Çok sevdiğiniz ve hiç bitmesin istediğiniz maceraların devamını hakkıyla getiren, kimisi ilkinin şanını bile aşmış, sinema tarihinde gördüğümüz en iyi 9 devam filmi!
Çoğunluğunun var olma sebebi, öncüllerinin elde ettiği başarı olan devam filmleri büyük oranda ilk filmlerin sahip olduğu tadı kaçırmalarıyla ve aynı heyecanı yaratamamalarıyla meşhurlardır. Tüm sinema tarihine baktığımızda ağır basan bu orana rağmen tabii ki arada herbiri birer klasiğe dönüşmüş istisnalar da mevcut. İlk filmin aldığı ticari başarıdan sonra yola çıkılan devam filmlerinin yanında, daha en baştan seri olarak tasarlanan projelerin bu konuda özellikle öne çıktığını da söyleyelim. En baştan bir üçleme (ya da seri) olarak başlanılan yapımların birlikte yazıldığı ve önceden planlandığı düşünülürse bunda çok da şaşılacak bir durum yok tabii ki.
Bahsini ettiğimiz gibi ilk filmin yarattığı ilgiden beslenmiş (hatta doğmuş) olmalarına rağmen bir yandan da aynı ilginin altından kalkabilmek gibi bir misyonla boğuşan devam filmlerini düşündüğümüzde akıllara çok özel örnekler gelebiliyor. Biz de bu doğrultuda kişisel beğenileri ya da fikir ayrılıklarını bir kenara ayırarak, bugüne kadar çoğunluk tarafından başarısında hemfikir olunmuş en iyi 9 devam filmini sizler için derledik.
“Mad Max: Fury Road”
Günümüzde aktif olarak üretmeye devam eden sinema efsanelerinden Avustralyalı yönetmen George Miller’ın kariyerinin başladığı nokta “Mad Max” serisiydi. Başrolünde Mel Gibson’ı izlediğimiz ve tam olarak 1980’li yıllarda büyük sinema salonlarının göstermek istediği her şeyi içinde barındıran üç film kısa sürede fenomene dönüşmüştü. Ancak Miller üçlemeye nokta koyduktan tam 30 yıl sonra yepyeni ve tam da bugüne ait yeni bir “Mad Max” filmiyle herkesi şaşırtmıştı. Önceki üç filmdeki, döneminin modasına oldukça uygun maço kahramanı ismiyle birlikte yeni filmde tutup adeta odak dışında bırakarak Charlize Theron’un canlandırdığı yeni karakter Furiosa’nın hikayesine çevirmişti. Film, öncülü olan klasikleşmiş üç filme taş çıkaran aksiyon ritminin yanı sıra oldukça da sağlam bir metne sahipti. Bakalım önümüzdeki sene izleyebileceğimiz bir diğer devam filmi “Furiosa” daha da iyi olacak mı?
“The Godfather: Part II”
Sinemayla ilgili bir sohbette dünyanın neresinde olursanız olun bu konu konuşulurken akıllara gelecek ilk örnek muhtemelen “The Godfather: Part II” olur. Francis Ford Coppola’nın devrim niteliğindeki klasiği sinema sanatıyla ilgili o güne kadar bilinen birçok şeyi değiştirmişti. Uyarlandığı aynı adlı romanın yazarı Mario Puzzo ile Coppola’nın beraber kaleme aldığı senaryo ilk filmde nail olduğumuz hikayenin bir yandan devamını getiriyor bir yandan da öncesini dolduruyordu. Her ne kadar yıllar sonra gelen üçüncü film için birçok hayran aynı şeyleri de düşünmese de ikinci film, bırakın serinin favorisi olmayı, tüm sinema tarihinin en iyileri arasına adını yazdırmıştı.
“Aliens”
Sinema perdesinin gördüğü en meşhur ve en etkileyici anaakım bilim-kurgu filmlerinden biri olan “Alien” için bir devam filmi çekilmesi muhtemelen hiçbir zaman kimseyi şaşırtmamıştır. Ancak ilk filmin yönetmeni Ridley Scott’ın, kendisini ünlü eden filmin devamında göreve çağırılmamış olması oldukça enteresan. İlk filmin 7 yıl ertesinde seyirciyle buluşan ikinci film “Aliens”, Scott yerine o dönem “The Terminator” ile kendini ispatlayan genç yönetmen James Cameron’a emanet edilmişti. Muhtemelen kariyerinin başında ve başarıya aç bir yönetmenin kabul edebileceği en zor görevlerden biri olsa da Cameron ilk filmin bıraktığı mirası genişletip kült film gerçek bir sagaya dönüştüren mucizevi devam filmini çekebilmişti.
“Terminator 2: Judgment Day”
James Cameron’ın iyi yaptığı işleri sayarken listenin başlarına büyük proje devamlılığını sağlamadaki becerilerini eklemeliyiz sanıyoruz. Kendisini meşhur eden “The Terminator”ın hikayesini devam ettirme kararı almasında “Aliens”daki başarısının da etkisi vardır belki. Ancak belki de bu yazıda adını geçireceğimiz filmlerde görmenin zor olduğu büyük bir riske sahipti “Terminator 2: Judgment Day”. İlk filmde Arnold Schwarzenegger’in canlandırdığı (kelimenin tam anlamıyla) bir ölüm makinası olan kahramanının fabrika ayarlarına güncelleme atıyordu adeta. Halihazırda tanınmış ve çok sevilmiş bir kahramanın bambaşka bir ruhla ve motivasyonla görmek çok ters tepebilecekken ortaya “Judgment Day” gibi bir klasik çıkmıştı.
“The Lord of the Rings: The Two Towers”
Bugün hala serinin hayranları tarafından çok tartışılsa ve her tartışmada üçlemenin bir diğer filmi öne çıksa da çoğunlukla burun farkıyla daha iyi olduğu kabul edilen “The Two Towers” olur. Herkesin kendi favorisi ayrı olsa da orijinal “The Lord of the Rings” üçlemesinde destanın yola koyulduğu ve adım adım büyüdüğü ikinci film en kritik halka olma özelliğine sahip. İlk filmin seyirciye sunduğu büyüleyici dünyayı alıp farklı yönleriyle genişleterek üçüncü filmdeki büyük finale doğru yükselten; diğer bir deyişle serideki asıl işi yapan film “The Two Towers” sinemada gördüğümüz en iyi devam filmlerinden biri.
“Dawn of the Dead”
Zombi filmlerinin en büyük klasiklerini tek elden çıkarmış George A. Romero’nun başyapıtı “Dawn of the Dead”i muhtemelen sadece kendi serisinin değil, türünün en iyi filmi olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır. Yönetmenin klasik filmi “Night of the Living Dead”den herhangi bir hikaye bağı ya da karakter içermeyen devam filmi, tematik üçleme içinde bir zombi istilasının toplum üzerindeki etkilerine odaklanıyordu. Çekildiği dönemin ruhuna ve politik damarına uygun bir kapitalizm eleştirisi sunan “Dawn of the Dead” sinemada gördüğümüz en büyük devam filmlerinden biri olarak tarihe geçmişti.
“The Dark Knight”
Birçok sinemasever için en iyi Batman filmi, hatta sinema perdesinde gördüğümüz en iyi süper kahraman filmi olan “The Dark Knight”ın bu listede olmaması düşünülemezdi. Christopher Nolan’ın çektiği üçlemenin en kritik perdesine tekabül eden film hem yaratılan yeni Gotham dünyasının ruhunu hem de kahramanı Batman’e getirdiği derin yorumu en etkileyici şekilde yansıtıyordu. Heath Ledger’ın sinema tarihine bıraktığı Joker portresinin yıldızı olduğu film sadece içinde yer aldığı üçlemenin değil, evrenin hikayesini anlatan büyük serinin de en iyi filmlerinden biri.
“Before Sunset”
Richard Linklater’ın bugün klasik haline gelmiş “Before..” serisi biraz yolda şekillenen bir projeydi. Linklater’ın “Before Sunrise”ın başrol oyuncuları Julie Delpy ve Ethan Hawke ile birlikte oturup, birbirlerine buluşma sözü vererek ayrılan çiftin hikayesinin devamını hayal etmesiyle ortaya çıkan “Before Sunset” yalnızca yıllar sonra gelen basit bir nostalji filmi değildi. Hatta birçok yönüyle ilk filmin saflığını sıyırıp daha olgun bir metin sunmayı, hatta seyirciyi daha çok heyecanlandırmayı bir şekilde başarabilmişti. Ama belki de en büyük artısı, çok sevdiğimiz ilk filmdeki küçük hikayeyi resmen bir seriye dönüştüren film olmasıydı.
“Star Wars: The Empire Strikes Back”
Tabii ki “Star Wars: The Empire Strikes Back”… Popüler sinema tarihinin en meşhur film serisinin en ikonik halkası. Seriye hakim olmayan herhangi bir seyircinin bile Star Wars evreniyle ilgili bildiği çoğu şeyi barındıran bir film. En ikonik kahramanlar, en unutulmaz sahneler ve nerede görülse tanınan repliklerin yer aldığı “The Empire Strikes Back” sadece iyi bir devam filmi olmaktan çok daha fazlasıydı.