Ana SayfaMüzikBlonde Redhead’in akşam yemeğine davetlisiniz!

Blonde Redhead’in akşam yemeğine davetlisiniz!

9 sene önce çıkan “Barragan”la kariyerlerinin en avangard işlerinden birine imza atmıştı Blonde Redhead. 29 Eylül’de çıkacak “Sit Down for a Dinner”sa hepimizin hayatına dokunan köklerine dönüşü müjdeliyor. Elbette her zaman yeniyi, gelişimi ve samimiyeti arayarak. Öyle bir üçlüden bahsediyoruz ki nasıl samimi olmasınlar? Albümlerinin adı bile bize sofralarında bir tabak sunuyor ve “akşam yemeğine kal” diyor.

Ant Arın Şermet

Elbette Blonde Redhead isterse akşam yemeğine de kalınır, yatıya da… Ne zamandan beri hayranı olduğumu hatırlamakta güçlük çektiğim grubun huşu dolu sesi ve görsel dünyasının yaratıcısı Kazu Makino’yla bu heyecan ve dostluk hissiyle sohbete başladım. Okuyacağınız röportaj iyice uzamasın diye, 20 dakika süren kar leoparları sohbetinin tüm detaylarını ve İstanbul’un az bilinen iyi salaş mekanlarını buraya dahil etmedim. Gelgelelim Kazu’yla görüşmemizi bitirdiğimde çok güzel bir yemek sofrasından kalkmanın mutluluğunu yaşadım. Şimdi sıra sizde. Blonde Redhead’in akşam yemeğine davetlisiniz; afiyet olsun!

Hasretle beklediğimiz 10. stüdyo albümünüz “Sit Down for a Dinner” 29 Eylül’de, son albümünüz olan “Barragan”dan 9 sene sonra dinleyicilerle buluşacak. Bu süre zarfında hepiniz farklı işlerle üretmeye devam etmiş olsanız da “yeni bir Blonde Redhead” albümü için bir araya gelmek ve stüdyoya girmek nasıldı?

Kazu Makino: (Gülerek) Törensel bir buluşma değildi. Bunu söyleme sebebim de sayısını hatırlayamadığız kadar çok kez stüdyoya bir şeyler kaydetmeye girmiş olmamız. Yeni şarkılarımızın iskeletlerini hazırlayıp stüdyoya girdiğimiz için de rahat olabiliriz biraz. Ancak stüdyoya girerken gidecek çok fazla yolumuz, atacak çok fazla adımımız olduğunu da biliyorduk. Bebek adımları atıyorduk çünkü hiçbir zaman “evet, işte doğru an bu” denebilecek durumlar yaşanmıyor. Şarkılar yavaş yavaş son haline ilerliyor. Ancak törensel bir buluşma olmadığını söylemiş olsam da özel bir an olmadığı anlamına gelmiyor. Stüdyoya girmek her zaman çok özel.

Her albümünüzde, sizi siz yapan Blonde Redhead dokunuşları var. Gelgelelim her albümünüzde bir önceki albümünüzün dışına çıkıp kendi sınırlarınızın farklı noktalarını da keşfettiğiniz söylenebilir. 9 senelik ara kaynaklı olacağını tahmin etmekle birlikte “Sit Down for a Dinner”ın, özellikle son iki albümünüzle fazlasıyla ayrıştığını düşünüyorum. Lakin, buna rağmen 2000-2007 arasında çıkardığınız birbirinden muhteşem üç albümle de hissedilir bir işitsel bağı var. Yaratım aşamasında geçmiş, şu an ve geleceğinizin birleştiği noktalar oluyor mu? Yoksa başlı başına farklı bir süreç mi?

M. : En baştan bizi biz yapan yapı taşlarını koyuyoruz gibi bir durum söz konusu değil. Daha çok her albüm bir döngü oluyor. Sıfırdan yola çıkıyorsun ve iyiye, daha iyiye, daha iyinin de ötesine, ötesine çıktığın noktanın daha ilerisine, kısaca zirveye ulaşmaya çalışıyorsun. Bir bakıyorsun ki hiç denemediğin bir şey keşfediyorsun ama o zamana kadar yaptıklarının dışına çıkıyor ama onun peşinden gitmekten kendini alıkoyamıyorsun. Böylelikle aniden, kurduğun tüm yapı çöküyor ve bahsettiğim döngüye, sıfır noktasına dönüyorsun. Zirveye ulaşmak için farklı kapılar deniyorsun. Biliyorsundur, atlara ilgili biriydim. Bir atı görüyorsun ve onunla iletişime geçip bağ kurmaya başlıyorsun. O da bu süre zarfında büyüyor ve birçok şey yapıp tam potansiyeline ulaşıyor. Ancak sorun burada başlıyor. Tam potansiyeline ulaştıktan sonra karşısına çıkan tek şey yıkım oluyor. O andan sonra ona hiçbir şey öğretemiyorsun, o ana kadar öğrendiklerini kendini koruma yöntemi olarak kullanarak hayatını sürdürüyor. Demeye çalıştığım aslında şu; iyi gözüken gelişmeler eninde sonunda kötü sonuçlar doğurabiliyor. Çünkü tıpkı atlar gibi yeteneklerimizi ve kendimizi, korkularımızdan kaçmak için kullanıyoruz. Bizim için de, “Sit Down for a Dinner” için de durum böyle.

Demek istediğinizi anladım. Kendinizi savunurken eskiler de size koruma kalkanı oldu sanırım. Önceki sorumda da belirttiğim gibi 2000 ile 2007 arasında çıkardığınız üç albümle birçok açıdan benzerlikleri var bu albümünüzün.

M. : “Misery is a Butterfly” ve “Melody of a Certain Damaged Lemons”a benzerliği noktasında sana katılmadığımı söyleyebilirim. Ancak “23”le hem müzikal hem de tema bakımından benzerlikleri var. Hatta kapağı bile… Daha minimal albümler diyebiliriz.

Ben de tam kapağı sormaya hazırlanıyordum. Diskografinizde kapakların her zaman dikkat çektiğini ve konuşulmaya değer işler olduğunu düşünen bir dinleyicinizim. Bu albümünüzdeki kapağınız “23”le birlikte belki de tüm diskografinizdeki en sade ve en direkt kapak. Sözlerinizde olduğu gibi kapağınızda da net ve direkt olmayı mı tercih ettiniz? Yoksa başka bir amacınız var mıydı?

M. : Albüm kapaklarını her zaman ben yapmışımdır. Aslında çizim yapmak ve kapak tasarlamak benim için bir boş zaman, kafa dağıtma aktivitesidir. Müzik üretmek çok yoğun bir şey biliyorsun. Kayıt ve üretim aşamasını tamamladıktan sonra yaptığımız müzikten keyif alabilmem için bir şeyler çizmem gerekiyor. “Sit Down for a Dinner” için çok sayıda çizim yaptım. Hangilerinin kullanılıp hangilerinin başka zaman kullanılmak için bir sandığa kaldırılacağını bilmiyordum ancak çileğin bir şekilde kullanılacağından emindim. Çünkü çilek tasarımı aklıma çilek yerken geldi. (Gülüyor) Yani, tamam, kapakta kullanılması bana da sürpriz oldu ama en azından bir teklide kullanacağımıza emindim. Neyse, çizimi bitirdikten sonra Amedeo Pace’ye gönderdim ve o da benimle aynı sayfadaydı. Sonrasında plak şirketi bizi kapak seçimi için “büyük” bir toplantıya çağırdı. Biz de elimizdeki kapak opsiyonlarını gösterdik. Elbette aralarında çilek de vardı. Onlar çileği görünce “albüm için en ideal kapak bu, aynı zamanda ne kadar ikonik olacağının farkında mısınız” diye bizi desteklediler ve çilek seçildi. Belki senin söylediğin o netlik, tamamen doğal oluşundan geliyor olabilir. İçinde olduğumuz ruh hallerini müziğimize yansıtıyoruz. Müziğe yansıyan, kapağa da yansıyor.

HqhtKiQw scaled

Senin bu söylediğin aklıma başka bir şeyi getirdi. Çilek bir ilkbahar, yaz meyvesi. Albümünüz sonbaharda çıkıyor. Şarkı isimleriniz, değindiğiniz temalar da kışı çağrıştıyor. Dinleyicilerinize tek albümle bütün mevsimleri deneyimleme şansı yaşatıyorsunuz diyebilir miyiz?

M. : Albümün mevsiminin kış olduğu konusunda seninle hemfikir olsam belki söyleyebilirdik ancak sözler ve temaları bir kenara koyup sadece müziğe kulak verirsen bu albümde güneş var. Yaptığımız albüm bana yazı çağrıştırıyor.

Bir nerd olarak sohbetimizin başından beri sormak için yanıp tutuştuğum soruya geldik. Sizin gibi sadece müziğiyle değil, sözlerindeki şiirsel donanımıyla edebi bir değer taşıdığını düşündüğüm bir grubun nelerden etkilendiğini merak etmeden duramıyorum. Kişisel tecrübelerinizi ve gözlemlerinizi bir kenara bırakacak olursak; edebiyat, müzik, sinema, fark etmeksizin ilginizi çeken, sizi yaratmaya iten insanları, eserleri öğrenmek isterim.

M. : Seni çok iyi anlıyorum Ant. Ben de nerd biriyim ve bu çok keyifli bir özellik. Yakınlarda Paris’ten Osaka’ya uçtuğum bir yolculukta kar leoparlarıyla ilgili muhteşem bir belgeselle tanıştım (“The Velvet Queen”). Öylesine etkilendim ki 14-15 saatlik yolculuk süresince yaklaşık 10 kere baştan sona izledim.
Biri yazar, biri vahşi doğa fotoğrafçısı iki Fransız arkadaşın kar leoparlarının fotoğrafını çekebilir miyiz diye merak etmelerinin ardından çıktıkları yolculuğa ve kar leoparlarının aslında ne kadar da insan gibi olduğuna dair bir belgeseldi. Kar leoparları kendilerini sürekli koruyan ve yaşadıkları bölge dolayısıyla kamufle olabilen hayvanlar. Bu iki arkadaş, kar leoparlarının güvenini kazanmak için orada aylar geçiyorlar. Ve o vahşi gözüken canlıların ne kadar uysal oldukları ortaya çıkıyor. Tıpkı senin şehrindeki kediler gibiler. Belgeselcilerden zarar gelmeyeceğini anladıklarında esnemeye, karda yuvarlanmaya, birbirleriyle şakalaşmaya başlıyorlar. Onlara güvendikleri için bariyerlerini indiriyorlar.

Tıpkı içedönük insanlar gibi diyebiliriz o zaman kar leoparları için.

M. : (Gülerek) Bak hiç böyle düşünmemiştim. Galiba haklısın. İçedönük insanlara benziyor olabilirler. Bir de iki arkadaştan fotoğrafçı olan bu yolculuk süresince on binlerce fotoğraf çekiyor tahmin edersin. Neyse, Paris’e dönünce bunları banyo ediyor ve çektiği fotoğraflardan birine bakıp o oyuncu kar leoparının, onlara güvenmeden önce kameraya pürdikkat, sert bir bakış attığını görüyor. Neyse, kar leoparlarını kenara bırakıp müzik tarafına geçeyim.

Tabii ki Ryuichi Sakamoto’yu söylemeliyim. Müzik üretme konusunda beni onun kadar etkilemiş biri yok. Siyah müzisyenlerin ürettiği bütün müziklere ve kültüre oldum olası hayranım. Blues, soul, funk. En çok dinlediğim tür soul olabilir. Her dinleyişimde, her dinlediğim sanatçıda farklı bir doku keşfediyorum.

Biraz ekstrem gelebilir ama pek indie müzik dinlediğimi söyleyemem. Elbette, my bloody valentine, The Jesus and Mary Chain, Low gibi grupları hala düzenli olarak dinliyorum. Ama dediğim gibi soul müziğin çok büyük hayranıyım.

Kapanışı Türkiye’yle yapmak istiyorum. En son gelişinizden bu yana beş buçuk sene geçti. Bu süre zarfında Türkiye’deki kemik dinleyici kitlenize yeni nesil de eklendi ve Blonde Redhead’i tekrar ağırlama fikri bile heyecanlanmamıza yetiyor. Sizi “Sit Down for a Dinner” turnesinde İstanbul’da izleme şansımız olur mu? Ve son olarak Türkiye’deki hayranlarınıza ne söylemek ister misiniz?

Tekrar çalmak için gelmeyi çok istiyoruz. Aslında İstanbul’da verdiğimiz son iki konsere dair kendi adıma sizden özür diliyorum. Son iki konserde de çok hastaydım. İptal etmek istemediğim için çok hasta olsam da sahneye çıktım ancak maalesef performansıma yansıdı. Umuyorum ki yeni İstanbul konserini gerçekleştirebiliriz. Bunların yanında ülkenizi çok seviyorum. Ne zaman buraya gelip çalsak şarkılarımıza hep bir ağızdan eksiksiz eşlik ediyorsunuz. Sizde inanılmaz bir ritim duygusu ve müziğe yatkınlık var. Adeta hepiniz müziğe yeteneklisiniz. Ve tabii ki kedileriniz! O kadar güzeller ve özgürler ki… Kimse onları rahatsız etmiyor. Hatta sanki onlar şehrin asıl sahibi de siz onlara eşlik ediyor gibisiniz.

Söylemek istediğim bir başka nokta daha var. Sizleri çok takdir ediyorum. Her türlü zorlukla, felaketle; ısrarla mücadele ediyorsunuz, pes etmiyorsunuz. Politika sebebiyle yaşadıklarınızı uzaktan üzülerek takip etsem de kalbimin sizinle olduğunu bilmenizi umuyorum. Bir yandan yaşadığınız deprem var. Resmen nefes alacak fırsatınız olmuyor. Ama gençleriniz… çok güçlüsünüz. Bu kadar mücadele karşılığında mutluluğu hak ediyorsunuz. Bunu söylüyorum çünkü bunu talep ediyor, ulaşmak için çaba gösteriyorsunuz. Her şey gönlünüzce olsun. İyi günlerde görüşmek dileğiyle!

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR