Ana SayfaMüzikDeniz Taşar: "Üretkenliğimin arttığı, sesimin yükseldiği bir dönemdeyim!”

Deniz Taşar: “Üretkenliğimin arttığı, sesimin yükseldiği bir dönemdeyim!”

Profesyonel olarak 11 yıldır caz sahnesinde yaptığı üretimler ve iş birlikleriyle adından söz ettiren multidisipliner sanatçı Deniz Taşar ile 26 Nisan itibarıyla dinleyeceğimiz yeni single’ı ‘Damlaya Damlaya’ bahanesiyle biraz konuştuk. Mayıs ayında gelecek yeni albümü “OVERFLOWING”teki değişimi ve dönüşümüne değinen Taşar’ın müzik kariyerine ve yükselen sesine yakından kulak verelim mi?

Batıkan BAKSI / [email protected]

Geçen ay ‘Söyle Deniz’ single’ınla 24 Mayıs’ta çıkacak yeni albümünün ilk sinyallerini vermiştin, şimdi de ‘Damlaya Damlaya’ geliyor. Bu iki single’dan yola çıkarak merak ediyorum; yeni albümün “OVERFLOWING”de bizi neler bekliyor, senden bir dinleyelim mi?

Söyle Deniz’de kırılgan ve naif bir Deniz’i dinledik, bu duygu durumlarına eşlik eden bir vokal yaklaşımı ve düzenleme duyduk. Gelmekte olan ‘Damlaya Damlaya’da ise bir tezatla karşılaşacağız. Bu kez daha minimal ve sert bir altyapının üzerinde kararlı ve cesur bir ses, rap yapıyor olacak. İkisinin de söz ettiği şeyler benliğin keşfine, hislerin ifadesine dair, bu zaten tüm işlerimde yer alan genel bir tema ama bu single’da özellikle öne çıkıyor olacak. Albümü de değişken duygu durumlarıyla, benzer temaların keşfi, bir sanatçının hayatının güncel bir bölümüne şeffaf bir bakış olarak tarif edebilirim. Müzikal olarak türleri bir spektrumda görürsek, albümün iki ucunu duyarak bu dünyaya giriş yapıyoruz ama gezintimiz lineer ilerlemiyor diyebilirim. Beslendiğim ilham kaynaklarım; yani duyduklarım, izlediklerim, yaşadıklarım her zaman müziklerime sızmanın bir yolunu buldu fakat bu sefer iyice aktılar içine ve beni bambaşka yerlere sürüklediler. “OVERFLOWING”de daha da açıyorum kendimi dinleyiciye ve daha önce gitmediğim yerlere gidiyorum müziğimde. Bizi eklektik, pop, çok yönlü ve çok Deniz bir albüm bekliyor.

‘Damlaya Damlaya’nın müzikal yolculuğun için çok önemli bir yerde olduğunu duydum, hem yeni albümün için yaptığın ilk beste hem de yeni denizlere açılman için bir kapı bu şarkı. Nasıl bir dönemden geçiyordun da böyle farklı şeyler denemek istedin? Müziğinde kırılma yaratma fikri nereden çıktı?

Bu yenilikler çoğunlukla bir kararla başlamıyor. Epey zaman önce yazıp nasıl değerlendireceğimi bilemediğim bir parçaydı bu. Sadece çok sevdiğimi ve beni iyi ifade ettiğini biliyordum. YouTube’da gezinirken denk geldiğim bir altyapının üstüne freestyle yapmamla başlamıştı. Sonrasında oturup bir demo hazırladım. Yaptığım altyapıdan hiç hoşnut değildim ve sözlere odaklanıyordum. İçimden böyle bir tavır çıkması beni de şaşırtmıştı açıkçası ama yazdıkça, derinleştikçe bana yaklaştı. Sözleri de bir yandan genel bir dönüşümü ve keşfi anlatırken, bir yandan da bu “tarz değişikliği”ne gönderme yapıyor zaten. Halbuki bu ne yeni bir şey benim için, ne de bir değişiklik, benim sahnelerimi takip eden dinleyici için uzun zamandır beklenen bir hamle. Ben sahne almaya başladığımdan beri caz standardı da söylediğimde, küçükken pop gruplarıyla çaldığımda da hep rap yapıyordum bir yandan. Daha önce rap yaptığım birçok parça yayınladık ama ilk kez bu kadar iskeleti ve ruhu burada olan bir iş çıkıyor ve bunun için benim bazı algılar, ön yargılar ve korkularla mücadele etmem gerekti. Yani bu kırılma müziğimde değil de benim müziğimi sunuş şeklimde aslında. Belki ben kendimi bir kutuya koymuştum, belki de başkaları beni kategorize etmişti, bilmiyorum, önemli de değil ama doğru zamanı bekliyormuş. Albümde birlikte çalıştığım prodüktörüm Babis ile birbirimizi çok iyi anladık ve sözlerimi, onları yansıtan bir altyapıyla buluşturabildik. Bu denk geliş ve iş birlikleri de hazır olduğunuzda garip tesadüflerle yaşanıyor, o hayal bir yolunu bulup su gibi akıyor. Üretkenliğimin arttığı, çeşitlendiği, yöntemlerimin zenginleştiği, sesimin yükseldiği bir dönemdeyim, bu parça da benim için bu başlangıcı temsil ediyor.

“Üretimde zamansızlığı ve özgünlüğü çok değerli buluyorum…”

Bu albümde de yine sahip olduğun müzikal anlayıştan ve temalardan vazgeçmediğini söylüyorsun. Seni sen yapan bir sound’un var, daha old school bir tavır. Ama buna ek olarak kendi pop müzik tanımını yapmışsın gelecek olan albümünde. Senin pop müzik tanımın ne?

Ben üretimde zamansızlığı ve özgünlüğü çok değerli buluyorum. Tabii ki insanın estetik algısı, heyecan verici buldukları, önemsedikleri, teknolojik gelişmelere dayalı üretim biçimlerine, toplumsal olaylarla şekillenen değerlerimiz ve önceliklerimize, ana akımın bizlere sundukları ya da bazen dayattıklarına bağlı olarak her daim değişim halinde olabiliyor. Özellikle pop dediğimizde, popüler kültürden bahsetsek ve zamansızlıktansa tam da bu zamanın işini üretmekten söz etsek de yalnızca bugünün popüler müziğini düşünmüyorum, şarkıları üretir ve icra ederken gösterilen bir yaklaşım biçimini algılıyorum. Bu albüm de benim bu kuralları izlediğim, yer yer onları yıktığım, zamansızlığı hedeflediğim ama günümüzden de çokça beslendiğim, kendi dinlemek isteyeceğim bir pop albümü. Bugün de yarın da. Bunu tasarlarken pusulam kendime ait, zamanla ilmek ilmek işlenerek oluşturulmuş bir müzikal tavır. Her ne kadar benim için yeni bir yere gitse de sound, duyulduğunda benimle ve temsil ettiklerimle örtüşen, hep kendine ekleyerek genişleyen bir müzik üretiyor olmak benim için çok kıymetli. Bu albümde bunu başardığımı düşünüyor, bunun üzerine de inşa etmeye ve her daim dönüşmeye devam edeceğime inanıyorum.

Caz müziğin içine elektronik, rap, R&B, pop katıyorsun ve bu bence senin müziğini avangart bir müziğe çeviriyor. Hâliyle seni birçok farklı projede de görebiliyoruz çünkü tüm bu tarzlara uyum sağlayabiliyorsun. Bu kadar farklı tarzların içinde yer almak senin müzik yolculuğunu nasıl etkiliyor ya da sen onları nasıl etkiliyorsun?

Bence bunun bendeki en önemli çıktısı oluşan zengin dil ve her üretimde beslendiklerinizin bir izini, bir tadını alabiliyor olmanın getirdiği katmanlı bir deneyim sunabilmek. Bu, aynı zamanda yanınızda her daim taşıdığınız bir araç seti gibi. Yani bir resim yapacaksınız, sadece beyaz bir kağıt ve kurşun kalemle harikalar yaratabilirsiniz. Bu, o alanda ne kadar uzmanlaşabildiğinize ve yaratıcılığınıza bağlı bir konu. Herkes kara kalem sevmez ama sevenleri için kaçınılmaz bir isim haline gelmeniz çok olasıdır. Benim hikayem bu değil. Ben yeri geliyor bir kalem kullanıyorum, yeri geliyor yağlı boya yapıyorum, resmettiğim yer tuval oluyor, duvar oluyor, alıp çamurları üretimi üçüncü bir boyuta taşıyorum, onu fotoğraflayıp bilgisayarda manipüle ediyorum. Burada özgürleştirici olan kısım, size uzatılan malzeme her ne olursa olsun ona karşı bir merak duymak ve onu elinize alıp bir keşfe çıkmaya cesaret gösterebilmek. İzleyici tarafından hem heyecan verici hem de belki takip etmesi daha zor bir süreç çıkıyor ortaya ama eğer diyebiliyorlarsa ki “evet, bunlar hep aynı sanatçının elinden çıkmış”, işte bence o zaman siz de başka bir alanda uzmanlaşmış oluyorsunuz; siz olmakta. Biri birinden daha değerli ya da makbul değil, farklı var oluş ve üretiş biçimleri sadece. Ben tek bir yerin, tek bir alanın, tek bir türün insanı olmadım hiç, olmayı da düşünmüyorum ama isterim ki ben neredeysem orası benim olsun ve orada evimde hissedeyim. Bunu da başarabilmek için insanın kendisine hep sadık kalması gerekiyor.

Farklı müziklerin arasında gidip gelirken “Deniz Taşar’ın üretkenliğinin yakıtı nedir” diye sorsam ilk aklına gelecek tetikleyici ne olur?

Hayata karşı duyduğum heyecan ve kendimi ifade etmeyi değerli buluşum galiba. Başkalarını ilgilendireceğini düşündüğümden de değil ama kendimi tanıma, hislerimi, düşüncelerimi aktarma, bunu yapabilmenin yeni yollarını keşfetme gibi dürtüler çok güçlü bende, hep öyleydi, çocukken de. Bu güdüye benim eklediğim en önemli şey zaman ve çaba. Üretme halinde olmak insana yaşadığını hissettiriyor ve hayatını anlamlı kılıyor. Bu vesileyle yeni ve sıradanlığın dışında deneyimler yaşayarak dünyanızı zenginleştiriyorsunuz, bunların hepsi bana yaşam enerjisi katıyor ve daha çok çalışmak, yaratmak için zaten bir motivasyon oluyor. Hayatı, hayatı güzel yaşamak için yaşıyorum, en zevk aldığım şeyi yapıyorum ve onu iyi yapmak için hep bir mücadele halindeyim.

“Müzik, tüm kimlikleri deneyimleyebildiğim bir oyun alanı…”

Multidisipliner bir sanatçı olmak, beraberinde çok yönlü düşünmeyi de getiriyor. Mesela albüm kapaklarında da senin dokunuşunu görüyoruz. ‘Damlaya Damlaya’nın kapağını sen tasarlamışsın. Üretimlerinde kontrolü elinde tutmayı sevdiğini söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle söyleyebiliriz ama buna birkaç şey de eklememiz gerekir. Yapmak istediğim çok şey var fakat zaman denen şey kısıtlı ve açıkçası zaman yönetimini de hiç iyi yapabilen biri değilim. (Giderek daha iyi oluyorum.) Dolayısıyla bu dünyaları kesiştirmek ve bu istekleri bir alanda toplamak benim bu hayallere getirdiğim çözümüm oldu. Ben müziğim sayesinde yeri geliyor bir oyuncu, bir yönetmen olabiliyorum, bir ressam, bir tasarımcı, bir yazar, hatta bir şirket sahibi olabiliyorum. Müzik haricinde üretimlerim olsa da müzik tüm bu kimlikleri deneyimleyebildiğim bir oyun alanı benim için ve ben oyunun kurallarını belirlemeyi de çok seviyorum. Bir şarkıyı yazarken bir dünya inşa ediyorsunuz aslında. O dünyanın nasıl bir yer olduğunu, nasıl gözüktüğünü, içinde başka neler barındırdığını düşünmekten zevk alıyorum. Bununla beraber ortak çalışmayı, bir takım olmayı da bir o kadar seven bir insanım ve çoğu zaman bu üretimler bir ekiple ortaya çıkıyor. Ben ne kadar net bir vizyonla yola çıksam da dünyamda yer açtığım diğer yaratıcıların da söz sahibi olmasını çok önemsiyorum. Bu dengeyi kurmanın püf noktası da gerçekten fikirlerine ve deneyimine saygı duyduğunuz insanlarla çalışmaktan geçiyor. Eğer kapıyı size açtıysam ve siz benim hayal ettiğim dünyayı anlayıp ona ortak olmak istemişseniz artık o bizim dünyamızdır ve orada kontrol değil paylaşım olur.

Farklı disiplinlerle uğraşmandan bahsetmişken “TaşarArt” projene de değinmek isterim. Görsel sanatlarla aran çok iyi, aynı zamanda yönetmenlik deneyimin de var. Bir teraziye koyacak olsan müzik mi sana daha özgür hissettiriyor yoksa görsel sanatlar mı?

İkisinde de daha gideceğim çok yol var. Deneyim ve yetkinlikle artıyor bence özgürlük çünkü hayallerinizi uygulamaya dökebildiğiniz ölçüde gerçekleştirebiliyorsunuz. Bunun için hem kaynaklarınız hem de bilgi birikiminiz artmalı. Ben her alanda üretirken ruhen kendimi çok özgür hissediyorum ve her işimle de gurur duyuyorum ama yapabileceklerimin çok küçük bir kısmını yapabildiğimi düşünüyorum hala, dolayısıyla her bir sonraki projemde yeni öğrendiklerimle daha da içime sinen bir iş yapmanın peşindeyim. Galiba bu da üretkenliğin sırlarından biri, gelişmeye duyulan heves. Ve içimden bir ses bu “tam olmama” hissinin hiç geçmeyeceği yönünde, en olumlu anlamıyla. Hayallerimi ufaltıp tatmin olmaktansa hep bu arayışla daha güzeli için çabalamayı ve o anki şartlarla en iyi işi çıkarmayı bir macera gibi görüyor, bundan besleniyorum. Özgürlük, ürettiğim alana değil de oradaki hayal gücünü gerçekliğe ne kadar yansıtabildiğime bağlı. Mutlaka bir şey söylemem gerekirse, hayatımın şu döneminde bunu en çok sahnede ekibimle doğaçlarken hissediyorum sanırım.

Sektörde kadın bir müzisyen olarak yer alıyorsun. Üretim yaptığın tarzlar (özellikle rap ve hip-hop) eskiden olduğu gibi daha çok erkek egemen bir endüstrinin elinde. Ama sen bir kadın olarak kendine has tarzınla “ben de varım” diyorsun ve başarıyorsun. Bu mücadele müziğine nasıl yansıyor?

Bir sanatçı olarak var olmak, görünür olmak, güncel kalmak zaten kendi içinde oldukça mücadele gerektiren bir durum. Buna bir de kadın sanatçı olma faktörü girdiğinde oyunu zor seviyede oynuyor gibi oluyorsunuz. Her ortamın buna getirdiği başka zorluklar oluyor, örneğin bir kadın caz müzisyeniyseniz bestelerinizin size ait olmasına şaşırabiliyorlar veya birçok arkadaşım yaşadığı için biliyorum, kadınların kendi düzenleme ve prodüksiyonları yaptıklarına, onlar bunu bağırmadıkça inanmayanlar olabiliyor. Ne yazık ki hayır demek, tepki göstermek, duygusal bir şey yaşamak gibi en doğal eylemler bile bir kadın tarafından geldiğinde bir kesim insanlarca “aşırı hassaslık”, “sevimsizlik”, “tedirginlik” olarak algılanabiliyor. Sizi çekindiğiniz, korktuğunuz, “yanlış anladığınız” için hayır diyor sanabiliyor ya da sanmak istiyorlar. Bu dönemde hâlâ bunların konuşulması bile çok acıklı. Açıkçası bu tip önyargı ve kategorizasyonlara ayıracak vaktim yok, ne mutlu bana ki çevremde böyle insan da pek yok. Müzisyen dostlarım ve dinleyicimle şeffaf, saygılı ve ilham verici bir ilişkim var. Rap camiasında henüz çok iyi bilindiğimi pek sanmıyorum, beni caz müzisyenleri ve dinleyicisi daha yakından tanıyor, belki yeni yeni duyanlar olacaktır ama şimdiye kadarki kişisel tecrübelerim hep iyi yönde oldu. Bu müzik türünü seven ve hiç beklemediği bir yerde benimle karşılaşan dinleyicilerle tanışmalarımızsa yaşamaktan hiç sıkılmadığım bir heyecan ve coşku içeriyor. Ve bence her alanda işini iyi yapan insanlar birbirlerini kalabalıkta fark ediyorlar. Denk geldiğim birçok rap sanatçısı, sonrasında bana birlikte üretme teklifiyle geldi ve bu benim için en güzel iltifat. Dilerim yakın gelecekte etiketlerden iyice arınır, üretime, sanatçıların temsil ettikleri değerlere ve işin özüne, yani iyi müziğe odaklanabiliriz.

“Çocuksu heves ve sahne aşkı olmadan bu iş aynı tadı vermez…”

Profesyonel olarak 11 yıldır caz sahnesindesin. Sahneye ilk çıktığın günkü Deniz ile şimdi karşılaşsan, aradan geçen zamandaki değişiklikleri nasıl görürdün? Sence o zamandan bu zamana hem senin hayatında hem de Türkiye’nin caz sahnesinde neler değişti?

Deniz’in sahne heyecanı hiç azalmadı, onu söyleyerek başlayabilirim. Hâlâ her konser öncesi o tüm bedeni ele geçiren heyecanı yaşıyorum, hâlâ söylemekten bıkmadığım parçalar var ve ilk kez 15 yaşındayken hissettiğim o “sahne benim evim” hissi değişmeden sadece aidiyet hissi kuvvetlenmiş bir şekilde devam ediyor. Zaten bu çocuksu heves ve sahne aşkı olmadan bu iş aynı tadı vermez bence. Değişenler ise sahnedeki kontrol, rahatlık, kendine güven, yaratıcılık ve özgünlük. O günlerde sahneye çıktığımda önceliğim iyi şarkı söylemekti, şimdilerde ve uzun zamandır ise kendimi ana bırakmak. Caza dair söyleyebileceğim en önemli şey de bu olabilir hayatım için. Caz müzikle haşır neşir olmak, iyi müzisyenlerle çalmak ve doğaçlamak bana yıllar içinde büyük bir özgürlük, özgünlük ve özgüven kattı. Benim için performans esnasında şarkıcılığımdan daha önemli şeyler var, sahneyi paylaştığım müzisyenlerle birlikte hareket etmek, o anda da yaratmaya devam etmek, dinleyiciye istediğim hissiyatı geçirebilmek ve yaşadığım bu muazzam anın tadını çıkarmak. Bunları gönül rahatlığıyla yapabilmek için sese ve yoruma dair konuları sahne dışında halletmiş ve hazır hissediyor olmak gerekiyor tabii, bu da disiplin, istikrar ve deneyimle sağlamlaşıyor. Benim için kendi şarkılarımı söylemek çok önemliydi mesela hep. Cazla geçen bu 11 yılın sonunda sahnede mutlaka bana ait bir parça söyledim. İlk seferi çok iyi hatırlıyorum. 2014 yılı, İstanbul Caz Festivali, Salon İKSV konserimizdi. Repertuvarımda bestelerimin yorumları geçtiği günü belki artık hatırlayamıyorum ama o gün hissettiğim gurur ve mutluluk dün gibi aklımda. Bende üretim yöntemlerime ve sahne duruşuma dair çok şey değişti bu yıllar içinde, daha da çok değişecek eminim. Türkiye’de caz için de şunları söyleyebilirim. Artan, değişen ve çeşitlenen bir dinleyici kitlesi var, buna çok seviniyorum ve cazın – en azından lafının – çok popüler olduğu bir dönemdeyiz. Artan festivalleri görmek çok umut verici, halihazırda piyasada çalan ve yetişmekte olan muazzam müzisyenlerimiz ve çok özgün işler üreten sanatçılarımız var fakat hâlâ çok kısır bir piyasa ve bence gördüğü destek, bulduğu karşılık anlamında hak ettiğini bulamıyor. Dilerim kulüp kültürü gelişir ve iyice yayılır, farklı boyutlarda canlı konser mekanları çoğalır, güç sahibi ve bir şeyleri değiştirebilecek mekan ve organizasyonların bilet satışı odaklı bakış açısı kendini özgün müziği desteklemeye bırakır. Daha samimi ve kalitenin, istikrarın, özgünlüğün ödüllendirildiği bir müzik piyasası oluşur umarım hepimiz için. Ve dinleyiciye şunu diyebilirim: Sevdiğiniz yerli müzisyenleri lütfen daha görünür şekilde destekleyin, gidebiliyorsanız konserlere mutlaka gidin, bilmediğiniz ekiplere, müziklere şans verin, kulak kabartın, keşfetmeyi hiç bırakmayın.

Konuşmamız biterken konserlere de biraz değinelim… Single’ları ve haliyle albümü canlı dinleyeceğimiz en yakın konser ne zaman ve nerede olacak?

Bunu paylaşmaktan gurur duyuyorum, albümün ilk konseri 30 Mayıs Perşembe akşamı çocukluktan beri hayalini kurduğum Babylon sahnesinde olacak. Albüm hazırlıkları sebebiyle Şubat ayından beri kendi projemle sahne almıyorum ve nasıl bir özlem, heyecan ve tutkuyla karşınıza çıkacağımı tarif bile edemem! Harika ekibimle sizin için inanılmaz bir konser hazırlıyoruz, o gün tüm müzikseverleri Babylon’a bekliyoruz.

dergy.com okurlarına ve dinleyicilerine mesajını da duymak isterim 🙂

Bu röportajı sonuna kadar okuduysanız tam da ulaşmak istediğim kişisiniz. Müziğe, sanata, dinleyicisi olduğunuz sanatçının iç dünyasına duyduğunuz merak, gösterdiğiniz saygı ve ilgiden dolayı size teşekkür ederim. Sizler sayesinde üretmeye devam ediyor, motivasyonumuzu hiç yitirmiyoruz. ‘Damlaya Damlaya’yı ve devamında gelecek albümü nasıl bulacaksınız çok merak ediyor, hepsini sizlerle paylaşmayı iple çekiyorum. İlk konserde buluşmak, kavuşmak, tanışmak ümidiyle, sevgiler.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR