Yeni kurduğu plak şirketi OJO Plak’tan çıkardığı ‘I Will Find You’ single’ıyla elektronik müzik sevenlerin kulaklarını bayram ettiren müzisyen Bora Uzer ile yeni single’ının hemen ardından hem geçtiğimiz Ekim ayında sahne aldığı Tomorrowland’i hem de yurt dışında sürdürdüğü müzik yolculuğunu konuştuk.
Batıkan BAKSI / [email protected]
Konuşmaya yeni single’ınız ‘I Will Find You’ ile başlamak istiyorum. Bu aynı zamanda yeni kurduğunuz plak firmanız OJO Plak şirketinden çıkardığınız ilk çalışmanız. Plak firması kurmaya giden süreç nasıl gelişti? Neyin eksikliğini hissederek böyle bir yola girdiniz?
Uzun zamandır plak şirketi kurmak istiyordum aslında. Bir türlü sıra gelmemişti. Son bir senedir birlikte çalıştığım iyi bir ekibim var. Onların da desteğiyle yapacaklar listemi yavaş yavaş hayata geçiriyorum. Plak şirketi de listenin başlarında geliyordu. “Zamanı geldi artık” deyip çalışmalara başladık ve Kasım itibariyle şirketi kurup ‘I Will Find You’ şarkısını oradan çıkardık. Plak şirketi kurma isteğimin en büyük nedeni kimseye bağlı olmadan, hiçbir engel olmadan duyduğum frekansları insanlara ulaştırabilmekti. Kendi şirketinizden bir şarkı çıkarttığınızda ne bir başkasının zamanına ne de onların tarzına uyumlanmanız gerekiyor. Her konuda olduğu gibi bu konuda da özgür olmak beni müzik paylaşmaya daha da motive ediyor. Zaten Ojo birkaç yıldır benim de şovlarımı gerçekleştirdiğim bir marka; Ojo Plak da bu markanın müziklerimi dünyayla paylaştığım kolu diyebiliriz.
Çok genç yaştan beri bir ayağınız da Avrupa’da. Zaten 5 yıldır da yurt dışında yaşıyorsunuz. Yurt dışında birçok yeri deneyimlemek ve orada müzik yapmak size nasıl fırsatlar yarattı?
Bence büyük bir zenginlik. Farklılıklara açık olmak, o farklılıklarla yaşamayı öğrenmek. Kişiyi her yönden beslediği gibi yaptığım müziğe de inanılmaz katkısı oluyor. Bunu sadece bizim ülkemiz özelinde söylemiyorum elbette ki; herhangi bir insanın tek bir yerde kalarak büyümesi, gelişmesi ancak bir yere kadar olacaktır. Dolayısıyla ülke sınırını aştığınızda aslında birçok farklı yönden kendi sınırınızı da aşmış oluyorsunuz. Ve bu beraberinde bir sürü fırsatları getiriyor. E, bu fırsatları da doğru değerlendirince işte o zaman hayalini kurduğun her neyse onu gerçekleştirmeye başlıyorsun. Ben dünyayı dolaşırken hem yüzlerce farklı müzisyen hem de prodüktörle tanışma ve çalışma fırsatı buldum. Bu yolda yürümeseydim şu andaki gibi müzikler üretmiyor olurdum. Farklı kültür ve yaşam tarzlarından müzisyenlerle iş birliği yaptıkça farklı perspektiflerle dünyaya bakmaya başlıyorsunuz ve bu, elbette yaptığınız müziği de derinden etkiliyor.
“Sadece sevgiden beslenen insanların el ele dans ederek yarattığı titreşimleri hissetmek muhteşemdi!”
Uzun zamandır müzik dünyasından Drake, Beyoncé, Nicole Scherzinger gibi birçok önemli ismin sıkça uğradığı gece kulübü Blue Marlin’de OJO partileri düzenlediğinizi duymuştum. Şöhretinizin globale bu kadar yayılmasında en etkili şeyin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Şöhretimin dünyada yayılmasından ziyade sanırım dünyada bir ilham kaynağı olmanın peşindeyim. Hani sorarlar ya “hayatının amacı ne?” diye… İşte benimki de müziğimle insanlara dokunabilmek. Konserlerden sonra aldığım mesajları okurken bazen çok duygulanıyorum. Müziğime eşlik ederken kendine dair keşfettiklerini, yaşadıklarını paylaşanlar oluyor ve bunu çok motive edici buluyorum. Sanırım insan yaptığı işi aşkla yapınca, karşılığında aldığı da hep sevgi frekansında oluyor.
Global müzik dünyasından bahsetmişken Ekim ayında Brezilya’daki Tomorrowland’de performans sergilemiştiniz. Bu elektronik müzikle uğraşan her müzisyenin ulaşmak istediği en üst noktalardan biri. Sizin için nasıl bir deneyimdi? Dinleyicilerden nasıl geri dönüşler aldınız?
Tomorrowland muhteşem bir deneyimdi. Kariyerimde bu yıla damga vuran konserlerimin başında geliyor diyebilirim. Benim çaldığım sahnede 8000 kişi vardı. Herkesin oraya sadece eğlenmek, dans etmek ve mutlu olmak için geldiğini görüp onlar coştukça ben de sahnede coşuyordum. Sahneden baktığımda çok farklı bayrakların birlikte yan yana sallandığını gördüm. Dünyanın bugün geldiği noktaya inat, politik hiçbir meselenin yerinin olmadığı; sadece sevgiden beslenen binlerce insanın el ele dans ederek yarattıği titreşimleri hissetmek muhteşemdi. Bir de tam önümde bir Türk grubu vardı. Çok duygulandım. Konser vermeye dünyanın bir ucuna gidiyorum ve orada beni dinleyen, önümde bayrağımızı sallayan Türk bir grup var müziğime eşlik eden. Biraz da özledim sanırım ülkemi. Festival sonrasında hem organizatörlerden hem de seyircilerden çok olumlu mesajlar aldım. Benim için bu sene ilk Tomorrowland deneyimiydi ve kesinlikle son olmayacağını söyleyebilirim.
“Tek bir enstrümanla ilgilenseydim bence sınırlı kalırdım…”
Multi-enstrümanist bir müzisyensiniz ve sizi şimdiye kadar birçok önemli projede de dinledik. Farklı farklı enstrümanlar çalmak size sınırsız bir dünya sunuyor mu? Yoksa tek bir müzik türü ya da enstrümanla ilgilenseydiniz de sınırları zorlar mıydınız?
Farklı enstürmanlar çalmayı seviyorum. Bu, müziği daha geniş bir yelpazede anlamama yardımcı oluyor. Birçok enstrüman çalıyor olmak her şeyi kendim çalacağım anlamına gelmiyor tabii ki. Müzik yaparken birçok farklı müzisyenle çalıştım, çalışmaya da devam ediyorum. Bu becerimin getirisi olarak birçok prodüksiyonda çalabiliyor olmaktan mutluyum. Ama yine de farklı müzisyenlerle çalışmayı tercih ediyorum çoğunlukla. Tek bir enstrümanla ilgilenseydim bence sınırlı kalırdım. Çünkü bir enstrüman bir renk. Ben renkli resimler yapmayı seviyorum. Bunun için yelpazedeki bütün renklere ihtiyacım var. Aynı mantıkla multi-enstrümanist olmak bence daha faydalı.
Farklı farklı enstrümanlar çalmak haliyle size şarkılarınızın prodüksiyon sürecinde her şeyi kendinizin çalması gibi avantajlar da sağlıyordur. Başka müzisyenlerle bir araya gelip bir şeyler yaratmak mı yoksa her şeyi tek başınıza üstlenmek mi daha iyi sizin için?
Aynen. Biraz önce de dediğim gibi farklı enstrümanlar çalabiliyor olmam, o enstrümanı çalabilmek için değil müziği anlayabilmek için. Bir örnek vereyim: Can Çankaya, Türkiye’nin en önemli piyanisterinden biridir. Evet ben de piyano çalarım; otururum bir şarkı, iki şarkı çalarım ama onun gibi çalmam söz konusu bile değil. Ya da Çağrı Sertel gibi asla çalamam. Dolayısıyla onlarla yarattığım müzikte farklı derinlikler, seviyeler, farklı zenginlikler var. O zenginliği ancak başka müzisyenlerle birlikte yarattığınızda yaşayabilirsiniz. Kendi başına birçok enstrümanı çalabiliyor olmak çok güzel ama zaten müziği paylaşmadıktan sonra yapmanın da ne anlamı var ki?
“Sahnede ben yokum, biz varız!”
Sahnede interaktif şovlara çok önem veriyorsunuz. Elektronik müziğin hipnotik etkisini de düşününce bu şovların sizin yaptığınız müzikteki yerini nasıl görüyorsunuz ve bu şovları / görsel öğeleri nasıl belirliyorsunuz?
Sahneye çıkıp sadece kendine dair birşey yapıp sergilersen nereye kadar beslenebilirsin ki? Geldiğim bu noktada artık sahneye çıktığımda ben yokum, “biz” varız. İnsanlarla birlikte olmak ve bir şeyler yaratabilmek, onları müziğime dahil edebilmek bana da onlara da çok zevk veriyor. Düşünsenize konserin ortasında size bir mikrofon tutuluyor ve bir şeyler söylüyorsunuz. O söyledikleriniz şarkının parçası oluyor. O an, o kişi için önemli bir an oluveriyor. Hem kendim hem de seyirciler için unutulmaz anları yaratmayı seviyorum. Yine dediğim gibi onlara dokunuyor olmak beni daha da motive ediyor. İnteraktivite bunu sağlıyor. Elektronik müzik her ne kadar hipnotik bir durum sergilese de sahnedeki etkileşimlerimin tüm şovu daha da zenginleştirdiğini ve derinleştirdiğini düşünüyorum. Sahnemde de bunu her seferinde deneyimliyorum.
2009 yılında çıkardığınız ilk albümünüz “B1”den 15 yıla yakın bir zaman geçti. O zamanki Bora Uzer ile bugünkü Bora Uzer’i kıyasladığınızda nelerin değiştiğini, nelerin aynı kaldığını söyleyebilirsiniz?
Yaşım dışında çok da değiştiğimi düşünmüyorum J Elbette ki hayatta öğreniyoruz, gelişiyoruz. Ama ben kendime baktığımda yine müzik aşkıyla yanan çocuktan farklı birşey görmüyorum. Her sabah kalktığımda yine aynı Bora’yı gorüyorum, benzer duyguları içimde hissediyorum. Hâlâ çok çalışıyorum. Daha iyi olabilmek için öğrenmeyi asla bırakmıyorum. İç dünyamdan baktığımda bu böyle ama tabii dışarıdan baktığınızda müzik tarzımı değiştirmiş olduğum söylenebilir. Ben bunu değişim olarak değil daha çok gelişim olarak görüyorum. Hâlâ aynı şeyleri çalıyor olsam yerimde saymak olurdu. Bir müzisyen olarak gelişime, değişime, hayatın akışına, dünyanın gidişatına açık olmalı ve gerektiğinde uyumlanmalıyız diye düşünüyorum. Bir müzisyenin kendini zorlaması, farklı tarzlara yönelmesi de gelişimini destekleyeceğinden; ben müzikle bir olabildiğim her noktada varlığımı sürürebileceğime inanıyorum.
Gelecek dönemde sahnelerinizin dengesini nasıl kuracaksınız? Yurt dışında olduğu kadar Türkiye’de de sizi bol izleyebilecek miyiz konserlerde?
Bu denge daha çok gelen konserlerle belirleniyor. Son yıllarda Amerika kıtasında çok yoğun talepler olduğundan kış aylarında Güney Amerika başta olmak üzere Amerika turu yapıyorum. Tabii yine Avrupa’ya konser vermeye gidip geliyorum ama çoğunlukla Amerika kıtasında oluyorum. Yazları ise daha çok Avrupa’da olmayı tercih ediyorum. Ojo Plak’ın da varlığıyla artık daha hızlı bir şekilde şarkı yayınlayıp, bunları dinleyicilere ulaştırabileceğim. Bu yüzden de ayrıca çok keyifliyim. Tüm dünyadan takipçilerim artık benden daha çok şarkı dinleyebilecekler. Türkiye benim ülkem, birkaç senedir orada olmasam da benim yuvam. O yüzden tabii ki Türkiye’de de çalmayı çok isterim yeni yılda. Umarım güzel iş birlikleriyle karşınızda olurum çok yakında.
Elbette üretimleriniz de devam edecektir diye düşünüyorum yeni plak şirketinizle birlikte. ‘I Will Find You’dan sonra neler gelecek, bizleri neler bekliyor?
Bu sene birçok yeni şarkı yayınlayacağım Ojo Plak’tan. Yalnızca benim şarkılarım değil, birçok müzisyenin şarkılarını da buradan çıkaracağız. Bu yüzden bu ara çokça demo dinliyorum. Elbette ki dans müzik ağırlıklı bir plak şirketi olsak da elektronik müzik alanında birçok farklı tarzdan şarkıyı da Ojo’dan yayınlayacağız.
Röportajı bitirirken dinleyicilerinize ve dergy.com okurlarına mesajlarınızı da almak isterim.
Biraz önce dergy’de okudum. İstanbul’da bu ara etkinlik üstüne etkinlik varmış. Siz, benim yerime de eğlenin, biraz çıkın, kafanızı dağıtın. Türkiye’deki yeni yılın ilk konseri de belirlenir belirlenmez dergy’e fısıldayacağım. Okuyanlar okumayanlara okusun! 🙂 Tüm dergy okurlarına selamlar!