Ana SayfaÖzel DosyaBeterböcek nasıl öldü?

Beterböcek nasıl öldü?

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kült film mertebesine ulaşan “Beetlejuice” (Beterböcek), ilk filmden 36 yıl sonra sinemalara geri döndü. Açıkçası büyük bir coşkuyla basın gösterimine gittiğim Beetlejuice Beetlejuice’tan hayal kırıklığı ve soru işaretleriyle ayrıldım. Ben de sorular eşliğinde Beterböcek fenomenini ve yeni filmin eksiklerini irdelemek istedim. 

-Dikkat! Yüksek dozajda spoiler içerir :)-

Doğu YÜCEL

Beterböcek nasıl kült oldu?

Film şirketinin güvenmediği, yıllarca kaçındığı bir proje 1988’te nasıl global bir başarı elde etti? Beterböcek’in alâmeti fârikası nedir? Bu soruları yanıtlayabilmek için Beterböcek’in asıl yaratıcısını tanımamız gerekiyor. Beterböcek en başta, korku edebiyatının önemli yazarlarından Michael McDowell’ın zihninden çıkmış bir fikir. McDowell, Stephen King ve Peter Straub’un yaşayan en büyük korku yazarı olarak andığı bir usta. Maalesef, artık yaşamıyor, 1999’da vefat etti. McDowell kendi tanımıyla “ölüm koleksiyoncusu” olan eksantrik bir tabiata sahipti. Ölüme dair her şeyi biriktiriyordu. Ölüm ilanlarından cenaze fotoğraflarına, çocuk tabutlarından tuhaf ölümlere dair objelere kadar her şeyi içeren dev koleksiyonu şu an bir üniversitede sergilenmekte. McDowell’ın senarist olarak en büyük çıkışı “Alfred Hitchcock Presents” dizisindeki “The Jar” bölümüyle oldu.

1986’da yayınlanan bu bölümün yönetmeni ise genç, tanınmayan bir isimdi; Tim Burton’dı! Daha sonra McDowell’ın yazdığı Beetlejuice senaryosu Burton’a teklif edildi. Yıllarca Disney’in animasyon departmanında çalışan Burton’ın masalsı ve sevimli vizyonuyla McDowell’ın sert, amansız, karanlık korku anlayışı mükemmel bir kontrasta yol açtı ve Beetlejuice muazzam bir başarı elde etti. 1993’te “The Nightmare Before Christmas”ın hikayesini de Michael McDowell, Burton’ın kısa bir şiirinden uyarlayarak yazdı. İlginçtir, Burton’ın şiir kitabıyla aynı ismi taşıyan “İstiridye Çocuğun Hüzünlü Ölümü” şiirini de McDowell bir çizgi roman projesi için yazmıştı, Burton biraz değiştirip üstüne kondu. Kısacası Burton’ın birçok büyük başarısının ardındaki McDowell, Beterböcek’in tılsımında büyük role sahipti. McDowell 1999’ta AIDS hastalığına yenildi ve Beetlejuice’un mekanına göç etti. Peki neden uzun uzun Beetlejuice’un çok tanınmayan yazarını anlattım? Beterböcek’i Beterböcek’i yapan, nüvesindeki ruh halini anlamamız için sanırım. İlk filmdeki o müthiş hayal gücü ürünü olan ölüm sonrası sahnelerini sanırım ölüme takıntılı ve edebi arka planı olmayan biri yazamazdı. Ne “Yeni Ölenler İçin Rehber” olurdu ne de Betelgeuse gibi orijinal bir karakter… Yaratıcısının yokluğu maalesef yeni Beetlejuice’ta hissediliyor diyerek ikinci sorumuza geçelim… (Bu arada Michael McDowell’ın Türkçeye çevrilmiş tek bir eseri var, o da Elementaller, fakat asıl meşhur serisi Blackwater yakında İthaki’den yayımlanacak)

Beterböcek Woke akımına yenildi mi?

Yeni Beetlejuice’tan önce ısınma amaçlı ilk filmi tekrar izledim. Filmi izlerken sürekli eşime dönüp “Bu espriyi günümüzde yapamazlar”, “Beterböcek, şu hareketi şu anda yapamaz” dedim durdum. Gerçekten ilk film bugün vizyona girse tüm cast ve Burton kırk kere “cancel” edilirdi, öyle bir film. Bir kere Beterböcek resmen bir sapık.:) Filmdeki her kadına sulanıyor ve en büyük amacı da reşit olmayan Lydia ile evlenebilmek. Yaptığı şakaların büyük kısmı da homofobik, maço ve günümüz politik doğrucu normlarına ters. Yeni Beterböcek bu yüzden çuvallıyor. Karakter günümüze uymadığından yeterince “pislik” davranamıyor. Kısacası Woke’çular kızmasın diyerek karakterin en özgün yanını tıraşlamışlar.

beetlejuice beetlejuice film sequel 2024

Maketler, kuklalar, stop-motion’lar var mı?

İşte onlar var! Filmin en güzel yanı da bu. İlk filmdeki analog ruhu büyük ölçüde korumuşlar. El emeği göz nuru dekorlar, maketler, kuklalar çok şık görünüyor. Lydia’nın babasının nasıl öldüğünü anlatan flashback sahnesinde bambaşka bir teknikle, hamurlarla stop motion yapmışlar, o da çok hoş. Monica Belluci’nin karakteri Delores’i ilk gördüğümüz sahne de bir harika. Ama yine de tüm resme baktığımızda ilk filmdeki yaratıcılığı gördüğümüz söylenemez. Yeni filmin en sempatik karakterlerinden Bob ve birlikte çalıştığı diğer “küçük kafa”lı yaratıklar ilk filmdeki kült figür Harry the Hunter ile aynı. Fakat ilk filmdeki Harry’nin kafasının neden küçük olduğunu ilk filmin sonunda öğrenmiştik, meğer Araf’taki bekleme odasında bekleyen Kızılderili’nin numarasını çalmış, Kızılderili de büyüyle kafasını küçültmüş (Bu arada bu karakter Boba Fett benzeri bi şekilde fenomenleşince oyuncağını çıkarmışlardı, Harry’nin normal suratını da oyuncak setine eklemişlerdi). Bu filmdeki küçük kafalı Bob ve diğerleri neden öyle, bilmiyoruz, tahminen Harry çok sevildi, ondan on tane daha koyalım demişler. Peki Delores’i neden öyle paramparça etmişler, onu da öğrenmiyoruz. Bu sadece görsel odaklı tavır, efektlerin sadece süs olarak kalmasına sebep oluyor. Ayrıca ilk filmde aslında üç farklı dünya vardı: Gerçek dünya, öte dünya ve maketteki dünya. Bu defa maketteki dünya neredeyse hiç yok.

Beetlejuice Beetlejuice’un hikayesi nedir?

Filmin en büyük sorunu da bu. İkinci Beetlejuice macerası çok fazla yan hikayenin bir arada sunuluşu gibi. Lydia (Winona Ryder) hayaletlerle ilgili bir tv dizisinin sunucusu olmuştur ama Beetlejuice’u hep ara ara görmektedir. Derken Deetz ailesinin babası Charles ölür ve tüm aile Winter River kasabasına cenaze için geri döner. Bu sırada öte dünyada Beterböcek tekrar gerçek hayata dönmenin yollarını arıyordur ama tuhaf bir kaza neticesinde, psikopat eski karısı Delores önüne çıkan herkesi öldürerek Beterböcek’ten intikam almak için yola düşer. Delores’in suçlarını da öte dünyadaki bir dedektif (Willem Dafoe) araştırıyordur. Derken Jenna Ortega’nın oynadığı Astrid annesi Lydia’nın tersine paranormal olaylara gıcık kapıyordur, bir gün bisikletle bir kaza yapar ve yakışıklı bir delikanlıyla tanışır. İşte bu tanışma aslında tüm hikâyenin en heyecanlı yeridir fakat o da filmde çarçabuk çözülüyor. Kısacası ilk filmin süper basit, etkili hikayesi (Bir çift ölür, öte dünya kurallarını öğrenerek evlerine yeni taşınanları kaçırmak isterler, Beterböcek’ten yardım alırlar) yerine adeta bir mini diziyi dolduracak kadar hikayeyi 100 dakikaya sığdırmaya çalışmışlar. Mini dizi demişken filmin senaristleri severek izlediğim Wednesday’in senaristleri. (BU CÜMLE SPOILER OLABİLİR :)) Bu arada filmin en heyecanlı yeri dediğim Astrid – Arthur hikayesi de düşündüğünüz zaman Wednesday’le aynı.

beetlejuice 2048x2048 17619

İkinci Beetlejuice’un en büyük sorunu ne?

Tek bir sorun söylemem gerekirse, film çok geç başlıyor. Astrid – Arthur tanışması dedim ya, o neredeyse filmin 40. dakikasında gerçekleşiyor. Michael Keaton’ın isteğiyle Beetlejuice’un ekran süresini uzatmak adına, bu defa, Lydia onu gerçek dünyaya davet edene kadar karakterin öte dünyada yaptıklarını göstermişler ama Beterböcek’in asıl hikayeye dahil olması neredeyse 50. dakika. İlk filmde de böyle bir durum vardı ama o âna kadar üç tane son derece özdeşleşilebilir karakteri izliyorduk. Alec Baldwin’in karakteri Adam, 80’lerin en sempatik oyuncularından Geena Davis’in oynadığı Barbara ve tabii Ryder’ın canlandırdığı harika “outcast” tipi Lydia. Kuş gözlemcisi baba Charles, Catherine O’Hara’nın modern sanatçı tiplemesi Delia da sizi hikayeye dahil edebiliyordu.

İlk filmdeki çift nerede?!

Gerçekten Maitland’ler nerede? Sonuçta bu hikâye Beterböcek’ten daha çok talihsiz bir şekilde ölen Adam ve Barbara çiftinin hikâyesiydi. Deetz ailesi evlerine dönüyor ve aa o da ne? Adam ve Barbara yoklar. Bunun üstünde neredeyse hiç durulmuyor, ikna edici olmayan, kısa bir replikle konu geçiştiriliyor. (Bu arada yanlış görmediysem, filmin jeneriği sırasında kamera ilk filmdeki gibi yarı gerçek yarı maket mahallenin üzerinden geçerken Adam ve Barbara’yı nehirden çıkmaya çalışırken görüyoruz) Tim Burton’a bu konu sorulduğunda “Yeni bir şey yapmak istedim” gibi zayıf yanıtlar vermiş. Bence Alec Baldwin’in (Adam) malum suç/kazadan dolayı mimlenmiş olması bunda etken olabilir. Aynı şekilde Charles’ı oynayan Jeffrey Jones da hakkında açılan seks suçu sebebiyle “cancel”lanmış durumda, filmde kafasız bir şekilde görünmesi bundan olabilir. Bunlara rağmen, bence hikayenin hayrı ve filmin ruhunu korumak adına Geena Davis bu filmde mutlaka olmalıydı. Davis’e bu konu sorulduğunda hayal kırıklığını gizlemeden “Tim Burton beni aramadı” diyor, sonra da “Sanırım hayaletler yaşlanmıyor ama biz yaşlandık” gibi bir yanıt veriyor. Ama bu yanıt da inandırıcı değil, “de-aging” teknolojisiyle Hollywood’un neler yapabildiği ortada. Kaldı ki Michael Keaton’ın da bu durumda oynamaması gerekirdi.

Beterböcek güncel olabiliyor mu?

Hani dedim ya, politik doğruculuk ve Woke’tan dolayı Beterböcek pisleşemiyor diye… Peki pisleşmeden espri yapılamaz mı? Yapılabilir, birkaç sağlam espri de var filmde. Ama bunlar da yeterince güncel tınlamıyor. Filmin finaline doğru influencer’larla ilgili yapılan şaka olmasa bu film 90’larda çekilse de fark etmezmiş diye düşündüm. Bu devam filmi 90’ların başından beri gündemde olduğu için acaba o zamandan beri yazılan senaryolardan mı faydalanıldı diye bir komplo teorisi yazasım da geldi. Cep telefonu, internet kullanımı bile çok yok filmde. Her şeyi geçtim, Lydia’nın babası Charlie bir uçak kazasından sonra köpekbalığı tarafından yenilerek ölmüş. Böyle bir haber günümüzde herkesin kulağına gitmez mi?

1040123 beetlejuice beetlejuice l iconique duo tim burton et michael keaton de retour en 2024

Peki o şarkılar var mı?

Beetlejuice’u Beetlejuice yapanlardan biri de filmde kullanılan kült şarkılardı. Yemek masasında tüm ailenin Beterböcek etkisiyle Kalipso kralı Harry Belafonte’nin ‘Banana Boat’unu, namı diğer Day-O’yu söylemesini kim unutabilir ki? Tim Burton’ın komik bulmadığı için çekmemekte direndiği bu sahne daha sonra filmin en ikonik sahnesi olmuştu. Bunun dışında Winona Ryder’ın havada yükselerek yine Belafonte’den ‘Jump in the Line’ı (Shake Senora) söylemesi de filmin muhteşem son noktasını koymuştu. Bu defa maalesef kalipso şarkılar yok! Banana Boat’u cenaze sahnesine çok güzel yedirmişler (bkz. Fragman) ama yemek masasının bir benzerini düğün sahnesinde, bu defa Richard Harris’in ‘MacArthur Park’ şarkısıyla yenilemeye çalışmaları çok acınası geldi bana. Bir sebebi de yok ki. Ailenin misafirleriyle birlikte Day-O’yu söylemesinin bir sebebi vardı, onları korkutup kaçırmak için denedikleri bir taktikti. Bu filmde durduk yere, komik hiçbir yanı olmayan, üstelik 68’lerde Amerika’da yaşayanlar dışında komik veya “cringe” herhangi bir çağrışıma sebep olmayacak bu şarkı ne alaka? EkşiSözlük deyimiyle biri beni yeşillendirirse sevinirim. Zaten filmin genelinde de böyle bir durum var, “yaptık oldu”. Karakterlerin motivasyonları olmayınca genelde olay kurgusunda da yaratıcı çözümler bulunamaz. Tek bir örnek: filmin sonu bile ilk filmin sonuyla aynı. İlk filmde ara bölgedeki dev solucan Beterböcek’i yiyordu, burada da iki “kötü karakter”den solucan sayesinde kurtuluyorlar.

Tim Burton’ın düşüşü devam ediyor mu?

Maalesef ediyor. Karakterlerin motivasyonu yok dedim ama galiba asıl motivasyonunu yitiren, 2014’teki “Big Eyes”dan beri iyi film çekemeyen Tim Burton. Bunu anlamak da güç değil. Daha, çok gençken “Vincent” isimli nefis kısa filmi çeken ve o şiirdeki gibi yalnız, dışlanmış, dağınık saçlı, gotik bir çocuk olan Tim artık çok uzak bir geçmişte kaldı, dünya çapında büyük başarıların ve servetin sahibi oldu. Kızlarla konuşamadığı için kendini hayallerine ve sanata adayan o utangaç çocuk gezegenin en güzel kadınlarıyla aşklar yaşadı (Lisa Marie, Helena Bonham Carter ve Eva Green’den sonra da şimdi Monica Belluci’yle birlikte). Sanırım artık ondan “Edward Makaseller”, “Büyük Balık”, “Ed Wood”, “”Batman I-II”, “Corpse Bride” ve “Hayalet Süvari” gibi bizim gibileri, dışlanmışları, yalnızları, hayalperestleri mutlu edecek bir film beklemek bir hata. 

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR