Rock müziğin kilometre taşlarından, usta müzisyen Demir Demirkan’la yeni şarkısı “Deli Hayaller” vesilesiyle sohbet ettik.
Sebla KOÇAN / [email protected]
Neredeyse 30 yıldır sahnelerde, Demir Demirkan. Kalbimize, ruhumuza işleyen nice şarkıya imza attı. Birkaç sene önce ABD’ye yerleşti. Baba oldu. Üretmekten, kendini yenilemekten hiç vazgeçmedi. Demirkan, geçtiğimiz günlerde yayınladığı “Deli Hayaller”le insanın gücünü içinde bulacağını söylüyor. Bu içe dönüş operasyonu içinse her şeyin önce hayal etmekten başlayacağını belirtiyor: “Zorunlulukları, günlük mekanik işleri, sorumlulukları tabii ki yerine getireceğiz ama bir şeyi unutmamak lazım: ‘Ben’ yoksa bütün bunları gerçekleştirecek biri de olmaz.” Usta müzisyenle müziğin ruhumuzu iyileştirmesinden “deli hayaller”e, baba olduktan sonraki bakış açısından hayranlık duyduğu gitaristlere uzanan bir sohbette buluştuk.
Yeni şarkınız “Deli Hayaller”le umutlarımızdan ve düşlerimizden vazgeçmememiz mesajını veriyorsunuz. Peki sizin hiç umudunuzu kaybettiğiniz, her şeyin anlamsız olduğunu düşündüğünüz, düş kurmanın vakit kaybı olduğunu hissettiğiniz dönemleriniz olmaz mı?
Olur, hem de sıkça. Bunu çok iyi bildiğim ve hayatım boyunca bunun üstesinden gelmek için hem araştırıp hem de kendimce teknikler geliştirdiğim için konuyla oldukça ilgiliyim zaten. Umudumu kaybetmenin, hayal kurmanın zaman kaybı olduğunu düşünmenin ve kendime inancımı yitirmenin acısını çok iyi biliyorum ve bütün bunların birçok farklı sebepleri olabilir ama sonuç hep aynıdır. Kilitlenirsiniz ve hayat anlamını, yaşamak da değerini yitirir. Nefes alırken hayatta olmamak gibi bir haldir bu. Bu girdaptan hemen çıkıp bir daha da bu girdaba geri düşmemek için sözler verirsin kendine. Başarırsın. Ta ki bir daha bu karanlık girdaba tekrar düşene kadar ama bu defa aşinasındır bu hale ve buradan çıkmanın ve hayata dönmenin hem mümkün olduğunu hem de bunu nasıl becereceğini bilirsin. Bütün gücünü toplayıp, bir daha gün yüzüne çıkıp ruhunu yaşama isteği ile beslersin ve devam edersin. Hatta o kadar büyük bir enerji doğar ki buradan senden dışarı taşar, önce yakın çevrene sonra da seni bilenlere ve sesinin, soluğunun, gitarının, şarkının ulaştığı herkese umut ve yaşam kaynağı olur. İşte bu da büyük bir mutluluktur. “Deli Hayaller” böyle ortaya çıkar 🙂
Müzik dinlemek bizi iyileştiriyor, peki müzik yapmak da size aynı hissi veriyor mu? En çok hangi aşamada yüksek bir motivasyonunuz oluyor, sözleri yazarken mi, beste yaparken mi, klip çekerken mi yoksa sahnede çalarken mi?
Her aşamanın ayrı bir hissi var ve ruhun renkten renge bürünür bütün bunları yaşarken. Şarkının ya da kompozisyonun ilk aşamaları her ne kadar klişe olsa da sanırım doğuma benzetilebilir. Aklında ufak fikir kırıntıları belirir. Seni en çok etkileyen ve kuvvetli olan dışındakiler yok olurlar. Sonra o fikir ile biraz yaşarsın. Unutsan, uyusan bile bilinçaltın 24 saat çalışır bunun üzerine. Sonra bir söz gelir aklına, bir başlık, bir melodi, akor dizisi, bir ritm paterni. Derken stüdyoya girip bunları fiziksele taşımak için bir dürtü hissedersin. Ya hemen çıkar bir şeyler ya da birkaç günde. İlerlersin. Ortaya çıkan şeyler bazen o kadar güçlüdür ki peşinden sürükler seni. Artık kontrol ondadır ve sonuna kadar besler seni ve sen de onun adına çalışırsın. Ya da sürecin bir noktasında tıkanırsın ve müzik orada kalır. Arşivleyip kaldırırsın kenara. Konserin ise bambaşka süreci vardır. Birlikte sahne alacağın insanların ruh hallerini seninki ile senkron bir hale getirmek işin kilit noktasıdır. Bölünmez bir ekip olursun. Saatlerce, günlerce prova yaparsın. O kadar otururki çaldığın ve söylediğin şeyler ruhuna ve bedenine. Konser nerede, nasıl bir ortamda olursa olsun, sen ve ekip yorgun, uykusuz veya full motive çıkarsın seni sevenlerin önüne. Bundan sonrası da frensiz, yokuş aşağı, tam gaz ve yarı kontrollü olarak devam eder. Bir bakmışsın 2 saat geçmiş, konser biter. Sonra aynısı yarın bir daha ve bir daha…
“‘BEN’ NE KADAR GÜÇLÜ OLURSA YAPACAĞIMIZ HER ŞEY SAĞLAM OLUR”
Küresel çapta yaşadığımız bu zor dönemlerde insanın gücünü içinde bulacağını söylüyorsunuz. Yeniden gücümüzü bulmak için nasıl bir “içe dönüş operasyonu” yapmalıyız, sizce nereden başlamalıyız?
Düşlerden. Zorunlulukları, günlük mekanik işleri, sorumlulukları tabii ki yerine getireceğiz ama bir şeyi unutmamak lazım: “Ben” yoksa bütün bunları gerçekleştirecek biri de olmaz. “Ben” ne kadar güçlü ve özverili, bilgili, sevecen, istekli, iştahlı ve hevesli ise yapacağımız her şey o kadar sağlam ve yaşamaya değer olur. Peki nasıl bulacağız o güçlü ve tüm bunları yapacak olan “Ben”i? Gün içinde anlık veya birkaç dakikalık boş zamanlar olur. Bu zamanlarda dikkatimizi susmayan mekanik düşüncelerimize ya da değersiz dış stimülasyonlara (uyandırma, uyarım) kaptırmak yerine farkındalığımızı güçlendirip “bu an”a çekebilirsek kendimizi buluruz. Görüş açımız genişler ve “kendimizden çıkarız”. Sonra bu hali kalıcı hale getirip günün her anına yaymaya başlarız. İşte bu sürecin herhangi bir noktasında da “zorluk” dediğimiz etkenler kümesinin gerçekte ne olduğunu anlarız. Aslında kendimizi anlayıp olayları değerlendirme filtrelerimizi çözeriz ve “zorluk”lar güçlerini kaybeder ve teknik birer problem haline gelirler. Bu noktada her şeyin üstesinden gelinebilir çünkü artık başka bir düzlemdedir zihniniz ve yenilmezsiniz.
“Deli Hayaller” bize bir noktada inanç ve cesaretin öneminden de bahsediyor. Oysa yaşadığımız çağ ve içinde olduğumuz topraklar bize neredeyse tam tersini dayatıyor. Dirayetimizi nasıl koruyacağız?
Yukarıda bunu büyük ölçüde anlattım ama önemli bir nokta daha var: Maruz kaldığınız dış dünya ile “kendinizi” özdeşleştirmeyin. Bu demek değil ki olaylara kayıtsız veya duyarsız kalacağız. Hayır! Her şeyin tam ortasında olacağız. Ne bütün bunlardan kendimizi ayırıp bölüneceğiz ne de hepsi ile özdeşleşip olayların ritmine kapılacağız. Merkezde durup kendi ritmimiz, irademiz, bilgimiz, anlayışımız ve her şeyden önce “sevecenliğimiz” ile kendi öz planımızı gerçekleştirmeye devam edeceğiz.
Bir yelkenli düşünün. Denizde akıntı, dalga, sıfır rüzgar veya fırtına tek tek ya da aynı anda gerçekleşebilir. Ne yapacaksınız? Her birine kapılırsanız durum vahim. Bütün bu etkenleri lehinize kullanmayı başaracak sakinliğe, iradeye ve yetiye sahip olmanın yollarınızı bulmanız gerekir ki hedefinize yani “öz planınıza” ulaşabilesiniz. Hiçbir ülkenin sorunları bitmez. Hiçbir zaman hiçbir şey “mükemmel” olmayacak. Bu mükemmellik, sorunsuzluk beklentinizden bir an önce vazgeçin. Kendinize dönün. Değerlerinizi tekrar gözden geçirin. Sevdikleriniz, sizi sevenler, arzularınız, tutkularınız, aileniz, hedefleriniz… Bütün bunların sorumluğunu almayı kabul ettiğinizde büyük bir güç bulacaksınız içinizde. Bu da sizi doğru yöne doğru fırlatacak. Deneyin, müthiş bir varoluş halidir bu.
Baba olmak sizi nasıl değiştirdi, nasıl dönüştürdü? Oğlunuzla olan ilişkiniz müzikal olarak sizde nasıl bir yankı buldu?
En önemlisi onu büyütürken an be an kendimi de çözüyorum. Birkaç yıllık aklında neyin nasıl tezahür edip bilinç altına yazıldığını anlayınca kendime dönüp neredeyse “tersine mühendislik” diyebileceğim bir süreçte kendimi de tekrar büyütüyorum. Sözel ve müzikal üretimimde ve performansımda daha cesurum ve daha fazla risk alıyorum.
Dinleyicilerinizden gelen yorumlar sizi nasıl etkiler? Mesela olumsuz eleştiriler gardınızı düşürür mü, olumlu olanlar sizi yükseltir mi?
Eskiden bir uçtan bir uca savrulur dururdum. Kötü eleştiri olunca müziği bırakmaya kadar giden bir karanlığa düşerdim. İyi eleştiri olunca da “sonunda hak ettiğim sözleri duydum” gibi çocukça bir övünmeye kapılırdım. Bakın kendimi biraz fazla açıyorum bunları söylerken, lütfen hafife almayın. Bir sarkaç düşünün. Bir bu kenara bir öbür kenara savruluyor. Sarkaçın en alt ucundaysanız müthiş büyük bir savrulma hareketi yaşarsınız. Sarkacın üst ucuna doğru tırmanmaya başlarsanız bu hareket küçülür. En üst noktaya ulaştığınızda sarkaç istediği kadar sallansın siz kıpırdamazsınız. Bunu başarınca “gerçek” ile senkron yaşarsınız, “göreceli gerçeklik” ile değil.
“UZUN SOLUKLU BİR PROJE ÜZERİNDE ÇALIŞIYORUM”
Bir süre önce ABD’ye yerleştiniz. Orada hayatınız nasıl gidiyor, neler yapmayı seviyorsunuz? Yaşadığınız bölge nasıl, size nasıl şarkılar yazdırıyor, biraz anlatır mısınız?
Gayet rahat bir hayatımız var. “Evde Kal” günleri en başta biraz zorladı ev düzenimizi ama bir ay kadar sonra gidişat oturdu. Zaten son bir aya yakındır açıldı bulunduğumuz eyalet. Yaz için Türkiye’ye gelme planımız vardı ama malum sebeplerden dolayı gerçekleştiremedik. Özledim çokça ama sakinim ve sabırla bekliyorum normale dönüşü. Sosyal medya ve WhatsApp gibi kolaylıklar ile sürekli bağlıyım özlediklerime ve sevdiklerime. Deli Hayaller’den sonra bir single fikrim daha vardı ama yerini çok büyük çaplı bir projeye kaptırdı 🙂 Şimdilerde onunla uğraşıyorum. Uzun soluklu ve çok güzel bir projeyi gerçekleştirmek için büyükçe bir ekip kurup çalışmaya başladık. Bu süreçte ise 2006 yılında kaydettiğim fakat single olarak yayınlanmayan Hayat Nedir isimli şarkımı dijital platformlarda yayınlayacağım.
Diskografinizde sayısız albüm, sayısız eser var. Yine de dinlediğiniz zaman “Bunu keşke ben yazsaydım, besteleseydim” diye içinizin cız ettiği bir şarkı var mı?
Var. Alan Parsons Project’in “Old And Wise” şarkısı.
Müzikte 20 yılı aşkın deneyiminiz ve pek çok başarınız var. Peki bildiklerinizi öğretmek, deneyimlerinizi paylaşmak için yeni yetenekler yetiştirmeyi hiç düşündünüz mü, böyle bir çalışmanız olacak mı?
Neredeyse 30 yıl… Yeni sanatçı veya grupların prodüksiyonlarını yaparken zaten büyük ölçüde onlara bilgi ve deneyimlerimi aktarıyorum ancak bunu sistematik bir şekilde yapmak için “okul”, “kurs” açmak gibi bir düşüncem yok.
Dinlemekten en çok keyif aldığınız, hayranlığınızın hiç bitmediği ilk 3 gitarist kimler size göre ve neden?
David Gilmour. Ruhu dünya kadar olan insan, her notasına ruhundan bir parça koyup bizi besliyor.
Steve Vai. Rengarenk, ışıklı, sıra dışı ve sınır tanımaz kişiliği ile yaratıcılığımızda bizi daha cesur kılıyor.
Erkan Oğur. Bir tane var ondan… Çok değerli!