Türkiye Cumhuriyeti’nin müzik tarihi neredeyse kurulduğu 1923 yılıyla eş zamanlı başlıyor. O yıldan günümüze 100 yılda bu topraklarda hangi türler hakimiyet kurmuş ve biz nelere kulak vermişiz? Bu yazıda kısa da olsa buna hızlı bir bakış atıyoruz! Cumhuriyet 100 yaşında, işte size bir özet…
Batıkan BAKSI / [email protected]
Genç cumhuriyet modernleşme peşinde!
Hepimizin bildiği gibi 29 Ekim 1923’te kurulan cumhuriyet, yenileşme faaliyetlerini de hızlı bir şekilde devreye geçirmişti. Bu dönemde Türk müziğini dünyada temsil edilebilir noktaya getirmek için büyük çalışmalar yapıldı. Örneğin; Türk Beşleri adı verilen müzisyenler Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses’in Klasik Batı Müziği formunda bestelediği eserler, genç cumhuriyetin ilk dönemindeki batılı seslerdi. Türkiye’de kadınların sahneye çıkmasına ön ayak olan Seyyan Hanım’ın söylediği tango, rumba ve fokstrotlar, İstanbul’un gece hayatına yön verirken yine aynı şekilde Türkiye’nin ilk kadın opera sanatçısı Semiha Berksoy, Atatürk’ün emriyle sahneye konulan ilk Türk operasının sahnelenişinde yer almaya başlamıştı.
Caz, Türkiye’de yeni bir heyecan yaratıyor!
Günümüzde daha niş bir dinleyici kitlesine sahip olan caz, Türkiye’nin ilk yıllarında en rağbet gören müziklerden biriydi. Zaten savaş yıllarında da yabancı askerlerin eğlendirilmesi için yabancı gece kulüplerinde bir şekilde duyulan caz, 1938 yılında müzisyen Gido Kornfilt tarafından kurulan on kişilik bir caz grubuyla Türkiye Cumhuriyeti’nde de duyulmaya başlamıştı. Peş peşe kurulan caz orkestraları, özellikle İstanbul’un eğlence yaşamına damga vuruyordu. 1950’lerden itibaren ana akıma oturan Sevinç Tevs, İsmet Sıral Orkestrası, Süheyl Denizci Orkestrası, Ayten Alpman, Muvaffak Falay, Erdem Buri, Tülay German, Erol Pekcan, Cüneyt Sermet gibi isimler Türkiye’de cazı başka bir noktaya taşımışlardı. Caz müzik, Türkiye’de o kadar rağbet gördü ki 1950’lerde Bebek’te kurulan ilk caz kulübü “306”, neredeyse sabaha kadar yapılan jam session’ların kalesi olmuştu.
Klasik Türk Müziği popülaritesini koruyor!
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun ardından modernleşme çabalarını hızlandırmış olsa da halk, köklerine bağlı bir anlayışı da sürdürmeye devam ediyordu. Kısa bir dönem radyoda Türk müziğinin çalınmaması üzerine Mısır radyosu dinleyen halk, arabesk melodilerle tanışırken bir yandan da Klasik Türk Müziği’ni icra eden sanatçılar hem radyoda hem de çıkardıkları taş plaklarla müzik dünyamızı sallıyordu. Atatürk’ün huzurunda şarkı söyleme şerefine nail olmuş Müzeyyen Senar ve Safiye Ayla gibi isimler başta olmak üzere Melahat Pars, Hamiyet Yüceses, Behiye Aksoygibi kadın Klasik Türk Müziği sanatçılarının yanında Türkiye’nin ilk ikon ismi Zeki Müren, Sadettin Kaynak, Münir Nurettin Selçuk, Selahattin Pınar gibi isimler ülkemizdeki Türk müziğini klasik usullere de sadık kalarak modern bir biçimde geleceğe taşımış, seslendirdikleri yeni bestelerle günümüzde hâlâ dinlenen şarkılara imza atmıştı.
Pop müziğin doğuşu ve aranjman modası…
1961 yılında Fecri Ebcioğlu’nun Bob Azzam ile meşhur olan ‘C’est écrit dans le Ciel’ şarkısına yazdığı Türkçe sözlerle ‘Bak Bir Varmış Bir Yokmuş’a dönüşen ve İlham Gencer’in seslendirdiği şarkı ilk aranjman ve ilk Türkçe pop müzik şarkısı olarak tarihimize geçmiş. O zamanlar pop denilmeyen türün adı da TRT tarafından “Türk Hafif Müziği” olarak adlandırılmıştı. 60’lar itibarıyla piyasada yabancı şarkılara Türkçe sözler yazılmasıyla oluşan parçalar dolaşıyordu ve bunların adı da “aranjman” olarak anılıyordu. Yani Türkiye’deki ilk pop şarkılarının aranjman olduğunu söylemek de güç değil. O dönem özgün eserler yok muydu peki? Tabii ki vardı. Erol Büyükburç’un 1961 yılında bestelediği ‘Little Lucy’ şarkısı, Türkçe olmasa da Türkiye’nin ilk özgün pop şarkısı olarak ününü koruyor.
Anadolu Pop, ana akımın gözdesi!
Anadolu Pop, ortaya çıktığından itibaren olumlu ve olumsuz yorumları da üstüne çekti. İlk başlarda tamamen batı formlarında müzikler yapan Barış Manço, Cem Karaca, Fikret Kızılok, Erkin Koray, Erkut Taçkın, Moğollar gibi isimler Anadolu Pop akımının yayılmasıyla birlikte radarlarını kendi topraklarına çevirmiş ve ortaya Türk müzik tarihine damga vuracak bir sürü eser koymuştu. Ardı ardına kurulan Apaşlar, Kaygısızlar, Silüetler, Kurtalan Ekspres, Dervişan, Kardaşlar, Dadaşlar, Bunalımlar, 3 Hürel gibi topluluklar bir yana bu topluluklarla birleşen vokaller, piyasayı kasıp kavuruyor ve aranjmanlarla devam eden pop müziği adeta ezip geçiyordu. 1971 muhtırasından sonra iyiden iyiye siyasileşen toplum, Anadolu Pop ile kendi sesini duyurabildiğine inanırken politize olmuş gençlik, özellikle Cem Karaca, Selda Bağcan, Edip Akbayram’ın şarkılarıyla kendine güç topluyordu.
Türk müziği dönüşümün arefesinde…
1980’ler deyince Türkiye’de akla tabii ki 3 farklı müzik türü geliyor. Disko, arabesk ve pop. 1970’lerin başında ABD’de ortaya çıkan ve dünyayı kasıp kavuran disko müziği, 1980’lerde Türkiye’ye de uğramış ve eğlence kültürünü bu noktaya taşımaya başlamıştı. O döneme denk gelemesek de dönemin filmlerine göz attığımızda rengarenk kıyafetler, kabarık saçlar, tozluklar gibi kıyafetlerle yarınlar yokmuşçasına disko müziklerinde dans eden gençler aslında o yılların müzikal anlayışını da gözler önüne seriyordu. 1970’lerde aranjman anlayışından yavaş yavaş uzaklaşmaya başlayan pop müzik, 60’larda müzik yapmaya başlayan diğer isimleri de içine katarak yeni isimler ortaya çıkarmıştı. Hali hazırda zaten kendini kanıtlamış Ajda Pekkan, Erol Büyükburç, Timur Selçuk, Hümeyra gibi isimler yoluna devam ederken Füsun Önal, Nilüfer, Sezen Aksu, Erol Evgin, Seyyal Taner, Ali Kocatepe, Özdemir Erdoğan, Melih Kibar, Nükhet Duru gibi isimler pop müziğe damga vurmuş, 80’lerde de üretimlerini aynı hızla (hatta daha fazlasıyla) devam ettirmişti.
Arabesk mevzuları…
70’lerde pop müzikle birlikte Türkiye’de ortaya çıkan (aslında bir yerlerde saklanan) bir müzik daha vardı ki o da toplumun 1930’larda tanışmaya başladığı ancak köyden kente göçün ardından “ezilmişlerin müziği” olarak da anılmaya başlanan Arabeskti. Çoğunlukla yüz çevrilen bir müzik olan arabesk TRT’de bile yasakken, 1980’lerle beraber kendisine büyük bir yer edinmiş, öyle ki 1983’te başbakan olan Turgut Özal, arabeski çok sevdiğini sık sık dile getirmiş, İbrahim Tatlıses ile karşılıklı şarkılar bile söylemişti. Müslüm Gürses, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfurgibi “baba” isimlerin yanında yeni yeni adından söz ettiren ve çoğunlukla taverna müziğiyle de iç içe geçen Ümit Besen, Atilla Kaya, Arif Susam gibi isimler de 80’ler arabeskine adını altın harflerle yazdırmıştı. 80’lerin değişen dünyasında sinemaya da hızlı bir giriş yapan arabeskçiler, birçok müzik türüyle iç içe bir ilişki kurmuş ve bu anlayış günümüze kadar gelmişti.
Sert çocuklar alt kültürü yaratıyor!
Gençliği apolitikleştiren 1980 darbesinin hemen ardından 1970’lerdeki rock kültürü de yerin altına girmiş, o dönemin rocker isimleri 80’lerle beraber daha pop sound’lu işlere adım atmışlardı. 80’lerin ortalarına rock kültürüne dair üretimler neredeyse yok denilecek kadar azken, 80’li yılların tam ortasından itibaren kurulmaya başlayıp 90’lara köprü olan rock ve metal grupları, sert çocukları da bir araya toplamıştı. Metalium, Pentagram, Hazy Hill, Kramp, Akbaba, Dr. Skull, Kronik, Darkphase gibi gruplar Türkiye’nin gürültülü müziğini de yeniden canlandıracak ve yeni jenerasyonun sesini sert bir şekilde duyuracaktı. 90’larda rock müziğin popüler kültürle kaynaşması sonucunda alt kültürden ana akıma gelen Teoman, Şebnem Ferah, Athena, Duman, Özlem Tekin, mor ve ötesi, Aylin Aslım, Kurban gibi isimler 2000’lerdeki rock patlamasının da önünü çekecek ve neredeyse 2010’ların ilk yıllarına kadar sürecek rock müzik çılgınlığının da öncüleri olacaktı.
90’lar demek pop patlaması demek!
1990’lar deyince akla ilk gelen müzik türü hangisi diye sorulduğunda hep bir ağızdan “90’lar Türkçe Pop” diye bağıracağınızı biliyorum. Çünkü bu tür, üzerinden 35 yıla yakın bir zaman geçmiş bile olsa hâlâ güncelliğini koruyor. Özel televizyonların hayatımıza girmeye başlamasıyla, daha özgür bir popüler kültür yaratılınca önceki jenerasyonda müzik yapan popçu isimlerin yanında yepyeni isimler de kendini göstermeye başlamış ve kült diyebileceğimiz 90’lar Türkçe Pop’u hep birlikte yaratmışlardı. Tarkan, Sertab Erener, İzel Çelik Ercan, Yonca Evcimik, Aşkın Nur Yengi, Burak Kut, Levent Yüksel, Mustafa Sandal, Harun Kolçak, Hakan Peker, Kenan Doğulu, Gülşen ve daha sayamayacağımız birçok isim bugün dahi konser verdiğinde mekanı tıklım tıkış dolduruyor. 2000’lerde, 2010’larda ve 2020’lerde de aynı gözde konumunu koruyan pop müzik sanıyorum ki gelecek 100 yılda da hayatımızda olmaya devam edecek.
Takdir edersiniz ki 100 yıllık bir müzik tarihini anlatmak tek bir yazıyla mümkün değil. Mesela rap, hip-hop mevzularına girmeye fırsat bile olmadı ama bu gerçekliği de asla unutmamak gerekiyor. Bugünün en popüler müziği hepimizin bildiği gibi rap ve yaşayarak deneyimlediğimiz için bu yazıda pek girmiyorum. Bu popülerlik kaç yıl daha sürer bilmiyorum ama rapçi gençler Türkiye’nin 100. yılına damgasını vuracak gibi. 2123’ü çoğumuz görmeyecek, o zamana kadar müzikte neler değişecek, neler kalacak, neler bitecek bilmiyoruz ama müzik hayatımızda bir şekilde yer almaya devam edecek. Nice müzikli 100 yıllara Türkiye Cumhuriyeti!