Yeni şarkısı “Bir Anda”yı geçtiğimiz günlerde yayınlayan Berrin Keklikler nam-ı diğer BERЯ’i Dergy’de ağırladık.
Sebla KOÇAN / [email protected]
27 yaşında dünyalar güzeli bir sanatçı, Berrin Keklikler. Buradaki “dünyalar güzeli”ni biz söylemiyoruz aslında. Zira kendisi tescilli bir güzel. 2013 yılında yapılan Miss Turkey Güzellik Yarışması’nda ikincilik derecesi almış. Ama bu etiketi ne sosyal medya hesaplarında ne de şarkılarını duyururken göremiyoruz. Berrin “Miss Turkey etiketimi bugüne kadar hiç kullanma gereği duymadım. Hatta içimden bile gelmedi. Çünkü güzelliğimle tanınmak ya da güzelliğimle anılmak hiçbir zaman istemedim. Bunun için çok daha fazla değerim var. Yani güzellik benim sahip olduğum diğer değerlerin yanında çok basit kalır” diyecek kadar aşmış aslında bu güzellik konusunu. Onun içinde her zaman yanan ateş müzik olmuş. Hatta öyle ki başka hiçbir şey yapmak istememiş öncesinde. “Yanlışlıkla oyunculukta patlarsam, sanatçı-müzisyen kimliğimi bir daha kimseye kabul ettiremem korkusuyla ben o kapıları kapattım” diyecek kadar kalpten konuşuyor. Çok çalışıyor, çok üretiyor. Berrin Keklikler, nam-ı diğer BERЯ’i Dergy sayfalarına konuk ettik.
Yeni şarkınız “Bir Anda” yarısı Almanca yarısı Türkçe bir şarkı. Neden böyle bir seçim yaptınız? Almanca yazmak daha mı kolay?
Biraz stratejik bir durum. Öncelikle söylemem gereken, daha kolay diye bir şey asla yok. Daha zorlandığım ya da daha kolay geliyor diyebileceğim bir durum yok dillerle ilgili yazmak arasında… En kolay İngilizce yazıyorum baktığımız zaman. Bu aslında tamamen Almanca’yı ve Türkçe’yi ana dilim kadar konuşabilmek ve bunu değerlendirmekti. Biraz stratejik bir durum ve hoş geliyor bana. Kulağıma da hiçbir zaman kötü gelmedi. Dünyada da genel olarak sadece Almanca ve Türkçe olmak üzere değil, İspanyolca, İngilizce gibi karışık pek çok şarkı var. Bu aslında bir buluşma noktası herkes için. Sanatta her daim bir şeylerin ilerlemesinden, daha fazla açılmasından yanayım. Kuralcı biri de değilim. Henüz bir kadın sanatçıda şahit olduğum bir şey de değil bu. En azından bana göre iyi biçimde, böyle bir örneğe rastlamadım açıkçası. Ve dedim ki “Tamam, neden ilk olmayayım?”
“Bir Anda”da Elements of Dance Company’den Enes Abdulla ve Nazlı Akçay’ın hazırladığı dans koreografisiyle göze çarpan bir klip. Dans etmek sizin için ne anlama geliyor? Klibin çekim sürecini, hazırlık aşamasını da biraz anlatır mısınız?
Dans bütün duygularımızı ifade edebildiğimiz bir alan. Özellikle benim için dans ettiğim zaman, sadece dans ve şarkı söylediğim zaman, bunlar her şeyi unutabildiğim tek anlar diyebilirim. Çok da anlatmaya gerek yok. Cidden, dans ederken bütün duygularımı ifade edebiliyorum, çok net bir dil benim için. Klibin çekim süreci zorlu geçen bir süreçti. Çünkü çoğu şeyle kendim ilgileniyorum. Fakat Elements of Dance Company, Enes, Nazlı çok yakın arkadaşlarım aynı zamanda, çok destek oldular. Belim sakatlandı mesela. Sakat bir belle sabah akşam iğnelerle ayakta durduğum ve beş gün geceleri 4-5 saat prova yaptığımız bir süreç oldu. Önemli sahnelerin, kliplerin, bir şeylerin öncesinde bir yerlerimin sakatlanması veya düşmem klasiktir… Miss Turkey sahnesinde de finalden iki gün önce sahneden 2 metre aşağıya düşmüştüm, bacağım yaralanmıştı. Zor ama ben limonları limonata yapmayı seviyorum. O yüzden sıkıntı yok.
Sizi Miss Turkey yarışmasıyla tanıdık ve genellikle güzellik yarışması sonrası pek çok insan kariyerini oyunculuk ve modellik üzerinden devam ettirir. Ama siz öyle yapmadınız ve müzikte devam etmeyi seçtiniz. Neden?
Çok güzel bir soruya değindik. Bu bir yönlendirme oluyor genellikle yargılamadan bunu söyleyeceğim. Güzellik, oyunculuk ve popülarite üzerine kurulan bir tip yol vardır. Benim içimde her zaman müzik vardı. Çocukluğumdan beri dans etmek ve şarkı söylemek. Ve Türkiye güzeli seçildikten sonra zorla, -zorla demeyeyim ki bu tabii kötü niyetli söylediğim ya da kötü niyetle karşılaştığım için değil ama- hep böyle “Oyuncu ol, başrol ol şurada burada” dendi. Ben böyle inat ettim kendi içimde. Her şeyi yapmaktansa, sevdiğim şeyi yapmak istedim… Bu arada oyunculuk da mankenlik de keyif veren şeyler… Sanat dünyasını zaten genel olarak benimseyip seviyorum.
Fakat şu beni korkuttu: Özümde müzik için yapacağım fedakarlığın haddi hesabı yokken, oyunculuk ve mankenlik için bu kadar fedakarlığa hazır değildim. Ve bu beni şu karara itti; önce müzik. Yanlışlıkla oyunculukta patlarsam, sanatçı-müzisyen kimliğimi bir daha kimseye kabul ettiremem korkusuyla ben o kapıları kapattım. Ne kadar doğru, ne kadar yanlış bilmiyorum fakat ben böyle mutluyum. Çünkü her şeyden önce bu yolda mutlu olmak benim için önemliydi ve şarkılarımı ve müziğimi yaparken, bu yolda da ilerlerken, çok farklı kriterlere dikkat ediyorum. Bunu fark edenler de etti zaten. Bu yüzden bana yavaş ama sağlam adımlar her zaman daha sağlıklı gelmiştir. Çünkü bu süreçte elde ettiğim tecrübelerin haddi hesabı yok. Hiçbir reklam, hiçbir parayla satın alınamayacak tecrübeler. Her zaman da bunu söylerim.
Güzel olma baskısı kadınlara çok dayatılır. Estetik, kozmetik derken işin ucu kaçar, insanlar dış görünümlerine bağımlı hale gelir. Siz ise daha farklı düşünüyor olmalısınız, bu konuda neler demek istersiniz? Ne demek güzellik sizin için?
Kesinlikle “Daha farklı düşünüyor olmalısınız” cümlesi çok hoşuma gitti. Benim için dış görünümün hiçbir değeri yok. Belki zaten güzel olduğum için bu cümleyi kurmak kolay olabilir, böyle düşünebilirsiniz yargılamıyorum. Fakat ben hayatımın hiçbir yerinde sadece güzel olan bir insanla muhattap dahi olamadığım için; dünyanın, insanların, içten davranışları, tavırları, sözcüklerinin ne kadar değerli ve güzel olduğuna pek çok şahit olduğum için, Miss Turkey etiketimi de bugüne kadar hiç kullanma gereği duymadım. Hatta içimden bile gelmedi. Çünkü güzelliğimle tanınmak ya da güzelliğimle anılmak hiçbir zaman istemedim. Bunun için çok daha fazla değerim var. Yani güzellik benim sahip olduğum diğer değerlerin yanında çok basit kalır. Dolayısıyla yine klişe ama içimiz güzel olsun. Güzellik benim için tam olarak bu demek.
“BEN POPÜLERLİĞE ZATEN TOK İDİM”
Çok popüler olma kaygısı taşımıyorsunuz. Neden? Öncesinde oyunculuk yapsaydınız ya da YouTube fenomeni olsaydınız şarkılarınızı daha da geniş bir kitleye duyurabilirdiniz belki de, neden bunu istemediniz?
Çok iyi çalışılmış sorulara, bu beni aşırı mutlu ediyor 🙂 Hatta gurur duydum, incelenmişim. Popüler olma kaygısı taşımamamın sebebi her zaman bir nebze popülerliği görmüş olmamdı çocukluğumdan beri ve hedeflerimin popülerliğim dışında olmasıyla alakalı olmasıydı. Yani hiçbir zaman hiçbir işi popülaritesi ya da parası için yapmadım çok şükür. Her zaman bir seçme lüksüm, hakkım mevcuttu. Çünkü insanlar bazen insanlık hali para kazanmak zorunda ve seçim yapamayabiliyor istediği rahatlıkta. Bu bir avantaj ve dezavantaj. Belki bu kadar seçim yapabildiğim için zorlandığım kısımlar da oldu. İnsanlar anlamayabiliyor bir noktadan sonra. Ama kesinlikle başarım için, kendi mutluluğum için yaptığımla alakalıydı ve popülerliğe kesinlikle tok idim.
Bu arada zaten istediğim bir şeyi istediğim bir zaman yapacağım potansiyeli, düşüncesi ve özgüvenine sahip olduğum için acelem yok açıkçası. Çünkü tekrar söylüyorum, bu yolda edindiğim tecrübeler her şeyden değerli. Çünkü dilediğimiz dilek çok önemli. Benim dileğim ne popülarite ne de para. İlk başta mutluluk! O yüzden bu yapacağım işte kendi zirveme ulaştığımda mutlu olmak için zaten bunları yaşamam gerekiyor ve bir şeylerin bu yönde ilerlemesinin kesinlikle hayrıma olduğuna inanıyorum. Çünkü tekrar önceki soruya da bağlantılı olarak Youtube fenomeni olayım, hemen popüler olayım, oyunculuk yapayım, şurada bir başrole gireyim, olayı değil yani. Kendimi, bu yolda hep beraber beni keşfediyoruz aslında. Çünkü müziğe de henüz bir senedir tam olarak yönelmiş durumdayım. Daha önce hep içimde tuttuğum ve yaşadığım bir duyguydu diyelim.
“ALMANYA’YI AİLEMDEN ÖTÜRÜ ÇOK ÖZLÜYORUM”
Hayranlarınızla aranız nasıl? Gözlemlediğimiz kadarıyla sizin hayranlarınız pek acımadan, gerektiğinde linçleyerek, gerektiğinde azarlayarak ama sizi asla yalnız bırakmayarak sizi takip ediyorlar. Nasıl tanımlarsınız BERЯ fanlarını?
Benim fanları, BERЯ fanlarını, BERЯ FC’yi tam olarak tanımlamak için, beni tanımak yetiyor. Onlar kesinlikle benim aynam. Gerçekten çok seviyorum çünkü benim gibiler. Çok yetenekliler. Dediğiniz gibi yeri geliyor destekliyorlar, yeri geliyor beni linçliyorlar çünkü dürüstler. Beni yansıtıyorlar ya 🙂 Başka hiçbir şey söylemeye gerek yok, iyi ki varlar.
Sizi sevenler kadar çok nefret edenler de var. Hakkınızda kötü bir eleştiri olduğu zaman, bunları okur musunuz, takip eder misiniz? Sizi gerçekten de üzer mi, ya da “oyunun kuralı böyle” deyip daha kolay mı atlatırsınız bu tip görüşleri?
Kesinlikle takip ediyorum. Olumlu olumsuz yorumları her daim merak ediyorum. Kendi içimde de eleştiriyorum gün sorunda yine bildiğimi okusam da. Açıkçası insan dönem dönem değişiyor ve özgüveninin bir tık yüksek bir tık daha düşük olabildiği dönemler var. Kesinlikle çok etkilendiğim dönemler olabiliyor. Hiç etkilenmediğim daha fazla dönem oluyor. Çok etkilendiğim dönemler de kısa sürüyor. “Oyunun kuralı böyle” diyecek kadar henüz aşamadım bu durumu. Çünkü çok duygusalım. Ve insanlar neden böyle diyorum. Hatta empati kurup o kişi neden üzgün acaba, neden buna gerek duyuyor üzüntüsünü yaşıyorum. Benim canımı yakmadan önce o kişinin neden canının yandığını düşündüğüm de oluyor. Ama yavaş yavaş, aslında başarılı oldukça bunun maalesef böyle olduğunu kabullenmeye çalışıyorum.
Almanya’da çok sıkıldığınızı söylüyorsunuz bir röportajınızda, aslında Almanya’da da müzik çalışmaları yapıyordunuz. Neden sıkıldınız, Almanya’da kalmak istememe sebebiniz neydi?
Bugünlerde “gelmezdim” diyebilirdim çünkü şu anda müzik sektörü Almanya’da o döneme göre daha gelişmiş durumda. Şartlar bugünkü gibi olsaydı müzik çalışmalarıma önce orada başlamayı tercih ederdim. Diğer yandan orada doğup büyüdüğüm için Almanya’da başlamak da benim için daha kolay olurdu gibi geliyor bana bugünlerde…. Süreç bu şekilde gelişseydi de sonra Türkiye’ye hitap edecek buradaki kitleye ulaşmak benim için yine çok önemli olurdu ki öyle de zaten. Sadece Almanya’yı çok özlüyorum ailemden ötürü.
Türkiye’ye geldiniz ve 2020’den bu yana Zen-G’yle, 6giant’la, Can VS’yle işbirlikleriniz oldu. Doğru zamanın geldiğini nasıl anladınız?
Aslında sürekli başkalarının hayatını yaşayarak, hırslı demeyeyim de azim eksikliğinden kaynaklı diyorum ya, hiçbir zaman böyle ihtiyaç duymamakla ilgili, bir gün dedim ki “Ya sen ne yapıyorsun ya?” dedim. Hayatımda bana zarar verdiğini düşündüğüm her şeyi, herkesi çıkardım ve pandemiyle beraber başladım kendime odaklanmaya. Zen-G, Tahribad-ı İsyan’ın fanıydım zaten. Çok severek takip ettim. 6giant’ın bir şarkısını çok severek takip ettim. Hep o insanlarla bu şekilde işbirliklerim oldu. Çünkü onlar da beni tanıdığı gibi beraber bir şey yapmaya çok açıktı sağolsunlar. O yüzden çok güzel işbirlikleri oldu. Can’la da öyle tanıştım. Ben aslında önce Asil’le yapmak istemiştim, Sonra Zen-G ile tanıştım, dedim “Evet, kesinlikle”. Anında enerjimiz tuttu, bugünlerde Asil’le de aramız çok iyi. Yani birlikte müzik yapmak istediğim çok isim var. Çünkü çoğu arkadaşım, fakat insan dikkatli olmaya çalışıyor. Yoksa ben böyle şeylere çok açığım, çok seviyorum.
Önümüzdeki dönemde yine işbirliklerine devam edecek misiniz, birlikte çalışmak istediğiniz kimler var?
Çok hayran olduğum, çalışmak istediğim isimleri hiç söylemeyeceğim. Çünkü başka yere çekiliyor, kendi içimde muhafaza edeceğim. Hayırlısı yani. Güzel işbirlikleri inşallah olur. Ben çok seviyorum işbirliği.
KISA KISA
- Küçükken odamda posterleri olan, idol olarak gördüğüm müzisyen yok, değişiyor. Sierra’ydı bir zamanlar, Chris Brown çok uzun bir zaman… Onun dışında Türkçe’yi benimsediğim ilk sanatçı Sagopa Kajmer. Onun sayesinde Türkçe’ye asıl çok merak sarıp “Baytar” ne demek diye Google’a yazıyordum. Çok fazla sanatçı takip ediyordum. O yüzden buna net bir cevap veremem ama uzun bir süre Chris Brown’ı çok sıkı takip ettim çocukken.
- Dans etmeyi en çok sevdiğim şarkı; R&B, reggae tarzları. “Bunx Up” diye bir şarkı var. Onu mesela çok seviyorum. Bugünlerde çok fazla var. Ben böyle şeylere asla tek cevap verebilen biri değilim bu arada.
- Müziğim hakkındaki yorumlar içinde beni en çok sinirlendiren şey bilmeden konuşulması. Sanki ben böyle hiçbir şey yapmıyormuşum, elimi kolumu sallaya sallaya bunlar oluyormuş gibi davranılması. Emeğin yok sayılması kadar sinir olduğum hiçbir şey yok. Çok büyük ayıp. İnsanlar hiçbir şeyin emeksiz olmadığını anlamayı kabul etmeyi asla istemiyorlar. Bu çok büyük bir saygısızlık. Buna hiç tahammülüm yok. Benim çektiğim zorluğun yüzde 10’unu bile bilmiyorlar. Ama Allah görüyor sorun yok.
- Dünya üzerinde en çok görmek istediğim çok fazla ülke var. Ben direkt dünyayı görmek istiyorum ve göreceğim.
- Bana göre müzik yapabiliyor olmanın en özgürleştirici yanı .. Bu çok değişik bir soru. Direkt özgürsün. Bunu bir kalıba sokamam sanırım. Bazen müzikte de özgür olamayabiliyoruz. Ben açıkçası istediğim her şeyi müziğime yansıtabildiğimi ya da yansıtabileceğimi düşünmüyorum. Bu da şartlar dolayısıyla. Mesela Almanya’da tamamen özgür olurdum. Bu bir tık hüzünlendirici fakat buna saygı duyuyorum. O yüzden kendi içimde çok özgür de hissetsem, bir kısıtlayıcı tarafı varmış. Onu şu an farkettim. Fakat tekrar toparlamak gerekiyorsa da; en özgürleştirici yanı, kendi içimde orada hiçbir şeyi yargılamıyor olmam.
- Ne zaman moralim bozuk olsa, dinlediğimde beni yeniden yükselten o şarkı .. Şarkı demeyeyim de çok alakasız bir melodi… Ava Max diye bir kadın, beni çok ümitlendiriyor. Bu arada “gymnopedie” melodileri beni çok hayata bağlayan, tekrar ümitlendiren melodiler. Özellikle “Gymnopedie no.1”. Bir de Ava Max’ın “In Your Arms” remix’i var. Orada bir beat rap’i var. O beni aşırı açıyor. Onu çok seviyorum. O şu an aklıma geldi.
- Son zamanlarda takılı kaldığım albüm Zen-G’nin albümü. Ben şeyi fark ettim. Bu dünyaya girdikten ve çok fazla müzisyen arkadaş edindikten sonra, kendi arkadaşlarımı çok fazla takip edip orada takılı kaldığımı farkettim. Bunu tekrar kendim gelişimim için değiştirmem lazım. Ama arkadaşlarımın, sevdiğim insanların albümlerinde çok takılı kalıyorum.