İnceleme

Eno: Her seferinde farklı bir Brian Eno belgeseli

Yönetmenliğini Gary Hustwit’in üstlendiği “Eno” belgeseli, yaratıcı teknoloji uzmanı Brendan Dawes’in katkılarıyla seyirciye -bir daha asla tekrarlanamayacak- biricik bir seyir deneyimi sunuyor. Yönetmenin “İnkar edilemez bir şekilde, Eno modern müziğin yapılma biçimini değiştirdi.” cümlesi, hemen ardından -elbette- ikilinin bu yenilikçi projesinin sinemanın yapısı için çığır açma potansiyelini akıllara getiriyor.
Aysu Uzer - 21 Nisan 2025
post image

Gary Hustwit ve yaratıcı teknoloji alanında uzman olan Brendan Dawes, özel bir yazılım tasarladı. Hustwit’in Brian Eno ile gerçekleştirdiği söyleşiler ile daha önce yayımlanmamış yüzlerce saatlik video kaydı ve müziklerden oluşan bir arşivden yararlandığı ve kurgusunu yeni üretilmiş yazılıma bıraktığı film, bildiğimiz anlamda film üretim sürecine bir çığır açıyor. Bu yazılım, filmi yeniden üretmeye olanak tanıyacak şekilde sahneleri seçip, sıraya dizip aslında her seyir deneyimi için yepyeni bir film üretiyor. Sonsuz varyasyona açık filmin, çağımız sineması için çığır açacak bir teknoloji ve sonsuz ihtimaller üretmesi ile oldukça ilgi çekici. Her görsel ve müzik eşleşmesiyle şiirsel bir anlatım kurmayı amaçlayan “Eno”, sadece canlı deneyimlenebiliyor. Seyretme şansı olanlara kaçırmamasını, olmayanlara ise benim özetlediğim detaylarla filme uzaktan da olsa bir selam vermesini öneriyorum. Çağımız dehası Eno’nun bu belgesel ile hem tasarım hem de sanat ile ilgilenen herkese çok şey katacağı kuşkusuz.

Brian Eno’nun gençlik dönemlerine tanıklık ederek başlayan filmde kısacık beyaz saçları, ütülü gömlek ve pantolonları arasında parıldayan mavi gözlerinden çok başka bir Eno ile karşılanıyoruz. Kendisi, Bowie’nin tarzını hatırlatacak kostümleri, siyah ojeli tırnakları ve dağınık uzun saçlarıyla süslenen ilk dönemlerini “başarısız bir glam rockçı” olarak tanımlıyor. Ancak, asla sadece bunu yapmak istememiş ki (!)… Hatta insanların sadece “bu” olmak istediğini düşündüğü dönemleri hatırladığında kahkahalarına engel olamıyor. Film bu yanıyla, yalnızca bir sanatçının üretim sürecini değil, yaşam yolculuğu boyunca geçirdiği metamorfozları da çırılçıplak gösteriyor. Zaten önemli olan da bu, öyle değil mi?

Obsesif bir arşivci

Sanat okulunda resim eğitimi aldığı sırada okuldaki teyple karşılaşan ve onunla obsesif bir ilişki kuran Eno, “sadece benim olmasını isterdim.” diyor. Bu dönemde de ardından gelecek süreçlerde de müzikten önce sesi ele alıyor. Duyduğu sesler, farklı materyallerden gelen sesler, tanınmayan ve bilinmeyen enstrümanlarla ürettiği sesler gittikçe daha da büyük bir sorunsalın parçaları olarak zihnine yerleşiyor. Öyle ki, devasa bir kaset arşivi var. Bu kaset arşivinin tamamı, müzik yazmayı bilmediği için duyduğu melodileri ve sesleri kayıt altına almak için kullandığı bir not defteri gibi. Neredeyse yarım asırlık not defteri yığınları dersek daha doğru… Filmde ekip, içlerinden birkaçını seçip dinlemesini istiyor, ilki günlük hayatın cızırtılı bir kaydı, ikincisinde ise Eno saniyeler içinde irkiliyor: “Bu U2!”

Screenshot

Ait olmak istediğin bir mekan sesi

Gürültülü rock müzik, teyp cızırtıları ve elektrikli cayır cayır gitar soloları arasından sıyrıldığı dönemde ise mekanların sesleri üzerine kafa yormaya başlamış. Bunu “İçinde olmak isteyeceğim bir yer ve içinde olmak isteyeceğim yerin müziğini düşünmek” olarak ifade eden Eno, ilk olarak havaalanları hakkında sorgulamalara başlamış. Kısa süre içinde insanların havaalanlarında yaşadığı gerginliğin temeli olan “ölüm korkusu”na farklı bir yerden yaklaşmak istemiş. Ölüm korkusunu gürültülü müzikler eşliğinde bastırmak yerine, aslında kendimizin bu dünyada öyle çok da büyük bir anlamı olmadığını hissetmenin ölüm korkusunu bertaraf edebileceğine kadar vermiş. İnsanın kendi varlığına yüklediği anlamla ilgili sorular oluşturmak, kendi varlığına atfettiği anlamı ve değeri indirgemek ve böylece ölüm korkusunun etkisini azaltıp havaalanlarını kendisine daha uygun bir müziğe kavuşturma motivasyonuyla da ortaya Ambient: Music for Airports’lar çıkmış. İşte filmin seyircilerine vaat ettiği serüven, bu örnekten de görüleceği gibi -akıl almaz derecede- dahiyane! Eno, Glam rock dönemi ve müzikte kuralları yıkma manifestosunun ardından, belki de ergenliğin o ateşli ruh halinde doygunluğa ulaşınca ise, doğaya kulak veriyor.

Daha dingin bir Eno

Sürekli bahçesinde vakit geçiren, toprağı ve bitkileri inceleyen, parkta banklarda oturup sesleri dinleyen Eno, -bana göre biraz meditatif bir süreçle- “ses”in doğal oluşumu ile üretim ve tasarlanma sürecini düşünüyor. Ardından bu düşüncelerin peşine takılıyor ve sonsuzluğa ulaşıyor. Filmin dokunduğu en önemli nokta da Eno’nun üretim sürecinin bir sistemi olmaması, açıklanamaması ancak o stüdyodayken üretilen işlerin bir şekilde entelektüel bir derinlik kazanması. Dolayısıyla bu meditasyonlar biraz da yürüyüşleri sürecinde düşünce sistemi inşa eden filozoflar ve yürüyüş yapmadan yazamayan yazarların üretim sürecine benziyor.

Eno’nun stüdyoda nasıl çalıştığı sorusunu bu bağlamda David Bowie cevaplıyor: “Açıkçası bunu itiraf etmek benim için güç. Eno’nun bir enstrüman çaldığını pek görmüyoruz, aslında stüdyoda tam olarak ne yaptığını söyleyemem. Ancak provalar sırasında o buradaysa, üretilen işlerin bambaşka bir düşünsel derinliği oluyor.”

Film, üretim ve tasarlama süreci hakkında kafa yoran herkes için Eno’nun aydınlatıcı düşüncelerinin bir silsilesi olarak akıp gidiyor diyebilirim. Aslında filmin temel noktası belki bu sürece dahil olan herkesin yaşadığı bir “sıkıntı” diyebiliriz. Eno, “Sanatçıysanız eğer, üretiyorsanız, her gün yeniden ‘Acaba bugün ne yapsam?’ düşüncesiyle güne başlıyorsunuz. Dürüst olmak gerekirse, bu günlerin çoğu da hiçbir şey üretmeden geçip gidiyor.” diyor. Belki de bizim “yazar tıkanıklığı” gibi tanıdığımız kalıplara işaret ettiği süreçlerin üstesinden nasıl geldiğini seyretmek sadece üreten sanatçılar için değil aynı zamanda üretim süreci hakkında entelektüel bir çalışma ve sorgulama içerisinde olanlar için de oldukça kıymetli. Sanatın ve tasarımının ucunda kıyısında dolaşan herkesin filmi görmesini bu nedenle itinayla tavsiye ediyorum. Ancak fırsatı olmayanlar için Eno’nun filmde bahsedilen üretim süreçlerinden minik notlar eklemek isterim.

Küçük bir oyun

Filmin, sanat üreten ve tasarlayan herkese ışık tutacağı küçük sürprizleri olduğu bir gerçek. Çağdaşımız olan bir deha olarak tanımlayabileceğimiz Eno’nun üretim stratejilerine filmin verdiği en önemli örnek ise “eğik stratejiler” ismini verdiği oyun destesi.

Eno, üretim sürecinin sekteye uğramasıyla sonuçlanan bir tekdüzeleşmiş üretim süreci döneminden bahsediyor. Bu dönem öyle bir hal almış ki, ürettikleri birbirini tekrar eden ve artık ona keyif vermeyen bir hale gelmiş. Gençlik döneminde yaşadığı bu can sıkıcı dönem için de -bana göre deli&dahi- bir oyun tasarlamış.

Eno, kendisine yaratıcılık için alan açacağını düşündüğü notları biriktirerek bir deste oluşturmuş. Bu küçük fal kağıtlarına benzeyen deste, sanatçı için belli komut ve yönergelerden oluşuyor. Aklımda kalan örnekler ise -çok çarpıcı-, “şimdi en önemli kısmını silip yeniden tasarlamaya başla”, “şimdi yaptığın her şeyi bırak ve tam tersini yapmaya devam et”… Cesaret gerektiren komutların olduğu desteden -büyük bir risk alarak- seçtiği komuta göre müziğini tasarlamaya devam etmiş. Kendi kendisine meydan okumasıyla üretim sürecini sürekli bir meydan okumaya çeviren bu oyunun bence en önemli özelliği tesadüflere de alan tanıması. Aynı, üretim yöntemine yol gösterecek kartların seçiminin tesadüfler eseri olması gibi, kurgusu yapay zeka sayesinde her gösterimde değişen filmin izleyiciye yaşatacağı deneyimler de farklı farklı ve tesadüf eseri.

Bowie ile stüdyoya girdikleri dönemlerde bu “eğik stratejiler” destesinden birer kart seçer, seçtikleri kartlara birbirlerinden gizleyerek stüdyo çalışmalarını sürdürürlermiş. -Diğerinin kartında yazanı tahmin etme çabası da işe ayrı bir heyecan katıyormuş.-

Bir seremoniyle güne başlamak

Eno, güne başlama seremonisini yaşamı boyunca uyanıp kahvaltı hazırlamak, kahvaltı eşliğinde maillerine cevap vermek şeklinde bir rutinle geçirmiş. Ancak artık bunu sorguluyormuş. İnsanın üretim sürecini, bedenine giriş ve çıkış (input-output) olarak adlandırdığı iki aşamayla incelemiş. Bir güne input ile başladığında yani kahvaltı, maillerin cevaplanması vb ile başladığında, öğlene kadar zamanını bu şekilde geçirdiği için “üretim” aşamasına geçmesi öğleden sonrayı buluyormuş. Bu nedenle artık günün zaman yönetimini değiştirmiş ve output- üretim kısmının artması için sabahtan stüdyosuna girmeye başlamış. Böylece sabah saatlerinden kahvaltısına başlayacağı öğlene kadar üretebildiği şekilde kendi gündelik yaşam sistemini değiştirmiş. Bunun üretim sürecini sorgulayan sanatçılara ilham olabileceğini düşünüyorum.

Hissederek müzik yapmak kötü mü?

Eno’nun gezegenin geleceği için yaptığı çalışmalar, iklim değişikliklerine karşı söyleyeceklerinden geri durmaması, bilinçlendirme çalışmaları ve tüm bunları kapsayan üretimleri malumumuz. Değilse, sizi FOREVERANDNEVERMORE albümüne göz atmaya davet ederek devam ediyorum; ancak son döneminde bu motivasyonu da sorgulamaya başlamış.

“Sanat üretimi illa ulvi amaçlarla, büyük sözlerle ve manifestolarla ilgili olmalı gibi bir düşünce var bu camiada. Gerçekten öyle mi? Ben, artık sadece hissederek müzik yapmak istiyorum. Ürettiğim şeyin sadece hislerin ürünü olmasını… Bu, ürettiğim sanat eserini daha değersiz mi yapar? Sadece hisler üzerinden üretmek kötü mü?” diyerek belki de günümüz ve gelecek günler için üretimini nasıl sürdürdüğünün ve sürdüreceğinin tüyosunu da veriyor.

Bu soruların cevapları ise size kalmış…

Çağdaşımız olmasından ve onu yaşarken yakalayabilmiş olmaktan gurur duyduğum Eno’nun hayranlıkla takip ettiğimiz işlerinin perde arkasındaki üretim süreçlerini anlatan filmin ve cevapsız bıraktığı soruların, dehasıyla tersine çevirdiği kavramlarımızın – elbette, yaşattığı şok etkisinin ardından – üreten, üretmeye çalışan ve üretme süreci üzerine düşünen herkesin patikalarına küçük de olsa bir ışık hüzmesini düşürmesini umarım! İyi seyirler! 

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans