahip dört yeteneğin bir araya gelmesiyle Londra’da kurulan Led Zeppelin’in ortaya çıkışı ve böylesi büyük bir güce erişmesinin hikayesini izlemenin heyecanıyla Bernard MacMahon’ın yönettiği “Becoming Led Zeppelin”i bekledik. Maalesef ki henüz Türkiye’deki platformlar tarafından satın alınmayan belgesel, ABD, Birleşik Krallık ve Kanada’da, IMAX formatıyla 7 Şubat’ta vizyona girdi. Led Zeppelin üyelerini tanrılaştırmadan, hepsinin birer efsane olsa da özlerinde insan olduğu gerçeğinden uzaklaşmayan belgeselin anlatım dili, birçok dönem ve türdaşından olumlu şekilde ayrışıyor. Hatta bir noktada Asif Kapadia’nın “Amy” belgeselindeki tarafsız anlatımı fazla içselleştirdiğini de hissediyoruz “Becoming Led Zeppelin”in.
Belgeselin akışını parçalara ayırmak gerekirse grup üyelerinin öncelikle çocukluklarından bir giriş yapıyoruz. Bu kısımda özellikle Jimmy Page’in bebeklik, çocukluk arası döneminde bile oyuncak gitarlara duyduğu ilgiyi anlayınca dünyaya gitar çalmak için yollandığını anlıyoruz. Robert Plant’in fazlasıyla içe dönük bir karakterden sıyrılıp tarihin gördüğü en özel birkaç frontman’den birine nasıl dönüştüğü de bu başlangıç aşamasında karşımıza çıkıyor. Çocukluklarına veda ettikten sonra müzikle ilişkilerinin ciddileşmesi ve 1960’larda İngiltere’de müzikle ilgilenmenin ne demek olduğunu çok sayıda işitsel ve görsel belgeyle destekliyor yönetmen Bernard MacMahon. Ki bir tek bu görüntüleri araştırmak için bile 7-8 ay harcadığını, toplamda 1 yıla yakın vaktinin araştırma ve belge toplamayla geçtiğini söyleyebiliriz. Gelgelelim Jimmy Page ve John Paul Jones’un stüdyo müzisyeni olarak kariyerleri, Robert Plant ve John Bonham’ın blues gruplarındaki performansları gibi detayları içselleştirirken Led Zeppelin’in müziğindeki doygunluğu mantıksal temellere oturtmamız kolaylaşıyor.
1968 yazında, efsanevi dörtlünün bir araya gelerek Led Zeppelin’i kurmak için verdikleri çaba ve ilk provaları detaylarını izleyince zaman ve mekân kavramını kısmen kaybetmeye başlıyoruz. John Bonham’ın ilk provadaki çekingenliği ve gerginliğini grup arkadaşlarından duymak garip bir deneyimdi. Lakin ortadaki amacın bir olması ve ortadaki eşsiz yetenekler, The Beatles’ın dağılması sebebiyle ortaya çıkan boşluğun dolacağının göstergesiydi. Bu noktada yönetmenin hem grup üyelerine sorduğu sorulardaki sonuç odaklılık hem de John Bonham’ın az sayıdaki röportajından çok ideal yerleri akışa dahil etmesi alkışlamamız gereken bir nokta. Led Zeppelin’in yükselişinin başlangıç fişeği diyebileceğimiz 17 Mart 1969 tarihli Danimarka televizyonu için verdikleri konser ve ilk albümde dinleyeceğimiz klasikleri böylesi bir enerji ve maharetle izlemek neden böyle büyük olduklarını hatırlattı. İlk gününde böyle olan bir grubun sonrasında başaracaklarının sınırı olmuyor. Bu performans için aldıkları 7 bin Danimarka kronu değerindeki çekin orijinalini bulan yönetmene de helal olsun.
Led Zeppelin, her albümü birbirinden kıymetli olan sayılı gruptan. O yüzden favoriyi seçmek zor ve kişiden kişiye sıkça değişiklik gösteriyor. Gelgelelim ilk albümlerindeki enerji, tutku, çiğlik ve potansiyel hem bu belgeselde hem de kariyerlerinde önemli bir yeri işaret ediyor. Ama bu albümü çıktığı dönemde Birleşik Krallık’taki tüm eleştirmenlerin topa tuttuğunu bilmiyorduk. Filmin en eğlenceli kısmı da tam olarak burası. Bir eleştirmenin yazısındaki başlığı gördükten sonra Led Zeppelin elemanları, “çok da iyi bir müzik yazarı olduğunu söyleyemeyiz tahminlerine bakarsak” şeklindeki sarkastik yorumlarıyla hem o dönemi hem de bu işin çok görece olduğunu belirttiler. Verdikleri birkaç yanlış konserdeki katılımcıların neye uğradıklarını şaşırmaları, 1960’ların sonu için ne kadar gürültülü bir müzik yaptıklarını işaret ediyordu. Neyse ki müzikseverlerin yaklaşımı, müzik yazarları ve o katılımcılar gibi olmadı. Led Zeppelin de durmadı. Turneye çıktılar. Turneyi sürdürürken “Led Zeppelin II”yi hazırlayıp kaydettiler. Bu döngü, John Bonham’ın zamansız kaybına kadar sürdü. “Becoming Led Zeppelin”, hikâyenin sonunu göstermeyi tercih etmese de her şeyin nasıl başladığını anlatma konusundaki maharetiyle özel bir iş. Eleştirilebilecek yerleri yok mu? Var elbette. Kullanılan konser kayıtları belgeselin çeyreğini kaplıyor. Oralarda konser kayıtlarını uzun uzun kullanmaktansa farklı hikayelerin altını deşebilirdi yönetmen. Ancak tercihi bu olmadığı için saygı da duyuyoruz.
Genel olarak eleştirmenler, belgeselin grubun erken dönemlerine odaklanmasını ve sansasyonlardan uzak durmasını beğendi. Çünkü çoğu belgesel veya filmde işin erken aşamaları oldu bittiye getirilirken buradaki tercih ayrıştı. Bir Led Zeppelin hayranına ya da direkt bir müziksevere, rock tarihinin en değerli gruplarından birinin gelişimini deneyimleme fırsatı sunduğu için “Becoming Led Zeppelin”e teşekkür ediyoruz. Umuyoruz ki en yakın zamanda Türkiye’deki bir dağıtımcı alır da sinemada veya çevrimiçi platformlarda hepimiz izleriz…