Deniz Dülgeroğlu geçtiğimiz günlerde podcast’indeki bölümlere yer verdiği ilk kitabını çıkardı ve kitap şu an 6. baskı yolunda. Biz de tek yön bilet ile bir kez daha gideceği Bali öncesi bir araya gelelim dedik…
İpek ATCAN / [email protected]
Deniz’le tam olarak ne zaman tanıştım hatırlamıyorum ama 1 seneyi geçtiğini düşünüyorum. Bir davette denk gelmiştik ve benim gibi “minimumda yeni insanla konuşayım” diyen insanın önce balkonda sonra da masada yanına düştü 🙂 Podcast’ini bilsem de hâkim değildim. O gün kendisini çok sevdim, o kısacık sürede “gerçek” bir insan hissi verdi. Sonrası zaten malum günümüz arkadaşlığı = instagram. Podcast’e bir türlü giremedim çünkü herkesin 2. sezonuna başladığı diziye sıfırdan başlamak ve tüm sohbetten geri kalmak gibiydi hissim 🙂 O yüzden konuya kitapla girdim! Istagram’da imza günlerini görüp inanamıyorum, kuyruklarca… Ama kendini yalnız hissetmemesine sebep olduğu insanları da anlayabiliyorum. Podcast’iyle bir aile kurmuş kendine. Tek yön biletiyle Bali’ye giden, bu bilinmez süre bilinir bir hale gelene kadar kedisini ve köpeğini çok yakın arkadaşlarına bıraktığı için gözleri dolan, aşırı çalışmaktan hafif devreleri yanmış ama bir o kadar da kendinden emin ve “ben yaptım ulan!” diyen Deniz’de söz. Bu arada röportajı yaptığımız gün psikanalizi bırakmış olması da inanılmaz bi denk geliş…
Podcast’in ilk bölümüne nasıl başladığından kitabında da bahsediyorsun. Şöyle ki seni çok da tanımayan biri olarak senin çok açık ve dürüst olduğuna inanıyorum. Seni dinleyen herkes seni çok iyi tanıyor mu sence bir yakın arkadaşınmışçasına?
Yakın bir arkadaşım gibi tanıyor olamazlar çünkü podcast’lerimi dinleyen birisi beni olduğumdan daha iyi tanır. Orada sadece zayıflıklarımı ve kırılganlıklarımı anlattığım için gerçek hayatta güçlü olduğum zamanlarda ne kadar uyuz biri olabileceğimi bilmiyorlar (gülüyor) o yüzden ufak bir hayal kırıklığı muhakkak olur. Ama podcast’lerde sakladığım bir şey yok.
Di mi? Dan dun giriyorsun anladığım…
Evet, zaten beni rahatlatan ve bana iyi gelen kısmı o en baştan beri kendimi iyileştirmek için yaptığım bir şey.
Ben senin bilfiil podcast’ini dinleyenlerden olmadım biliyorsun. Çünkü bana sanki bir dizi başlamış da herkes ikinci sezondayken ben geriden geliyormuşum hissi yarattı. Ve böyle durumlarda küsüyorum 🙂 O yüzden kitabını okurken bir şeyi baştan yakalamışım hissi geldi bana. Birkaç bölümde ben de benzerlikler kurdum mesela küçükken şiir yazmak. 10 yaşından beri günlük tutuyorum ve 10 yaşında birçok şiir yazmışım. Mesela lambadan süzülen ışık doğrularına! Kafalar 🙂 Senin o şiirleri okurken bir gözüm doldu, aslında ne kadar da naiftik hepimiz ve her şey ne kadar çirkinleşti sonra. Bunlara terapistinin bir yorumu oldu mu? Çünkü kitapta aynı şiiri birkaç kez tekrarlıyorsun.
Hiç böyle düşünmemiştim. Psikanalistim en başından bunu açık bir şekilde belirtti, dış dünyada yaptığınız herhangi bir üretim, kitap da yazsanız podcast de yapsanız hiçbirini ben okumayacağım. Çünkü amacım burada sizin iç dünyanızı tanımak ve o zaman dış dünyadaki kendinizi ifade şeklinizle karışacak ve benim için buradaki analiz süreci çok imkânsız olur ama bunu bir ilgisizlik gibi yorumlamayın, bunun böyle olması gerek demişti. Hatta sırf o yüzden bir ara bana bir radyo teklifi gelmişti, hırslanıp onu kabul ettim. Fiyatı düşük, karşıya gitmem gerekiyor hergün. Sonradan gizliden gizliye niyetimin psikanalistimin taksiye binip benim programıma denk gelmesi ve beni duyması olduğunu fark ettim (gülüyor) Tabii fark edince yalan oldu radyo programı.
“Çok fazla insanın ailesiyle arasına mesafe koymasına neden oldum.”
Podcast’inde zaten olan ama benim kitapta okuduğum babaya bir açık mektup var. Bundan seninle birkaç ay önce bahsetmiştik ve tabii sonucundan da… Ben bir yandan dokunaklı bir yandan da güzel bir veda olarak buldum mektubu. Sevgiliye veda gibi. İlla birileri bizi doğurdu diye ölene kadar onlarla samimi olmalıyız diye düşünmüyorum ben. Ben aile yapısı olarak çok bir yakınlık kuramasam da kuran binlerce insan olduğunu biliyorum. Nasıl geri dönüşler aldın? Ve sana bunu açık açık dile getirmek ne hissettirdi?
Orada hayalim bir şekilde babamın bu mektubu okuması ve yüreğinde daha önce titrememiş bir noktanın titremesi ve bana ulaşmasıydı. Ama babamın tepkisi hukuki oldu. Çünkü insanlar değişmez, değişmeleri bizim fantezimiz. Ama insanlara faydası oldu çünkü özellikle annede ebeveynleri kutsal bir yere koyuyoruz ve ne yaparlarsa yapsınlar “ama o anne, ama o baba” diyoruz. O yüzden kamuya açık şekilde “baba sen ve ben özümüzde iyi insanlar olsak da ikimiz bir türlü uyuşamıyoruz ve birbirimize zarar vermeyi keselim. Senin yolun açık olsun, benimki de” demek pek yaygın bir tepki cinsi değil özellikle yaşadığımız ülkede. Sen deli misin deniliyor ama esas sormamız gereken soru şu bir baba çocuğu olmadan bir şekilde yapabilir ama bir çocuk arkasında babasının desteği olmadan yapması çok zor. Düşünün ki o baba çocuğa neler hissettirmiş olmalı ki vazgeçiyor bu destekten ve tek başıma devam edeceğim diyor. Babasından bu şekilde zarar görenler anladılar ve onlar da cesaret verdi. Benim kadar değilse de aralarına mesafe koyan çok fazla insan biliyorum. İmza günleriyle şu ana kadar 1000’e yakın mektup birikti evimde. Arada açıp okuyorum. 90’lardaymışız gibi o kadar çok fiziksel mektup var ki. Çok fazla gözyaşı damlamış, mürekkep dağılmış mektuplar var. Bana da çok iyi geliyor. Başkasının mutsuzluğundan mutlu olmak gibi değil de bu acımda yalnız değilim bana iyi hissettiriyor. Çok fazla insanın ailesiyle arasına mesafe koymasına neden oldum. O yüzden anneler, babalar ve sevgililer bana biraz gıcık oluyorlar. 2 sene önce evime bir mektup geldi, bir kadın beni mahkemede şahit olmaya çağırıyor. Çünkü kocası boşanma davasında “Merdiven Altı Terapi” yüzünden böyle oldu, eskiden böyle değildi, yoldan çıktı. Sanırım “Küçük Deniz’e Mektup”tu, ülkenin cumhurbaşkanı da olsa, kocan da olsa, patronun da olsa durduğun yerde zarar gördüğünü hissediyorsan göze al her şeyi ve çık git oradan. Yaşadığın hiçbir şey ondan daha kötü olamaz gibi bir çağrım var. O da sanırım cesaret veriyor. İşte o zaman da o baba, sevgili, patron çok kızıyor sanırım.
Babanın sana destek olduğu bir dönem de var anlattıklarında, şu ev tutma meselesi. Sen onların istediğini (diş hekimliği okumak) yapıyorsun diye mi destek oldu?
Babamdan aslında hep beraber boşandık biz. Geri dönüp baktığımda annemin de bizi ondan korumaya çalıştığını anlıyorum. Sonradan kendim tecrübe edip kendim uzaklaşmayı seçtim. O dönem eve çıkmaya şiddetli bir şekilde ihtiyacım vardı. Annemin bana vatan haini muamelesi yapmasına rağmen madem dedim bu adam bu evin parasını ödeyecek tamam dedim, varım ben.
O an amaca hizmet etmiş ama sonra?
Evet, o an amaca hizmet etti. Ama sonra gördüm yani… O yüzden kocasının parasıyla yaşayan, babasının parasıyla yaşayan insanlar gördüğümde onlar adına çok üzülüyorum. Çünkü kimse kimseye sıfırdan cebinden çıkarıp para vermiyor. O kadar ağır bedelleri var ki. O sana küfrettiğinde, hakaret ettiğinde, seni küçümsediğinde, aşağıladığında ağzını dahi açamıyorsun çünkü para kesilir. O yüzden haklısı babacım, çok doğru söyledin babacım diyorsun… O yüzden hepimizin kendi ayakları üstünde durması gerekiyor ki istemediği yerde çıkıp gidebilsin.
“Bir hedefim vardı. Ben artık kendi parasını kazanan, ailesine rest çekebilen bir kadın olacağım.”
Ev demişken en inanamadığım şeylerden beri çaktırmadan ajansta yaşamaya başlaman oluyor. Ütopik! Sosyal medyada çok sık evini paylaşıyorsun ve cidden iç acıcı. Bol kitaptan dev mutfağa, görmek bana iyi geliyor. Huzurlu bir yer gibi geliyor dışarıdan. İstemişsin ve başarmışsın. Şimdi dönüp ajans günlerine baktığında ne hissediyorsun?
12 sene önceydi o hikâye, 26 yaşındaydım. Bu arada bence hayatımın çok güzel zamanlarıydı, dışarıdan nasıl duyuluyor bilmiyorum ama… Benim çalıştığım bir adam “mutluluğu kovalarsan mutsuz olursun çünkü mutluluk hiçbir zaman olmaz ama amacın olursa hayatta o senin bütün acılara dayanmanı sağlar” Victor Frankl’ın dediği lafla çok örtüşüyor. Spora gittiğinde canın acıyor ama gidiyorsun çünkü sonucunda istediğin vücuda kavuşacaksın. O zamanlar kalacak evim yoktu, deodorant alacak param yoktu, lokantalardan aldığım ıslak mendillerle koltuk altımı siliyordum berbattı o anlamda ama çok mutluydum çünkü bir hedefim vardı. Ben artık kendi parasını kazanan, ailesine rest çekebilen bir kadın olacağım. O bana inanılmaz bir güç veriyordu tabii gençliğinde etkisi var. Mesela “kapıyı kilitlemek” tekrar tekrar kafamda oynayan bir videoydu. Evim var, gidiyorum kapıyı kilitliyorum ve kimse eve giremiyor. O yüzden geceleri kapıyı kilitlerken çok mutlu oluyorum “burası benim” diye, ev sahibi olmasam da. Çocukken büyüdüğüm evde hep tartışma ve kavga vardı. Sonra zaten 10 yaşında yatılı okula yollandım. 19 yaşında kendi evime çıktım ama babamın üniversitede okurken türlü tehditlerle kirasını ödediği ev. O yüzden şimdi bir evim olması, dönecek bir yerim olması hissi çok güzel. Şimdi Bali’ye giderken mesela “gidiyorum ama istersem geri dönebilirim” diye düşünüyorum. Buna psikolojide “Bağımlılık Paradoksu” gibi bir şey deniyor. Aslında insanlar dünyayı gezenleri kimsesiz ve hiçbir yerle bağı olmayan kişiler gibi hayal ediyor. Tam tersine dünyayı gezmek isteyen bir insanın yola çıkarken o güven hissini veren bir yere ihtiyacı var. O yüzden bu ev şu an bana o hissi veriyor.
Bu arada sonradan o ajansın sahibi (bu podacst’te var, kitapta yok) beni çağırdı ve ajansta söyleşi yaptık ve o kadar mutu oldum ki. Herkese şeyi itiraf etti, “Sen bacak kadar boyunla çıkıp geldin, ödüllü fikirler sunmaya başladın. Ben de o zaman kompleksli biri olduğum için, küçücük bir kız geldi beni tahtımdan edecek diye düşündüm.” dedi. Baba olduktan sonra da çok değiştiğini söyledi. Hatasını gören insanların her zaman daha büyük olduğuna inanıyorum. Milletin gözü önünde, kendi ajansında bunları söylemesi, beni tebrik edip “umarım kızım bir gün senin gibi olur” demesi müthişti. O kadar mutlu oldum ki… Annemin babamın hala yapmadığı bir şey, asla. Ama bununla ilgili bir bölüm yapacağım podcast’imde. Babam değil, babam çok ayrı bir vaka ama annemin neden iyi bir anne olmadığını itiraf edemediğini anlıyorum. Çünkü annem üç çocukla, beş kuruş parasız yeni bir şehirde yeni bir hayata başlayıp hayatı boyunca depresyonda olması onun için çok zordu. Bence annemin kafasında şu var “ben hayatımı yaşamadım ama hayatımı çocuklarıma feda ettim ve çok iyi bir anne oldum.” O yüzden ben elinden onu da alınca, kadın “ben neden o zaman bu kadar mutsuzluk yaşadım?” diyor. Bunu anladıktan sonra anneme mesaj attım “anne gel hepsini geride bırakalım ve sarılalım, anlıyorum hiçbir zaman bir normal anne-kız olmayacağız”
“Hayatım boyunca, babamdan ve annemden çok tanıdık olduğu için beni umursamayan ve mesafeli duran insanlara çekildim.”
Birazda ilişkilerden bahsedelim, ilişkilere nasıl bakıyorsun şu anda? Gerek ilişiklerinde gerek ailede yaşadıklarından sonra birine güvenmek, bütün bu yaşadıklarının üstüne nasıl oldu? Ne noktadasın hayatta o konuda?
Bence hayatım boyunca, babamdan ve annemden çok tanıdık olduğu için beni umursamayan ve mesafeli duran insanlara çekildim. Narsist tipler de beni çok sever dışardan parlak bir ışığı var falan filan diye ama sonra da söndürmeye çalışıyorlar benden daha parlak duramazsın diye. Bu yaz şuna karar verdim, çünkü erkek kardeşim de aynısını yapmıştı, kaygılı bağlandığını fark etmişti… Bir gün böyle eve 1000 sayfalık bağlanma üzerine bir kitapla gelip “ben bunu okuyacağım ve bağlanma konusunu değiştireceğim” dedi. Ki şu an evlendi. Tabii ne olacağını bilemeyiz ama başardı bağlanmasını değiştirmeyi. Ben de bunu terapide anlatmaktan ziyade insanlardan kendim ayrılmayı deneyerek, toksik olduğunu fark ettiğimde “gidiyorum ben, bu iyi değil” diyerek birkaç kez üst üste farklı ilişkilerden çıktım. Toksik olmayan bir ilişkiye girdiğimde de ne kadar tiksinmeler yaşadığımı fark ettim. Dedim ki “aha kalacaksın burada!” çünkü bu tiksinme durumunun neden olduğunu çok iyi biliyorum.
Korkuyor musun?
Çok korkuyorum, beni bu kadar seviyorsa kandıracaktır. Ya da işte aptal, geri zekâlı filan mısın? Öyle bir şey olsa ben de bilirdim, annem babam da bilirdi. Biz bu kadar insan, beni sevecek kadar aptal olmadığına göre… Ben kendimi bu kadar değersiz hissederken sen bana hayranlık duyuyorsan… Ama bu sefer “bu zavallılık hissine rağmen burada duracaksın” dedim ve devam ettirdim o ilişkiyi. Canavarın gözüne baktıkça canavar küçülür ya, o tiksinme hissi uzaklaştı. Bir insanın beni olduğum gibi sevebileceğini, kendimin de kendini olduğu gibi sevebileceğini fark ettim. O yüzden iyiye gidiyor. Kendime acıma hissim azaldıkça, neredeyse sıfırlandıkça ve hatta artık hiç kalmadı diyebilirim; daha güzel ilişkiler kurabilmeye başladım bence. Birincisi toksikten kaçmak, ikincisi ise seni tiksindirmesine rağmen sana değer verenle kalmayı öğrenmek… İki adımdan oluşuyor bence temel olarak değişim.
Terapiler için de onu düşünüyorum ben. Sırf bu kararı alıp gitmek, kendin için bir şey yapmak bile iyi. Sende terapi konusuna girmiyorum bile, ezelden beri! 🙂 Sistematik şekilde çalışıyorsun kendin üzerine. Bence insanların seni sevmesinin en büyük sebebi bu, çoğu insan kendi üzerine çalışmaktan kaçar çünkü zor bir şey. Kendinle yüzleşmek en zoru, karşındakine her şeyi söylersin de… Bence insanları buna teşvik ediyorsun, yola ve yolculuğa.
Bu arada terapistlerin yapmadığı bir şey, terapistler kendilerini tanrı gibi bir yerde konumlandırıyorlar. Instagram’da da reels’da hep akıl veriyorlar ya, orada bir sinirleniyorum. Sen n’apıyorsun? Bir de seni dinleyelim, bir anlat. Böyle çıkıp arştan konuşuyorsun bize… Gerçek insanlar hatalarla dolu, bence insanların sevdiği de o inişler ve çıkışlarla doluyum. Gerçek insan bu. Birbirimize orada cesaret veriyoruz. Tamam düşeceğiz ama yeniden kalkacağız.
“Merdiven Altı Terapi’nin meşhur cümlesi “20 yıldan fazladır terapiye gidiyorum.” bitti.”
Cidden kendimizi ne zaman çözeceğiz? Tam ölürken “Wooow buldum, budur!” mu diyeceğiz? Cidden çok fantastik işler…
Ben şimdi psikanalizi bıraktım. Hatta bugün son günüm, çok da ikonik oldu! (Gülüyor) “Merdiven Altı Terapi”nin meşhur cümlesi “20 yıldan fazladır terapiye gidiyorum.” cümlesi bitti. Çünkü şunu hissettim yani, bir ebeveyn çocuğuna bisiklete binmeyi öğretirken arkadan ittirir ya; “beni bırak artık” dedim. Düşebilirim, ama bu bisikleti geri kaldıracak güce sahibim. O yüzden artık keyfini çıkarmak istiyorum, bisiklet sürebiliyor muyum diye endişe etmek değil… İnsan bunu hissediyor, bendeki alet çantası tamamlandı. İllaki vardır eksiği noksanı ama tamam. Majör şeyler yaşamayacağımı düşünüyorum.
Kitap haline getirme fikri nereden ortaya çıktı? Bir de biz bunu konuşurken 5.baskı da bitti yani 25.000 kitap…
Aslına bakarsan 2-3 senedir neredeyse Türkiye’deki bütün yayın evleri yazdı podcast’i kitap yapalım diye. Ama oralardaki tavırlar biraz bana fazla profesyonel gelmişti. Sonra çok samimi bir şekilde şu an ki yayın evinden gelince, “ben senin bütün podcast’lerini dinledim” şeklinde yaklaşılınca, beni ikna etmeyi başardılar, ben oturdum yaptım. Sancılı bir süreç oldu, kendilerine de bana sabrettikleri için teşekkür ediyorum.
Daha ön siparişte ilk baskı bitti, çıldırmadın mı sevinçten?
Ya aslında çıldırmıyorum çünkü benim büyütüldüğüm şekil şu: zaten kitap yazıyorsak bestseller olmalı. Zaten podcast yapıyorsak en çok dinlenen olmalı. Bu olamıyorsa problem. Yabancı bir arkadaşımla konuşuyordum “bence mutluluğun tanımı gerçek ile beklentilerin arasındaki fark. Beklentilerin o kadar yüksek ki gerçek ile onu hiçbir zaman yakalayamıyorsun ve o yüzden mutlu olman çok zor” demişti. O yüzden beklentim düşük olsa “oha kitap çok sattı!” diyeceğim.
Hatta belki de sırf yazmış olmana mutlu olacaksın…
Evet, “Oh! Kitabı bitirdim! Çıktı.” diyeceğim. O yüzden benim artık beklentilerimi düşürmeyi öğrenmem lazım. Her alanda sürekli birinci olmalıyım dememeliyim. İnsanlar dışarıdan ne kadar çoşkulu yaşıyor diyebilir ama hayır, o benim için sıfır noktası. Onun üstü beni mutlu ediyor, artık Mars’a mı gideceğiz, Noble mi kazanacağız… Çok kötü bir yaşama şekli bu bence, değişmesi gerekiyor.
Aslında anne ve baba tarafından yetiştirilme biçimini eleştirirken biraz da senin normalin haline gelmiş sanki…
Çok acımasızca aslında, şimdi bir podcast bölümü bitirmeye çalışıyorum. Bu sefer gelecekteki kendime mektup. Kendi kendime, “The Substance”daki gibi ne kadar kroşe üstüne kroşe vurup ağzımı burnumu dağıttığımı görüyorum. Bir cümle yazdım, çok ağladım onda “sürekli kendini geçiyorsun diye sevinmem gerektiğini düşünüyorsun ama bir türlü sevinemiyorsun Deniz, niye biliyor musun? Çünkü kaybeden de sensin. O yere serdiğin, ağzından burnundan kan gelen kız da sensin Deniz, neden bunu kendine yapıyorsun?” diye. Sürekli geçmişteki kendimi geçmeye çalışıyorum ve geçmişteki kendime o kadar tahammülüm yok ki. Ne zaman iPhone’umu yenilesem “hafızayı aktarıyoruz” dediğinde çocuk, yok yok hiç gerek yok diyorum. O yüzden bu kaydedeceğim bölümde bunlar var, “Kendini geliştiriyorsun Deniz de sormak istiyorum sana, bana niye acıyorsun bu kadar diye.” Çünkü 16 yaşındayken babam da “beni seviyor musun?” dediğimde yüzüme bakıp “sana çok acıyorum ben, o yüzden yardım etmek istiyorum” demişti. Geleceğe mektupta diyorum “Hadi babam yapar böyle bir delilik de sen neden böyle yapıyorsun? Ben acınacak bir halde miyim?” diye gelecekteki kendime isyan ediyorum. “Eğer bu Deniz’i sevmeyi bilmiyorsan sen kendine acı çünkü sen sevmeyi bilmiyorsun, sevilecek bir kız Deniz aslında” diyorum.
Belki de değişir bu mükemmeliyetçi ve birinci olmak zorunda hisseden tarafın?
Değişecek. Geçen haziran ayında bir podcast yapmıştım “gelecekteki kendimden dileklerim” diye. 10 tane dilek adamışım. Ağzım açık kaldı 10’unu da yapmışım. O yüzden bunu da böyle yapacağım. Mesela uçak korkum var ama şimdi tek yön biletle Bali’ye gidiyorum. O kadar çok şey yapmışım ki… Bir tane vision-board yapmışım, bir tane uçağa binip el sallayan bir kız koyup “see you later a**hole” yazmışım, resmen şu an yaptığım şey tüylerim diken diken oldu. O yüzden bu yeni mektubu yazıyorum, azıcık insafın varsa beni dinlersin be kadın! (Gülüyor) Bali için manifestim de 3 ay çalışmayıp tatil yapmak, başaracağım umarım.
View this post on Instagram
“Bali’ye geri dönmem kızlar yatakhanesine geri dönmek gibi. Çünkü komün hayata geri döneceğim.”
Bali’de yapmayı düşündüğün kamplardan bahsetmiştin bana, onları da anlatır mısın?
Çalışıyoruz şu an üstüne, sürekli toplantı yapıyoruz. Bence bana da çok iyi gelecek. Zaten bana iyi gelmeyecek hiçbir şeyi yapmıyorum. Geçen biri bana “sen app yapsana yattığın yerden bir sürü para kazanırsın.” dedi. Yattığım yerden kazanmam birincisi, tabii ki bir sürü çalışması oluyor. Sonuçta parayı mutluluğa dönüştürmek için kazanıyoruz. En o parayı kazanırken, mutsuz olduğum bir vakit geçiriyorsam eğer benim kafama yatmıyor. O zaman dişçi de olabilirdim, implantla çok iyi para kazanırdım. O sebeple kampı yapacak olma sebebim bana iyi gelecek olması. İnsanların iyileştiğini görmek bana inanılmaz iyi geliyor. İnsanlara kendi çocukluklarına mektup yazdırmak, birlikte çizgi film izlemek, birilerine veda edişlerini görmek, bunu okyanusa bırakışlarını görmek filan bence çok iyi gelecek. Bir de kızlar yatakhanesinde büyüdüğüm için erkeklerin olmadığı bir yerde daha fazla duygusallığa alan açıldığına inanıyorum. Sporda da içimdeki testosteronu hissediyorum “yaparsın, edersin, acımadı!” ama kız kıza olduğunda bu acıyı da konuşabiliriz. O içimizdeki kızları yeniden büyütmek için, çünkü bir yerde hepimizin büyümesi bir darbe aldı ve orada kaldı. Bir şekilde oradan büyütmemiz gerekiyor. Bali’ye geri dönmem de kızlar yatakhanesine geri dönmek gibi. Çünkü komün hayata geri döneceğim.
Bir kitap daha düşünüyor musun?
Sanırım ben artık kurguya geçmek istiyorum. Kendi hayatımla ilgili bu dönemi böyle yavaş yavaş bitiriyormuşum gibi hissediyorum. Bali’de bir süre hayalim diğer çalışmalara biraz ara verip, bir tane film yazıyordum ve bıraktım onu bitirmek ve bir de yarım kalan bir dizi yazdım onu bitirmek… Ama sanki filmi bitirip Türkiye’ye öyle dönecekmişim gibi geliyor.
Peki podcast bitecek mi?
Bunu hiç bilmiyorum ya. Çünkü ben acılı hikayeler anlatmazsam ne anlatacağım? Sanki mutlu hikayeler anlatırsam insanlar bana gıcık olacak “anladık, tamam, en mutlu sensin” diyecek gibi hissediyorum.
Bana da sen mutlu hikayeler anlatırsan, seninle bir yolculuğa çıkan insanlar; özellikle onlar da mutlu bir şeyler bulmaya başladılarsa hayatlarında yine seninle aynı paralellikte hissedeceklermiş gibi geliyor sana karşı… Mutlu olmana sevineceklerini düşünüyorum.
Kimse bana gelip bana bir şey demediğine göre bu zaten benim iç sesim, “mutlu olursan seni sevmezler. İnsanların seninle bağ kurması için acı çekiyor olman lazım” gibi. O yüzden ben kendi mutluluğumu sahiplenmeyi öğrenirsem o zaman podcast de dönüşecek.
Ben senden bunun geleceğine inanıyorum.
Ben de öyle ümit ediyorum. Lütfen olsun. Aldım, kabul ettim, 777 (gülüyor) Zaten bunun için gidiyorum Bali’ye, ağlamaya değil.
Son olarak okurlara bir şeyler söylemek ister misin?
Şunu söylemek isterim, insan kötü zamanlardan geçerken mutlu halinin bir daha asla gelmeyeceğini düşünüyor. 4 kez çok ağır zihinsel çöküş yaşamış biri olarak artık şunu öğrendim, sen mutsuz olduğunda duvarda görünmez bir sayaç var. Ne zaman olduğunu bilmiyoruz sayacı görmediğimiz için ama geriye doğru sayıyor ve bir gün acın bitiyor, farkında bile olmuyorsun ve tekrar iyi hissetmeye başlıyorsun. Artık o yüzden tahtalara vursam da tekrar bir zihinsel çöküş yaşarım mutlaka, çok çalışan her bireyin kaçınılmaz ve arada yaşadığı bir şey. Ama o sayacın orada olduğunu düşünüyorum ve “Deniz,” diyorum, “Oraya nasıl varacaksın bilmiyorum ama sana söz veriyorum sadece zaman geçecek ve tekrar kendini iyi hissedeceksin.” O yüzden hayata tutunmakta zorlanıyorsanız lütfen bunu hatırlayın. Geçen bir arkadaşım before/after yapmış. Sabah çok saçma sapan esnaflarla işi var onu koymuş, akşam benim partimde bambaşka bir dünyada. Bu ikisi arasında bile gidip gelmekte benim mentalim zorlanıyor dedi. Aynı sabah ben call’da psikiyatristimle bağırsaklarım ağzımdan çıkana kadar ağlayan halimleydim, akşam aynı partide ben sahnedeyim. Bir sonraki mental çöküşümde ben de before/after kaydırmalı post yapacağım. İkisi de benim, sadece bekleyin zamanla geçiyor demek için. Bunu akılda tutmak lazım, bütün duygular gelip geçiyor. Mutlulukta hatırlamayın ama acılarda aklınızda tutun, geçiyor yani (gülüyor)