Türkçe alternatif sahnenin kalemi keskin isimlerinden Birkan Nasuhoğlu, yeni şarkısı “Gel” vesilesiyle Dergy’nin sorularını yanıtladı.
Sebla KOÇAN / [email protected]
Yerli alternatif sahnenin en çalışkan, en yetenekli isimlerinden biri, Birkan Nasuhoğlu. Önce Yedinci Ev ile birlikte 2013 yılında yayınladığı Şimdi albümünde duyduk sesini. Grubuyla birlikte iki albüm kaydetti. Yedinci Ev dağılınca, kariyerine solo olarak devam etme kararı aldı. Elçin Orçun, Gökhan Türkmen, Dilhan Şeşen gibi isimlerle işbirlikleri yaptı. “Bi’ Fazla”, “Varsa Yoksa”, “Hani Dersin Ya Tamam” ve “Diken” gibi şarkıları çok dinlendi, çok sevildi. 2020 çok üretken ama bir o kadar da zor bir sene oldu, Nasuhoğlu için. Pandemi döneminin sıkıntılarının yanı sıra, ağabeyi kadar yakın olan kuzeni Ergin Nasuhoğlu’nu kaybetti. Bu acıyı ve şaşkınlığı hala yaşadığını söyleyen Nasuhoğlu, bugün yeni şarkısı “Gel”i yayınladı. Birkan Nasuhoğlu, Dergy’nin sorularını yanıtladı.
Son olarak Nova Norda, Canozan, Sedef Sebüktekin ile ortak bir albüme imza atmak için kampa girdiniz. Bize biraz ipucu verir misiniz, ne zaman dinleyeceğiz bu çalışmayı? Nasıl geçti kamp hayatı?
Evet, aslında pandemi öncesinde konser planlaması ile başlamıştı bu birliktelik. Planlanan konserler iptal oldu tabii… Biz de projenin havada kalmasını istemedik. Ses vs açısından bize sıkıntı yaratmayacak bir ev bulup orada beraber yeni şarkılar kaydedelim dedik. 21 günde 8 şarkı gibi bir noktaya evrildi bu düşünce. Universal Music Türkiye ve bazı markalar bu işi sahiplendi ve hayata geçirmemiz için bize yardımcı oldular. Gayet keyifli bir süreçti, söz verdiğimiz gibi 8 şarkıyı kaydedip çıktık evden. Tahminimden fazla çalıştık ama deşarj olmak, kafa dinlemek için de epey iyi geldi diyebilirim. Henüz çıkış zamanı net değil fakat süreç 2021 ilk aylarında dinleriz gibi ilerliyor.
Onun öncesinde de bu ay dinleyeceğimiz yeni şarkınız “Gel”in kayıtlarından bir fotoğraf paylaşmıştınız. Bu şarkının akıbeti nedir? Ne anlatıyor, hikâyesi nedir?
GEL, 13 Kasım’da yayınlanacak. Yanlış hatırlamıyorsam 3-4 sene önce yapmıştım bu şarkıyı. İşte şarkılar böyle bir kenarda hayata geçeceği vakti bekliyorlar bence. Kendileri belirliyor gibi doğru zamanı… GEL, bir ayrılık sonrası şarkısı. İkili ilişkiler, benim işlemekten keyif aldığım bir konu. Bu şarkımda da sona eren bir ikili ilişkiyi, özlemini ve hasretini dile getiren taraf sesinden anlatıyorum.
Peyk’in solisti İrfan Alış geçtiğimiz günlerde müzik sektöründe önemli bir konuya parmak bastı: “Sürekli bir şarkı yüklemek zorunda değiliz, iyi şarkılar zaman ister” dedi. Dijital platformlar sayesinde çok şarkı dinliyoruz, ama sahiden de iyi şarkılar dinliyor muyuz? Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Aslında üzerine epeyce konuştuğumuz bir konu bu. Yani ben önceleri çok daha katıydım aslında. Her önüne gelen en azından ‘’her’’ platforma şarkı yükleyemese keşke diye söylenirdim. Ama bu sefer de yayınlanacak şarkıları kim belirleyecek diye sorduğumuzda bunun bir cevabı olamıyor. Yani özgürlük kısıtlamasına kadar uzanıyor bu durum. Bahsettiğimiz platformlara şarkı yüklemek için gerekli koşulları sağlayan herkes içerik yükleyebilmeli bence. Herkesin buna hakkı var öncelikle. E zaten hayattaki her şey hızlanıp duruyor. Bir yerden bir yere en hızlı nasıl giderim, en hızlı karnımı nasıl doyururum diye düşünerek geçiyor insanlığın vakti. Haliyle tüketim de bu şekilde hızlanıyor. Bir şarkı yayınlıyoruz, 1 ay sonra yeni şarkı ne zaman diye mesajlar gelmeye başlıyor. İnsanları da anlıyorum, bu hız içerisinde herkes sürekli yeni bir şey bekliyor.
Ama bu bekleyiş sırf tüketmek için olunca duyguların çoğu çöpe gidiyor maalesef. Ne o şarkının hissiyatı ne de yeni şarkı bekleyen kişinin duygusu gerçekliğini koruyamıyor sanki… İyi şarkı, kötü şarkı tamamen kişisel olduğu için bu konuda yorum yapmak istemem fakat her tarzdan fazlasıyla içerik var artık. İsteyen istediğini açıp dinleyebilir. Ya da dinlemeyebilir, tamamen kendi ellerimizde. Bir zamanlar olduğu gibi; x plak şirketinden çıkan şarkı şu radyoda kesin çalar, klibi televizyonda kesin yayınlanır gibi bir noktadan buraya gelmiş olmak bile oldukça sevindirici.
Yedinci Ev’in dağılmasından sonra müziğe solo olarak devam etme kararı aldınız. Özlüyor musunuz grupta çalmayı, grup ruhunu? Yola tek başına devam etmenin ne gibi avantajları oldu, size neler kattı?
Grup ruhunu özlüyorum evet. Çünkü fazlasıyla duygusallık içeriyor. Hayaller, ümitler, beklentiler hep o ufak duygu balonunun içinde yaşanıyor. Bir hedefe varıp varmamak mühim olmadan, grup halinde o hislerde gezinmek oldukça tatmin edici geliyor bana. Sürekli, her gün yaptığımız müzikle ilgili iletişimde olma hissi özleniyor haliyle… Ama çalışmak da bir o kadar zordu bence. Hep birlikte aynı disiplinde olup, aynı çaba ve özveri ile ilerlemek oldukça güç. Grupta illa ki herkesin ayrı bir dinamiği, yüklendiği sorumluluğu oluyor, herkesten aynı enerjiyi beklemek de yanlış ama en azından birbirine yakın olması gerekiyor. Bu denge olayı da aradaki bağı zedeleyen bir husus.
Yola tek başına devam etmenin biraz da avantajı bu. Bütün sorumluluğum kendime. Sahnede yaptıklarım, röportajlarda söylediklerim tamamen beni ilgilendiriyor. Bir grup adına konuşmak ve hareket etmek zorunda değilim. Öncelikle bu rahatlık beni daha iyi hissettiriyor. Karar almak ve alınan kararı hayata geçirmek de bir o kadar kolay. En azından fikren büyük bir yüzdelik dilim benim elimde. Birlikte çalıştığım herkesin fikri önemli, herkesin fikri denemeye açık ama mühim olan benim zihnimin içindekiler oluyor haliyle. Bunun herkes farkında yani. Birisi benimle bir şey yapmak istediği zaman ben de böyle yaklaşıyorum. Mühim olan benden istenen nedir, ben ne kadar bu işi yukarı taşıyabilirim ona bakarım. Elbet fikirlerim oluyor, paylaşıyorum da ama bir merkez fikir olduğunu da unutmamak lazım. Grup olarak hareket edildiğinde bu süreç biraz uzun sürüyor. Bunlar benim deneyimlerim tabii ki, herkes için aynı olmuyordur. Gerçekten keyifle dinlediğim bir ekiple çalıyoruz hem sahnede hem kayıtlarda. Burak Irmak, Berkay Küçükbaşlar, Melih Balta, Berat İşçioğlu hepsi hayran olduğum müzisyenler. Onlardan çok şey öğreniyorum.
Bazen küçüklük fotoğraflarınızı paylaşıyorsunuz dinleyicilerinizle. Nasıl bir ortam vardı evde siz küçükken, neler dinlenirdi evde? Duvarlarınızda kimin posterleri olurdu, “Yoluma müzikle devam edeceğim” dediğinizde kaç yaşındaydınız?
5-6 yaşlarımda oyuncak gitarla başlamışım bir şeylere göz kırpmaya. İlgim varmış bir şekilde. Evde enstrüman çalan yoktu ama müzik hep vardı. Hiç yabancı bir şey dinlediğimi hatırlamıyorum ama yerli bir sınırlamamız da yoktu. Her telden gidiliyordu yani. Beşiktaş posterleri dışında bir poster astığımı da hatırlamıyorum duvarıma. Müzik aşkına 16-17 yaşlarında kendimi iyice kaptırıp, 20 yaşında da tamamen teslim ettim diyebilirim.
Hiç ummadığımız şekilde gelişen, tuhaf bir seneyi devirmek üzereyiz. Sizin 2020’niz şimdiye kadar nasıl geçti, size neler hissettirdi?
2020 benim için oldukça ilginçti. Büyük bir karar alıp, uygulamak için 2020’nin Ocak ayını bekliyordum, uyguladım da. Çok şükür her şey yolunda gidiyor bu konuyla ilgili. Pandemi olayının etkilerini yeni yeni hissetmeye başlıyorum ben. Zaten demleniyor hislerimiz, zamanla ortaya çıkacağı belliydi. Evde olmaktan, dışarda özgürce hareket edememekten dolayı biraz sıkıldım ve tahammülüm azaldı sanırım. Onu çözmeye çalışıyorum bu ara. Bana kazandırdığı harika bir yenilik de oldu bu sürecin, o konuda da huzurluyum çok şükür. Abim kadar yakın, bana müzik sektörüyle ilgili büyük öğretiler göstermiş olan, tecrübeler kazandıran, birlikte onlarca çok saçma bir o kadar da harika anılar biriktirdiğim kuzenimi kaybettim bu sene… Onun acısı ve şaşkınlığı hala devam ediyor içimde. Büyük bir sene oluyor benim için yani. Bakalım önümüzdeki aylar ne gösterecek.
“Amantes amentes”i görünce ve tabii şarkılarınızla paralel düşününce, bunu sormadan olmaz. Aşk, hayatınızda nasıl bir yerde, sizi nasıl besliyor, sizi nasıl evriltiyor? Nasıl bir delilik hali yani sizdeki, size neler yazdırıyor?
Aşkın kendisini oldum olası sevdiğimi biliyorum. Çok ufak yaşlarıma kadar gittiğimde de görebiliyorum bunu. O duygu içerisinde olmak bana güven veriyor, yaşadığımı hissediyorum. Fakat nasıl aşık olunur, nasıl aşık kalınır, benim için aşk ne demek bunları yeni yeni öğreniyorum. Aslında tek taraflı bir şeyden bahsediyoruz aşk derken. Herkesin kendi içinde var ettiği bir duygu bu. O yüzden paylaşım noktasında bazı sıkıntılar yaşıyoruz. Beklentiler içine giriyoruz haliyle. Biraz daha saf ve narin yaklaşmak gerekiyor bu duyguya bence. Bilinçsiz delilik örneğim oldukça fazladır. Bu duyguyu yaşamayı öğrenme aşamasında kendimi kontrol edemediğim çokça an olmuştur. Kendimi üzdüğüm, karşımdakini kırdığım, hatta arkadaşlarıma kadar uzanan vahim duygu durumları yaratmışımdır. Ama benim öğrenme şeklim böyle oldu. Zaten çok sonraları farkında vardım bunların…
İşte bu yüzden şarkılarımda da bu konuyu işlemeyi seviyorum. Gitarı elime aldığımda çok büyük olasılıkla bu konu beliriyor beynimde. Sanki aşkla bir derdim var gibi. Ya da acaba aşk beni kullanarak kendi derdini mi anlatmaya çalışıyor, anlamıyorum. Kendimden sıkıldığım da çok olmuştur. Yeter artık dediğim. Ama durduramıyorum maalesef. Çok daha iyi yazmam gerekiyor aşk hakkında. Belki de daha iyi olmak için sürekli tekrar ediyorumdur üretim halindeyken. Gerçek hayatta biraz daha bilinçliyim bu konuda. Her geçen gün yeni bir şey öğreniyorum aşk hakkında tabii ki ama en azından bilinç düzeyimi biraz olsun geliştirdim sanırım. Arada bambaşka konulara da değiniyorum ama şarkılarımdaki aşk aynen devam edecek gibi görünüyor.
İlk kez sahneye çıktığınız günü hatırlıyor musunuz, neler yaşadınız o gün? İyi mi geçti kötü mü geçti, nasıl bir anısı var sizde?
Lise yıllarımda okul dinletisinde o zamanki grubumla konser vermiştik. İlk konserim bir tiyatro salonunda rock müzik icra ederek oldu yani. Hala en yakın arkadaşlarımdan birisi olan o zamanki davulcumuz sadece 2 ritim biliyordu. Ve 2 ritim ile 13-14 şarkı çalmıştık. O günden sonra ufkum açıldı, cesaretim tavan yaptı diyebilirim 🙂
KISA KISA…
- Kendimde en sinir olduğum özelliğim fazla kontrolcü olmam.
- En son okuduğum ve beni çok etkileyen kitap Şükrü Erbaş’ın İnsanın Acısını İnsan Alır’ı oldu.
- Son dönemde dinlediğim ve sürekli baştan aldığım albüm Can Güngör’ün Sular Dar albümü.
- Onunla çalışmak için kapısında bile yatardım dediğim müzisyen Foals grubundan Yannis Philippakis.
- Eğer Türkiye dışında başka bir ülkede yaşama şansım olsaydı bu ülke Kuzey Avrupa ülkelerinden birisi olurdu.