Türkçe rap dünyasının köklü isimlerinden Erci-E, yeni şarkısı “Tek Dünya” vesilesiyle Dergy’nin sorularını yanıtladı.
Sebla KOÇAN / [email protected]
90’larda Türkiye’de rap müziğin gidişatını tamamen değiştiren ve bugün dinlediğimiz pek çok rap sanatçısına ilham veren Cartel artık aktif değil. Ama grubun elemanları hafızalarımıza, gönlümüze öyle bir yer etti ki, onları unutmak imkânsız. O isimlerden biri de, bir ayağı hep İstanbul’da olan, Berlin’de yaşayan müzisyen Erci-E. Karantina döneminde salgın için “Kolonya” şarkısını yaptı. Ardından, uzun zaman önce Güney Afrikalı müzisyen Xavier Naidoo ile birlikte kaydettiği “Tek Dünya”yı paylaştı. Erci-E’yle günümüzde Türkçe rap’in geldiği yerden Cartel günlerine, Almanya’daki gözlemlerinden yeni şarkılarına uzanan bir sohbette buluştuk.
Xavier Naidoo ile “Tek Dünya” şarkınızı yeni yayınladınız. Naidoo ile birlikte şarkı yapmaya nasıl karar verdiniz?
Xavier ile 2016’da Mannheim’da tanıştık. Cartel’i ve o dönemi çok iyi biliyordu. Aynı neslin insanlarıyız. Üstelik Türkiye’yi daha önce gezmişti, beklediğimden daha net bilgisi vardı Türkiye hakkında. Yanımda getirdiğim altyapılardan yarım kalmış birini dinledik, beğendik ve hemen orada, Mannheim’da stüdyoya girdik. Xavier Naidoo benimle Türkçe söyledi. Türkçe söylemesine yardım ettim ama Xavier, o inanılmaz sesi ve tecrübesiyle tek seferde, sanki Türkçe biliyormuş gibi söyledi. Bence hem ses rengi, hem de yeteneğiyle Almanya’nın en iyi şarkıcısı. Bu şarkı kayıttan 4 yıl sonra yayınlandı. Önce bir televizyon programına çıkmayı düşündük. Ancak o da iptal oldu. Artık bir neden kalmamıştı. Dünyanın şimdiki haline bakınca da tam anlamıyla doğru zaman oldu.
“Tek Dünya” bizi barışa, birlik duygusuna çağırıyor. Ne yazık ki ırkçılık günümüzde de varolmaya devam ediyor. Nasıl duygularla kaleme aldınız bu şarkıyı, biraz anlatır mısınız?
Irkçılık insanların içinde yatan bir duygu olabilir. Tüm insanlar, tıpkı “Tek Dünya” şarkısında da söylediği gibi, aynı kaynaktan geliyor. Hepimiz insanız. Renk, tarz, ırk, bunlar gerçek farklar değil, kimseyi üstün ya da az değerli kılmıyor. Yaşam tecrübemde bunu gördüm, her ırk, her tarz insanla tanıştım. Aslında olay insanın rengi ya da dini değil, onunla bulunduğunuz frekanstır. Algılarını açık tutan, gelişmeyi, öğrenmeyi amaçlayan insanlar birbirine yakın olur. Mesela Arjantin’de yaşayan bir insan dünyayı senin gibi algılıyorsa, sana aynı köyden geldiğin başka bir kişiden daha yakın olabilir. Önyargısız olmayı başarmalıyız. Biliyorum kolay değil… Belki de ondan böyle şarkılar lazım.
“Kolonya” da oldukça eğlenceli bir şarkı. Üstelik gündeme de uygun. Salgın dönemi sizi nasıl etkiledi, bu dönemde neler yaptınız?
Salgın dönemi hepimizi evlere kapattı ve bu durum tüm ülkelerde aynıydı. Dünyada ilk kez gerçekleşen bir hadiseydi. Sıkıntıları bir yana bırakırsak, insanları bir nevi birbirine yaklaştırdı bu salgın. Evlerde kalındı, aynı şüpheler, hisler ve gelecek endişesini yaşadı insanlar. Halen daha bu dönemin içindeyiz. 2020 salgın günlerinin daha yıllarca konuşulacağını düşünüyorum. Ben de herkes gibi evde kaldım, müzik yaptım, komplo teorilerinin dibine vurdum 🙂 Ve dünyada büyük bir değişimin geldiğini birçok insan gibi hissettim.
YouTube’daki yorumlarda pek çok takipçiniz sizin Ceza’yla düet yapmanızı istiyor. Olur mu ilerde böyle bir işbirliği sizce?
Ceza’nın da canı isterse neden olmasın? Uzun zamandır görüşmedik, konuşmadık. Bana göre ilginç bir şarkı olabilir.
“NEREDE ÇOK IŞIK OLSA, ORADA AYNI ORANDA GÖLGE OLUR: CARTEL DE PARLAK BİR IŞIKTI”
Cartel’le ilgili pek çok paylaşımınız var, aradan tam 25 yıl geçmiş… Şimdi geriye dönüş baktığınızda 25 yıl öncesi neler hissettiriyor size?
Şimdi Cartel videosunu seyredince, o videodaki kişi ben miyim diye şüphelendiğim oluyor 🙂 Yani o kadar uzak… 25 yıl az değil. Cartel benim ve grup arkadaşlarımın kaderinde olacak şeylerden biriymiş. Mutluyum böyle güzel ve anlamlı bir proje ve şarkıda yer almış olduğum için. Cartel olmasaydı hayatım ve müzik işlerim nasıl giderdi diye bir soru işaretim yok. Hiç de olmadı. Geçmişte her şey olması gerektiği gibi oldu. Nerede çok ışık varsa, orada aynı oranda gölge de olur. Cartel epey parlak bir ışıktı. Cartel çıktığında 22 yaşındaydım. 25 yıldan beri Cartel üyesi olmanın mutluluğunu, yükünü ve sorumluluğunu taşımaya çalışıyorum. Bugün ise Cartel benim için kapalı bir defter. Artık bugünün işleri içindeyim.
Cartel, bugün pek çok rap sanatçısına ilham vermiş bir albüme imza attı. Yıllar sonra da yeniden bir araya geldi. Ancak yeni albümlerin devamı gelmedi. Neden vazgeçtiğiniz Cartel’den?
Cartel’in o dönemki başarısı biz dahil hiçkimsenin beklemediği kadar büyüktü. 1995-1997 arası Türkiye turnesi yaptık, sonra Avrupa’da birçok konserimiz daha oldu: Fransa, Hollanda, Avusturya… O stresli iki yıldan sonra ne olup bittiğini düşünüp hazmetmeye çalıştık. Hem ayrı düştük, hem de menajerimizden ayrıldık. Çok elemanlı gruplar bilirler, grubu bir arada tutmanın zorluğunu. Yıllar sonra da aynı insanları bir projede bir araya getirebilir, motive edebilirsiniz ama aynı atmosfer ve enerji oluşur mu? Belli değil. Cartel hikayesi başından sonuna kadar olacağı gibi oldu. Cartel yeni bir şarkı ya da albüm yaparsa ve diğer elemanlar da isterse ben olurum.
Cartel Almanya’daki Türklerin sesiydi, bir başkaldırıydı. Bugünkü iklimi nasıl görüyorsunuz Almanya’da, 25 yıl sonra neler değişti sizce? Ya da, değişti mi?
Almanya’da da dünyada da bütün dengeler değişti diyebiliriz. Cartel 1995 yılında çıktı, ortam çok farklıydı. 1993’te Mölln ve Solingen şehirlerinde yaşanan ırkçı saldırılarda Türkler yanarak öldü. Cartel iki sene sonra, o yaşananların öfkesiyle albüm yaptı. Üstelik daha önce Almanya’daki Türkleri birleştiren ve Cartel kadar net, cesur olan başka bir şey daha yoktu. O insanlar Cartel’le gurur duydular, Cartel onların yalnızlıklarına dost ve yoldaş oldu. O yıllar, daha zihinlerde “Gastarbeiter” yani “Misafir işçi” statüsü vardı. Bugün öyle değil. Almanya artık kendisini ABD gibi göç alan bir ülke olarak görüyor. Belirli bir açılma yaşıyor. Öte yandan bu açılma buradaki sağ görüşlü insanların tepkilerine neden oldu. Şu an bütün Almanya’da AFD adındaki ırkçı parti yükselişte. Tüm Avrupa’da bir sağa kayma var. Globalizmin getirdiği tedirginlikler, aşırı mülteci alma konusu da korkuları körükledi.
“TÜRKİYE’DE ÇOK YETENEKLİ RAPÇİLER VAR, TRAP DA ARTIK BİTİYOR”
Günümüzde çok yetenekli rap sanatçıları ortalığı kasıp kavuruyor. Siz Türkiye’ye rap müziği getirmiş insanlardan biri olarak, en çok kimleri beğeniyorsunuz içlerinde? Nasıl değerlendiriyorsunuz rap müziğin altın dönemini?
Evet, Türkçe rap aldı başını gitti. Ne güzel… Benim aslında hoşuma giden şu: Türkçe rap bugün hip hop sınırlarını da aşıp çok daha özgüvenli ve rahat tanıtıyor kendini. Sanki öğrenme dönemi bitti de şimdi karakteri şekilleniyor. Ben Ezhel, Hayki, Yener Çevik, Ceza, Ege Çubukçu gibi rapçileri severek dinliyorum. Burada saymadığım ama sevdiğim çok fazla Türk rapçi var. Şarkıdan şarkıya değişiyor.
Bugün aslında rap müzik ve hip hop kültürünü pop müziğe çok yakın bir şekilcilikle dolduğunu gözlemliyoruz. Diss meselesi ise şüphesiz herkesin çok ilgisini çekiyor. Dissleşmeler şarkılardan taşıyor, sosyal medyada devam ediyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu, sizce diss mutlaka hip hop kültürünün içinde var olmalı mı?
Hip hop’ta diss vardır, ama kurallarıyla. Battle-Rap ya da Freestyle Battle adı altında buluşur, Freestyle yani ani ilhamla rap söyleyerek atışmak şeklinde yapılır. Battle bitince el sıkışılır, rap yaparken ağır şeyler söylenmiş olsa bile. Kuralların bir tanesi de şudur: Freestyle Battle anında rakibine dokunmak yasaktır. Çünkü amaç dövüşmek değil, sanatsal bir atışma yapmaktır. Challange gibi. Diss’lerin adının çok duyulması medyadan kaynaklanan bir şey. Bir çok YouTube kanalı, rap veya müzik dedikodularından besleniyor ve kavgaları, diss olaylarını büyütüyorlar. Tüm dünyada böyle bu ve sanatın, rap ortamının, müziğin gelişmesine katkısı sıfır.
Son zamanların en popüler furyası trap ve çok eleştirilen “autotune” kullanımı. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz rap müzikteki bu iki “ünlü” unsuru?
Ben bir müzik tarzının aynılaşmasına karşıyım. Trap tamam ama eğer trap’ten başka bir sound yoksa o zaman sıkıntı. Hip hop, zamanında aynı olmaya karşı bir akımdı. Türkiye’de çok yetenekli prodüktörler ve rapçiler olduğuna inanıyorum. Farklı sound’larda şarkılara da yer olduğunu düşünüyorum. Zaten Trap bile bitiyor artık.
Çok fazla kullanılmadığı zaman “Autotune” efektini seviyorum. bu modern zamanın bir prodüksiyon oyuncağı… Sürekli kullanılmıyorsa tabii. Bazı vokallerin gerçek güzelliğini öldürüyor. Yani, güzel bir vokal dinlediğinizde bu sizin kalbinize dokunuyor. Ama aynı vokale autotune koyunca evet, yine güzel tınlıyor ama o artık beyne hitap ediyor. Bunu bilmek lazım.
İstanbul- Berlin arası mekik dokuyorsunuz, peki en çok hangi şehir sizi müzikal olarak besliyor?
Hayatım boyunca İstanbul ve Berlin arasında çok gelip gittiğim için 5 albüm yapacak kadar malzeme var içimde 🙂 Ondan sonra yine ilham arayışı başlar… Konular derin, gurbetçilik, bunun psikolojik boyutları ve bunu dinlenecek frekanslar haline getirmek… Hep “Daha kendimi tam anlatamadım” hissiyle yaşıyorum. Bu konuda hiç tatmin olmuyorum, bu yüzden müzik yapmaya devam ediyorum. Bu artık bir varoluş şekli benim için. Bütün insanlara sevdikleri bir işle uğraşmalarını diliyorum. İnsanın hayatında hobi ya da iş fark etmez ama herhangi bir şekilde seni heyecanlandıran bir konu ya da meşgul olduğun, seni yükselten bir şey olmalı. Böyle bir şey için savaşmaya değer.