Son zamanların en dikkat çekici müzisyenlerinden Dilhan Şeşen ile ilk albümü “Kumdan İnşa Putlarla”nın yayınlanmasını bahane ederek albüm üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.
Kaan DENK / [email protected]
“Kumdan İnşa Putlarla” yayında! İlk albüm heyecanı nasıl bir şeymiş diye sorarak başlayalım.
Bir arkadaşımın çocuğuna can vermesine az kaldığı bir vakitte yaşadığı yarı heyecanlı ve yarı sakin bir kabulleniş haline benziyor.
Yıllardır daha ilk albümün çıkmadan bir çok şarkını müzikseverlerin diline dolamaya başardın. Dolayısıyla “Kumdan İnşa Putlarla” aslında bir süredir birçok dinleyicinin merakla beklediği bir albümdü. Peki albümde hayranlarını neler bekliyor?
Okyanus canlılığı. Yer yer dalgalı, yer yer çarşaf gibi durgun bir yolculuk. Parça sonlarında saçılan, büyüyen enstrüman kullanımları. Bir nevi çocuk çığlığı 🙂 Okyanus yolculuğu… Bu “saçılmalar” tahmin ediyorum ki yosun sevmeyen bir insan için boğucu ve yorucu olacaktır. Biz ekipçe yosunların bacaklarımızı ve karnımızı gıdıklamasından hoşnut olan insanlarız ve söz veriyoruz sizleri çıkardığımız bu yolculuktan her birinizi teker teker yuvalarınıza bizzat biz bırakacağız.
Henüz albüm çıkmadan yoğun ilgi gören “Onca Şeye Koş” ve “Ay Kuşlar” teklilerinde de taze hissettiren bir elektro pop havası ve ilgi çekici düzenlemeler hemen fark ediliyordu. “Kumdan İnşa Putlarla”nın sound’unu tasarlarken neleri öne çıkarmayı planladın?
Albüme çalışmaya başlamadan kendime not düştüğüm temalar vardı. Bunların iyi yol göstericiler olduğunu düşünüyorum: Tekinsizlik hissi, iki kat arasında kalmış bi asansör, okyanus, “Afrika’da bir zenci vuruldu ve bu aşktan oldu”, mor kadife bir doku vb… Bu albümde canlılık hissini koruma isteğimiz bizim için bir meseleydi. Büyük ve açık davullar, bu canlılığa destek görevi gören gitarlar, avangart sayılabilecek elektronik öğeler ve dalgaya yine destek soyut anlatımlı, dolambaçlı vokaller.
Sinema televizyon eğitimi aldığını ve yanı zamanda çizimlerin için de kullandığın “lilacnoia” mahlasıyla kendi müzik videolarını da tasarlayıp çektiğini biliyoruz. Video yönetmenliğini takma isim kullanarak yapma fikri nereden gelmişti ve yönetmenlik kariyerine bu şekilde devam etmeyi düşünüyor musun?
Zamanında annem adımı Lila koymak istemiş. Fotoğraf ve kısa videolar çekiyor olmamı ek bir kariyer olarak görmüyorum. Başıboş geziyor, bir şeyler topluyor ve onları biriktiriyorum sadece.
Videolarını tasarlarken nelere dikkat ediyorsun? Kendi şarkılarının ruhunu görsel dünyaya aktarma konusunda çalışma sürecin nasıl ilerliyor?
Kendi kendime çektiğim videoların ekip işine kıyasla çok bir çalışma sürecinden geçtiğini söyleyemem. Müzik dinler, yazı yazar, oluşturmak istediğim (imkanlar dahilinde oluşturabileceğim) görsel dünyaya ve onun anlatımına karar verir ve direkt çekerim. Genelde siyah beyaz fotoğraf çekmekten keyif alıyorum. Donuk ve dramatik anlatımlar hoşuma gidiyor. İnsanları heykelleştirmek gibi.
Peki görsel sanatlardan konuşmaya devam edecek olursak dijital çizimlerin ve fotoğrafla olan ilginden de bahsedelim. Müziğin yanında hayatında nasıl bir yeri var?
Sözlü ve müzikal anlatımın yanı sıra resim çizmenin ve fotoğraf çekmenin sessizliği hoşuma gidiyor. Söyleyecek söz biriktirmem için, ifade etme ihtiyacı duyduğum duygu ve düşüncemin derinine girmem için destekleyici olduğunu düşünüyorum. Söz söylememenin, onun sorumluluğunun altına girmemenin verdiği boşluk hissi de muazzam. Giderek ufalan bir sağaltım alanı benim çok işime yarıyor.
Son olarak hayranlarını ilk albümden sonra nelerin beklediğinden bahsedelim isteriz. İkinci albüm için çok bekleyecek miyiz? Ufukta neler var?
4 Mayıs’ta albüm lansmanı ile yolculuğumuz başlıyor. Yazın festivallerimiz var. İkinci mi albüm? 🙂