Ceren, dergy.com‘a hoş geldin! Yeni albümün “Işık Olur Gözlerin” de hayırlı olsun. Dilersen ilk olarak albümün hikayesiyle başlayalım. Hem müzikal hem de duygusal olarak epey yoğun bir çalışma gibi gözüküyor “Işık Olur Gözlerin”. Nasıl bir dünyası var albümün sence?
Hoş bulduk! Bu albüm, her türden incinmeye rağmen hayatta kalanların kulağına fısıldamak istediğim bir ninni benim gözümde. Gerek bireysel mücadelelerimiz gerek toplumsal kırgınlıklarımız ve öfkemiz yüzünden birçoğumuz yorgun hissediyoruz. Bu dönemde ve bu coğrafyada şarkılarını yazan ve söyleyen bir kadın olmanın, bu albümün yapısını derinden etkilediğini farkındayım. Dünyanın bunca acıya sağır ve dilsiz kaldığına dair bir korkuya kapıldığımda ne olursa olsun birbirine tutunanları kendime hatırlatmayı düstur edinmiş biri olarak, iki kişinin birbiri için her koşulda “orada” olmasının, ısrarla yan yana durmasının kuşanabileceğimiz tek zırh olduğuna inanıyorum. Albümün dünyasını kurarken de aklımda hep bu vardı; bizi her şeye rağmen ayağa kaldıran ve hayata bağlayan şey sevdiklerimizin gözünden üzerimize yansıyan ışık. Karanlığın içine aydınlık koyabileceksek bu güçten beslenerek yapacağız bunu. Albüme ismini veren de bu inanç. Öte yandan, hikayelerimiz farklı ama duygularımız ortak. Kendi gerçeğimi dile getirmemin artısı bu duygudaşlığın altını çizmek oluyor. Dinleyenlerin benim hikayelerimi kendi hikayeleriyle örtüştürüyor olmasını da buna bağlıyorum sanırım. Romantik, melankolik, derinliği olan bir dünya tasarlamaya çalıştım.
Albümdeki 12 şarkının 11’ini sen yazmışsın; bu da aslında seni singer & songwriter bir kimliğe büründürüyor. Kendi şarkılarını yazıp, söylemek senin yaratıcılık öykünde nasıl bir yere sahip?
Özgünlük ve özgürlük kelimelerinin fonetik olarak birbirine bu kadar benziyor oluşu elbette tesadüf değil. Broadway müzikallerinden halk türkülerine uzanan bir yorumculuk geçmişim var. Farklı müzik türlerini doğal bir yatkınlıkla ve keyifle icra edebilen bir yorumcu olarak kimliğimi bulmam epey zaman aldı. Bazen çok yönlülük dezavantaja da dönebiliyor… Ne zaman ki kendi müziğimi yaratmaya başladım, daha özgün ve daha özgür bir yorumcuya dönüştüm. Beni ben yapan bütün altın bileziklerimi bütünleyebildiğim nokta, kendi şarkılarımı yazdığım nokta oluyor çünkü. Daha öğrenecek çok şeyim var ama sözü, müziği, prodüksiyonu, yapımı, görsel dünyasıyla birlikte bütüncül bir yaratımın sorumlu kişisi olmak, meşakkatli olsa da çok zenginleştirici bir deneyim. Hiç olmadığım kadar güçlü hissediyorum bu albümün doğuşuyla…
Hayatı okuyuş biçimimin mimarı annemdir!
Albümde yer alan ‘Sevdan Ateşten Gömlek’ şarkısı 90’lardan kalma ve annenin eseri. Yıllar sonra bu şarkıyı seslendirmek nasıl bir histi? Şarkıyı gün yüzüne çıkarma süreci nasıl gelişti?
O kadar duygulanıyorum ki! Beni yakinen takip eden dinleyicilerimin çok iyi bildiği üzere ben slow şarkıların kadınıyım 🙂 Enerjik ve mutlu şarkılar yazma kısmı benim için kolay değil. Kafamda canlanan bir his vardı ama o hissin şarkısını yazamıyordum. Derken aklıma bu şarkı düştü! Çocukluğumdan beri çok sevdiğim bir şarkıydı ve albümün dünyasıyla da örtüşüyordu. Anneme hiç haber vermeden sürprize giriştik. Duyduğundaki mutluluğu paha biçilemez bir şeydi. Hayatı okuyuş biçimimin mimarı annemdir bir kere. Dolayısıyla müziğime dolaylı yoldan hep bir katkısı var. Ama bu şarkıyla daha somut bir hediye vermiş oldu bana. Laf aramızda, bence albümün öne çıkan şarkılarından biri olacak…
“Işık Olur Gözlerin” günümüzde nadir rastlanan bir yaklaşımla 20’den fazla müzisyenin canlı enstrüman ve vokal kayıtlarıyla oluşturulmuş. Böylesine dijitalleşen bir çağda bu kadar emek isteyen bir yöntemi tercih etmenin özel bir nedeni var mıydı?
Günün sonunda kendime ve işime saygı duymak başkalarının beklentilerine uymaktan daha önemli geliyor. Dönemin kurallarına uymaktansa, kalbimin ve aklımın gerçek kılmak istediklerini imkanlar dahilinde yapmaya gayret ediyorum. Dijitalleşmenin sayısız artısı ve bir o kadar da eksisi var. Ben hala müziğin ekip işi olduğuna, bir enstrümanistin nefesinin veya tuşesinin yarattığı atmosferin başka şekilde elde edilemeyeceğine inananlardanım. Bir önceki cümlemin içinde yer alan ‘imkanlar dahilinde’ söylemine de dikkat çekmek isterim; müzikal üretimler sadece hayal kurmakla, tutkuyla falan var olamaz. Gerçekleri daha açık konuşmalı, sistemin yarattığı problemleri daha çok dile getirmeliyiz. Müzisyenler hayatlarını zor döndürdükleri bir sisteme sıkışıp kaldıkları için de kolay yollara başvuruyor… Kimseyi de yargılamıyorum. Ben zor yolu seçme fedakarlığını gösteriyorum gocunmadan diyelim. Başka şeylerden feragat ediyor, çarpı 10 kat çalışıyor ve yine de kendi kurallarıma göre oynuyorum oyunu.
Albümünü “incinmiş kalpler için bir ninni” olarak tanımlıyorsun. Dinleyicilerinin en çok hangi hislerle bu şarkılara sarılmasını umuyorsun?
Bu şarkıların dinleyicilerim için dünyayı daha az yalnız bir yer hâline getirmesini isterim. Eskiden melankolik bir çocuktum, büyüdüm melankolik bir kadın oldum. Ama izlediğim filmler, okuduğum kitaplar, dinlediğim şarkılar bana yalnız olmadığımı, sorunun bende olmadığını hissettirdi hep. Merhem oldular ihtiyaç anında yani… Sanatın iyileştiren yanı tam olarak bu işte. Neticede ben pop şarkılar yazıp söylüyorum, işimi yüksek sanat olarak değerlendirmiyorum elbette ama dilerim benzer şekilde, bu şarkıları dinleyenler de yaralarından utanmak yerine bu ‘yaralı hâlin’ insan olmakla ilintili olduğunu fark ederler. Ve daha da önemlisi; karanlığın geçici olduğunu, hüznün hepimize uğradığını anımsarlar…
Kırılmayı göze almak, mühim bir başlangıç noktası insan hayatında bence…
Şarkılarında kırılgan ama aynı zamanda güçlü bir kadın portresi var. Bu albümdeki hikâyelerden seni en çok etkileyeni hangisi? Hangi şarkının sözleri yazılırken seni en çok zorladı?
Gücünü kırılganlığından alan bir kadın da diyebiliriz aslında… Kalbini açacak, kendi gerçeğini söyleyecek kadar cesur bir kadın çünkü. Kırılmayı göze almak mühim bir başlangıç noktası insan hayatında bence. Albümün çıkış şarkısını, ‘Benim İlacım Yok’u yazarken çok ağladım ve şarkıyı epey hızlı yazdım. (Bir gecede her şeyiyle bitmişti.) Ait hissedememe hali, çemberin dışında kalanlardan olmanın verdiği burukluk, hakkının yenmiş olması… Bu tanıdık temalar üzerine kurulu şarkı. Bir de albümün outro’su ‘Gün Doğar Mı?’, yazarken zorlandığım, yazdıktan sonra da ferahladığım bir şarkı oldu. Köşeyi dönünce umut var ama oraya erişene kadar insan hırpalıyor kendini.
Günümüzde müzik üretimi büyük ölçüde seriye bağlamışken ve nitelikten çok niceliğin önemsendiği bu dönemde senin müziğinde nostaljik tınıların ve organik bir dokunun hâlâ hissedilmesi bilinçli bir karşı duruş mu?
Elbette bu bir tercih… Sosyal medyanın körüklediği telaş ve yetersizlik hissi beni de vuruyor zaman zaman. Algoritmik başarı hikayeleri ve rakamlar bana hiç dokunmuyor diyemem ama günün sonunda şöhret ve itibar iki ayrı kavram. Bunu hatırlatmaya çalışıyorum kendime. En büyük devrim kendi gerçeğini yaratmakta ısrar etmek zaten. Ben de ısrarla bunu yapıyorum. Sunumun içeriğin önüne geçtiği bir dönemde sanatçı olmak, çelik gibi bir sinir sistemine sahip olmayı elzem kılıyor. Benim müzik üretimimin yakıtı ise gerçek ve derin duygular. Sahte bir düzene uyumlanmaya çalışacağıma, mümkün olabildiğince kendim gibi kalmaya çalışıyorum.
Müziğinin “lirik pop” olarak tanımlanmasını sevdiğini biliyoruz. Sence duygusal bir pop mümkün mü? Şu an piyasadaki pop müzikle arandaki temel farkı nasıl tanımlarsın?
Bence duygusal bir pop mümkün. Şarkılarımın neredeyse hepsi duygusal pop’un örnekleri hatta… Piyasadaki pop müzikle benim müziğim arasındaki farkı dinleyenlerin ifade etmesini tercih ederim. Bunu benim tarif etmem doğru değil gibi geliyor. En azından şunu söyleyebilirim; duygu inceliğini hissedebilmek için pür dikkat dinlemeyi gerekli kılan bir müzik benimkisi… Arkada çalsınlık bir müzik değil yani…
Müzikle iç içe yaşayan bir ailede büyümüş biri olarak hem Batı hem de Anadolu müziğine aşina bir ortamda yetişmişsin. Bu kültürel bileşimin müziğine nasıl yansıdığını düşünüyorsun?
Yazdığım melodilerden ve vokalimden dışarı sızıyor bence bu kültürel bileşim… Doğu-batı sentezini doğalında deneyimlemiş bir müzisyen olmak hayattaki en büyük şanslarımdan biri belki de. Özgün bir şeyler yaratabilme ihtimalimi de güçlendiriyor bu durum. Hikayemde bir kırılma noktası yaratan ‘Kapı’ şarkım da bu durumun meyvesi bana kalırsa.
Müzikal geçmişine baktığımızda tiyatro sahnelerinden, televizyona, akustik performanslardan büyük prodüksiyonlara kadar geniş bir yelpazede yer aldığını görüyoruz. Bu çok yönlülük seni nasıl bir sanatçıya dönüştürdü?
Sanırım ben zaten ‘başka türlü nasıl sanatçı olunur’u bilmiyorum. Multi disipliner bir sanatçı olmak bir tercihten öte akış halinde olmakla, kendimi dinlemekle ilgili bir mevzu benim için. Hep meraklı bir çocuktum. Azla yetinemeyen, birden çok şeye heyecan duyan biriydim. Bu bir yapı meselesi sanki. Tabii mutlak bir disiplinle harmanlanması gereken bir yapı. Çok yönlülük farklı yetilerimi keskinleştirmeme ve yaşamaya olan tutkumu taze tutmaya katkı sağladı. Ve daha da önemlisi, beni etrafında olup bitenlere karşı daha duyarlı bir hâline getirdi. Çünkü farklı yapılar içerisinde, farklı ekiplerle doğru şekilde iletişim kurmayı öğrenmek zorunda kaldım. Bir de çözümcü biri hâline getiriyor seni bu durum. Çok yetenekli olmasına rağmen aksiyon alıp kendini ortaya koymaktan aciz çok insan tanıdım. Ben her projede korkmak yerine Ceren’i sürüyorum sahaya. Kendimce bir çözüm üretiyorum işimi layığıyla yapabilmek için. Bu cesaretin en büyük getirisi de hiçbir şeyi çok ciddiye almamayı ama işini müthiş bir özenle yapmayı öğrenmek oluyor.
“Dünyayı daha güzel kılmak için yapabileceğimiz tek şey, bize has yetenekleri en iyi şekilde işlemek…”
Müzik kariyerine başlarken kendine koyduğun en büyük hedef neydi? Bugün o hedefin neresindesin?
Dürüst olmak gerekirse, evet şimdi kariyerime start veriyorum ve hedeflerim şunlar gibi bir dönüm noktası olmadı hikayemde. Ben kendimi bildim bileli çok çalıştım sadece. Az önce de söylediğim gibi, o an için ürettiğim şey ne ise, ona en iyi şekilde katkı sağlamaya ve her daim ruhu olan işlerin bir parçası olmaya çabaladım durdum… Bir tuğla, bir tuğla daha derken hayat beni buralara getirdi. Minnettarım. Bu çalışkanlığın temelinde de kör bir hırs yok. Bunun da altını çizmek isterim. Bence, dünyayı daha güzel kılmak için yapabileceğimiz tek şey bize has yetenekleri en iyi şekilde işlemek. Bu perspektifle bakınca, tutkuyla üretmek, müzikle bir başkasının hayatına dokunmak benim sorumluluğummuş gibi geliyor bana zaten. O yüzden yolda olmak, tüm caydırıcı ve moral bozucu etkenlere rağmen yolda kalmak ana hedefim. Tabii müziğim ve sesim ne kadar çok insana dokunursa, o kadar mutlu olurum…
Önceliğim konserlerde buluşmak. Albümün ilk konseri 16 Nisan’da Babylon’da. Tüm sevenlerimi bekliyorum! Uzunca süre çalmak ve söylemek isterim bu albümü konserlerde ve ardından yapmayı planladığımız canlı akustik kayıtlarda. Aynı zamanda, dinleyicimle birebirde sohbet ediyormuşçasına bir paylaşım içerisine gireceğim bir proje de üretmek niyetindeyim. Çünkü bu albümdeki şarkıların her birinin bir teması var. Bu temalar da yaşama dair gözlemlediklerim, hissettiklerimle ilgili dertleşmek istediğim mevzuları içeriyor. Bu şarkıları söylemeye ve bu şarkıların temaları üzerine konuşmaya acele etmeden, tadını çıkara çıkara devam etmek istiyorum anlayacağınız…
Röportajımızı bitirirken dergy.com okuyucularına ve dinleyicilerine vermek istediğin bir mesajın varsa, duymak isterim 🙂
Çok sevdiğim yazar Nermin Yıldırım’ın sözleriyle veda edelim okurlara o zaman 🙂 “Buradaysak ve yaşıyorsak neşemizi ve gücümüzü toplamanın bir yolunu bulacağız.” Çoğumuz gibi ben de gün ışığının daimi olduğunu unutuyorum zaman zaman. Ama sadece birbirine yarenlik etmeyi başaranlara bahşedilen bir güçle, karanlığın içine ışığı bizim koyacağımızı da içten içe biliyorum. Gün doğar mı sorusunun albümde karşımıza çıkıyor oluşu da bu yüzden. Dilerim bu albüm neşenizin de derdinizin de ortağı olur ve tanışmıyor olsak da duygudaş olduğumuzu size hatırlatır.