Yeni albümleri Spiral’i ağustos ayında yayınlayan dünya elektronik müzik sahnesinin önemli aktörlerinden DARKSIDE’dan Dave Harrington Dergy’nin konuğu oldu.
Fadıl DİNÇER / [email protected]
Elektronik müzik dünyasının popüler isimlerinden Nicolas Jaar ile Amerikalı multi-enstrümanist Dave Harrington’ın 2011 yılında Rhode Island’da Providence Üniversitesi’nde okurken tanışıp, birlikte müzik yapmaya karar vermeleri ile kurulan bir grup DARKSIDE.
Her ne kadar her iki isim de solo kariyerlerinde farklı kulvarlarda müzik yapsalar da, bir araya geldiklerinde ortaya çıkardıkları farklı tarz ikliyi heyecanladırıyor ve bir sonraki profesyonel aşamaya geçiyorlar.
2012 yılında kendi isimlerini taşıyan ilk EP DARKSIDE‘ı çıkararak dikkatleri üzerilerine çeken ikili, esas olarak 2013’te çıkardıkları Psychic albümü ile eleştirmenlerce tam not aldılar. Albüm Picthfork tarafından 9 puanla övülürken New York Times Psychic için “Şahane bir David Lynch film soundtrack’i gibi” diye yazdı.
2014 yılında yayınladıları “What They Say” ve“Gone Too Soon” teklilerinden sonra kendi solo kariyerleri üzerinde daha fazla yoğunlaşacaklarını söyleyen ikili çalışmalarına ara verdiklerini duyurdu. Ne var ki, ne zaman bir araya gelseler müzik yapmadan duramadıklarını ve sürekli emprovize bir şekilde takıldıklarını dile getiren ikili ayrı kalmaya daha fazla dayanamayıp 2020 yılının sonunda Spiral albümünün habercisi “Liberty Bell” teklisini yayınlayarak geri döndüklerini ilan ettiler.
2021 yılının sıcak bir Ağustos gününde çıkardıkları merakla beklenen Spiral albümü, tüm beklentilerimizi alıp sekize dokuza çarparak bizi bambaşka bir dünyaya götürüyor. Tekrar tekrar dinlenebilecek albümler listesine rahatlıkça alabileceğiniz Spiral albümü ile ilgili -hem de DARKSIDE ile ilgili -meraklarımızı gidermek için Dave Harrington’ın kapısını çaldım ve çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
DARKSIDE’ı iki eski arkadaşın, günlük stresten, koşturmacadan, hızlanan hayattan kaçıp, bir eve kapanıp günlerce dertlestiği bir proje olarak görüyorum. Bu yorumuma katılır mısınız?
Birlikte müzik yapmak bizim için her zaman eğlenceli olmuştur. Bu grubu neredeyse tesadüfen kurduk ve müziğe ya da sürecimize hiçbir zaman baskı yapmadık. Biz sadece müzik yapıyoruz ve emprovize takılıyoruz.
2014 yılında yayınladığınız “What They Say” ve “Gone Too Soon, teklilerinden sonra uzun bir ara verdiniz. Sizin yeni proje çıkaracağınızı kimse düşünmüyordu açıkçası ama siz 2020 yılında Spiral albümü için tekrar bir araya geldiniz.Bu 6 yıllık arada birbirinize anlatacak çok şey birikmiş gibi, öyle mi gerçekten?
Elbette, birlikte takıldığımızda asla konu sıkıntısı çekmeyiz. Uzun bir süre birbirimizi eskisi kadar sık göremesek de, birlikte müzik yapamasak da bu süreler bize daha fazla konuşacak, paylaşacak şeyler verdi.
Sizler aslında solo kariyerlerinizde farklı tarzlarda müzik yapıyorsunuz ama Darkside için ortada buluşuyorsunuz. Kim daha çok adım atıyor ortada buluşabilmek için? Yoksa her şey kendiliğinden mi gerçekleşiyor?
Kesinlikle spontane bir şey – ortak müzik dünyamızın çoğu doğaçlama ve karıştırma üzerine kurulu, bu gerçekten bizim temel dilimiz. Hem sevdiğimiz hem de paylaştığımız çok fazla müzik var. Bizi farklı kılan şeyler birlikte çalışmayı bu kadar heyecan verici kılan şeylerin bir parçası.
“TÜRKİYE’Yİ GERÇEKTEN ÇOK ÖZLÜYORUM”
Spiral albümü oldukça mistik; albüm bizi alıp bambaşka hayal dünyalarına götürüyor. Albümün çıkış noktası neydi? En başından beri bu atmosfer kafanızda var mıydı?
Çok doğaçlama bir şekilde çalışıyoruz, çalarken, yazarken ve müzik yaparken “an’da kalmaya” çalışıyoruz… O yüzden gerçekten sürecin her adımını çok fazla hesaplamamaya veya planlamamaya çalışıyoruz.
Spiral albümünde benim en favori şarkım “I’m The Echo”. Kendimi bir şaman ayininde, tamamiyle müziğin, ritmin ve sözlerin ulviliğine kaptırmış buluyorum. Ve bu enteresan bir rahatlık veriyor. Bu şarkının nasıl ortaya çıktığını çok merak ediyorum çünkü en özel şarkılarımdan biri oldu. Bana hissettirdiklerinin ötesinde siz bu şarkıyı üretirken ne hissettiniz?
Bu şarkının bazı orijinal sesleri, yıllar önce İstanbul’daki Babajim stüdyolarında bizim İstanbul’daki konserlerimiz zamanında kaydedildi. Bence İstanbul’daki o enerji şarkıda kaldı. Sonrasında şarkı büyüdü ve bence o stüdyoda yaşadığımız duygu, parçaları birbirine bağladı. O yolculuk sırasında birlikte yaşadığımız deneyimler bize normalde elde edemeyeceğimiz özel bir renk verdi.
Ve son olarak, Pandemi dolayısıyla uzun süre konserler yapılamadı. Yeni normalleşme sonrası konserleriniz başlıyor mu? Konserleri özledğinizi hissettiniz mi? Ve son olarak Darkside devam edecek değil mi?
Umarım… Elbette konser yapmak için karmaşık ve zorlu bir zaman, ama bir gün tekrar yapma fırsatını çok isterim. Birkaç yıldır Türkiye’ye gitmiyorum ve gerçekten özlüyorum!
KISA KISA
- İlk günden beri konserlerini hayranlıkla izlediğim grup/şarkıcı Miles Davis!
- Beni en çok etkileyen enstrüman sesi Hammond klavye . Dünya üzerinde en sevdiğim seslerden biridir. Ben eğitimli bir orgcu değilim, ama ne zaman bir stüdyoya girsem ve orada bir Hammond görsem, onu mutlaka çalarım!
- En erken biçimlendirici canlı müzik deneyimlerimden biri, NYC’deki Village Vanguard’da Dr. Lonnie Smith’i görmekti. Sahnenin hemen yanında oturuyordum; şimdi düşününce aklımda hala onu izliyor ve duyabiliyorum. Yaptığı her şeyde o nitelikli büyüyü hissettiğimi hatırlıyorum. O gerçek bir sihirbazdı ve o enstrümanın büyücüsüydü.
- Müzik yapmanın hayatıma kattığı en büyük şey insanlar. Müzik, hayatım boyunca gerçekten çok fazla dostluk ve işbirliği getirdi. Müzik insanları bir araya getirmekte asla başarısız olmaz ve müziğin bu özelliğini seviyorum.
- Konser vermekten en çok keyif aldığım şehir/festival. Seçim yapmak çok zor! Yıllar boyunca birçok farklı yerde konser verdiğim için çok şanslıyım…ama dürüst olmak gerekirse, muhtemelen New York. Çünkü orası büyüdüğüm ve her yerden daha fazla çaldığım yer. Nerede yaşadığımdan bağımsız olarak orası bir şekilde benim evim. Ama seyahat söz konusu olduğunda, İstanbul! Bu en iyisi 🙂