On parmağında on marifet olan yetenekli piyanist, şarkıcı, besteci ve aranjör Esra Üçcan’ı Dergy sayfalarında ağırladık.
Sebla KOÇAN / [email protected]
Diplomat olan babasının görevi dolayısıyla yurtdışında doğan ve eğitim hayatının büyük bir
kısmını Fransa’da geçiren Esra Üçcan, hem mimar hem de yetenekli bir müzisyen. On parmağında on marifet var yani… 3 Haziran’da Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü için efsane şairin “Hasret” şiirini Fransızcaya uyarlayarak seslendirdi. Dijital platformlarda yayınlanan albümü La Liberté kendi yapımcılığını yaptığı (Fransızca sözler ve aranjmanları üstlendiği) Türkçe şarkıların Fransızca cover’larını bir araya getiriyor. Bunların içinde Ahmet Kaya’nın “Acılara Tutunmak”, Özdemir Erdoğan’ın “Bana Ellerini Ver”, “Drama Köprüsü”, Zülfü Livaneli’nin “Ey Özgürlük” gibi ünlü şarkıları da var. Piyanist, şarkıcı, besteci ve aranjör Esra Üçcan’ı Dergy’e konuk ettik.
Nazım Hikmet’in ölüm yıl dönümüne özel hazırladığınız “Hasret” 3 Haziran’da yayınlandı. Açıkçası çok etkileyici bir çalışma… Bir yandan Nazım’ı anıyor bir yandan da bunu geleneksel ezgilerle değil, kendinize has, yenilikçi bir sound’la yapıyorsunuz. Nazım Hikmet’in sizdeki yeri nedir? Nasıl karar verdiniz böyle bir şarkı yapmaya?
Küçükken Nazım Hikmet’in şiirlerine bir şarkı yarışması yapıldığından haberim olmuştu. Ben çocukluğumdan beri hem meraklı hem üretkenim. Yarışmaya katılmak için küçüktüm ama ben bir şarkı yapmak istedim. O yarışmaya katılabildiğimi hayal ettim ve Nazım’ın şiirlerini okudum, hayatını anladım. Sonunda bir şiirini besteledim. O şarkımı da çok sevdim. Aileme, arkadaşlarıma çalıp söylediğim, kendi repertuvarımın, müzik dünyamın bir parçası oldu. Nazım Hikmet hayatıma ilk böyle girdi. 2020 baharında pandemi döneminde özel etkinliklere canlı konserler yapıyordum. Bunlardan biri Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü için düzenlenen bir etkinlikti. Etkinlik için benden özel bir repertuvar istendi. Bundan gurur duyacağımı söyleyerek kabul ettim. Aklıma küçüklük bestem geldi ama güncel duygularıma hitap etmedi. Yepyeni bir proje yapmaya karar verdim. Araştırma yaparken kendi sesinden şiirlerini dinledim ve Nazım’a piyano ile eşlik ettim. Bana hissettirdiklerinden bu müzik doğdu.
Bu şarkıda özellikle dinleyiciler 80’leri hissettiren synth sound’una da çok ilgi gösterdi. Müzikte sizi en çok etkileyen dönem, akım hangisiydi? Neden?
Bu şarkı Abba’nın müzikal zenginliği, Chopin’in romantikliği, Aznavour’un ifadesi, Türk edebiyatının gücü, 2021’in sound anlayışını bir araya getiriyor. Ben Hasret’i hayal ederken duygusal bir yolculuk tasarladım. Tabii, 80’lerin müziğini bir ayrı sevdiğim gerçeği de var. Şair de geçmişten bize seslendiği için retro tarzı ön plana çıkardım.
Ben müzikte aynı anda farklı dönemlerden etkilenebiliyorum. Benim tarzım dönemlerin ve kültürlerin karışımından oluşuyor. Gerçek bir gözlemci olduğunuzda ve empati beceriniz olduğunda çok bilgi biriktiriyorsunuz. Bir şey anlatırken, ister kelimelerle, ister notalarla, etraftan topladığınız verileri birleştiriyorsunuz.
Yalnız bu değil, Ahmet Kaya’nın, Özdemir Erdoğan’ın, Zülfü Livaneli’nin de eserlerini fransızca yorumladınız. Nasıl seçiyorsunuz yorumlayacağınız şarkıları? Bu bir seri olarak devam edecek mi?
Bana ne zaman al bunu çal diye bir şey verseler, ben onu kendime göre duyup çalmaya başlıyorum. Taklit zor geliyor, ama kendi tarzım kolay. Birbirinden farklı görünen bu şarkı türlerinin, müzik anlayışlarının, benim piyanomda ve sesimde ne kadar değişebildiğini deneyimliyordum. Bu deney için klasikleşmiş şarkılar ve farklı müzik türleri ve Fransızca dilini seçtim. Bu bestecilerin de müzikleri birer imzadır. Dünyaya hitap edecek kadar kalitelidir. Deneyimi yaparken kendi kültürümü dünyaya açarak taçlandırıyordum. Bunun için saygı duyduğum sanatçıları ve onların eserlerini tercih ettim.
Bu serinin devamı şarkılarım hazır, lakin ben de bestecilerden biraz ilgi bekler oldum. Çünkü benim yaptığım zor bir iş, bugüne kadar kimsenin yapmamasının sebebi de herkesin yapabileceği bir iş olmaması. Bana kimse bunun için ne para ne sipariş ne de destek verdi. Ben kendi kendimi yetiştirdim ve kendi becerimle yaptım. Ülkemi sanatıyla kültürüyle yüceltmeye çalıştım. Karşı taraf yaptığım işin cover niteliğinden dolayı benim kendisine muhtaç olduğumu düşündüğünde emeğime üzülüyorum. Yoksa şu ana kadar, dinleyicilerimin istek şarkılarıyla beraber en az 15 tane yayınlamıştım. Albümümde 5, YouTube kanalımda 6 adet, Instagram hesabımda ise çok daha fazlası var.
Strasbourg Ulusal Yüksek Mimarlık Okulu’ndan mezun oldunuz ve aynı anda da Strasbourg Müzik Konservatuarı’nda piyano eğitimi aldınız. Zorlu olmadı mı sizin için iki farklı mesleği öğrenmek? Neler kattı size bu dönem, neler deneyimlediniz?
Evet bu da çok zor bir dönemdi. Ama ne yardan ne serden vazgeçemedim. Benim yaratım sürecinin her türlüsünü bilmeye merakım var. Piyano duygusal dünyamı kapsıyor, mimarlık dünyayla ilişkimi. Okuldakileri değil, hayat dersi olarak ne öğrendiğimi söyleyebilirim. Öncelikle genel olarak bu durum desteklenmiyor ne eğitmenler, ne işverenler, ne de dostlar tarafından. Ekstra çaba sarf edip bir de yetmezmiş gibi herkesten fazla çalışmanız gerekiyor. Size sadece tek şeye odaklanmamanın ne kadar yanlış olduğunu kanıtlamaya çalışan insanlarla doluyor etrafınız. Zor ama ne yanlış, ne de imkansız. İsteyen ve yapabilen iki üniversiteyi de okur iki mesleği de yapar. Ben bu sayede daha geniş kapsamlı düşünebiliyorum, her işimde daha kreatif olabiliyorum daha kapsamlı düşünebiliyorum ve daha iyi çalışıyorum. İyi ki bir seçim yapmamışım. Yıllarca dışlanmamak için müzik camiasından mimar olduğumu, mimar camiasından müzisyen olduğumu gizledim. Kendimi müzikal anlamda ortaya koyduğumdan beri mimarlar bana şarkıcı, müzisyenler bana mimar diyorlar.
Babanızın görevi nedeniyle uzun zaman Fransa’da yaşadınız. Şimdi Türkiye’de mi yaşıyorsunuz? İki bambaşka ülke, iki farklı kültür içinde yaşarken neler gözlemlediniz, bunlar müzikal olarak perspektifinizi nasıl etkiledi?
Toplamda 14 yıl Fransa’da yaşadım. Çok seyahat ettim, dünyanın dört bir yanına gittim. Şimdi Türkiye’deyim. Aileme yakın olmak için döndüm. İçinde büyüdüğüm iki kültürü de tamamen benimsedim. İki dili de sadece iyi değil kültürüyle konuşuyorum. Bu toplumların içindeyken oraya ait oluyorum ve yerli gibi bulunduğum coğrafyayı seviyorum. Ama en garibi bazen bu iki ülkede de kendimi bir yabancı gibi hissediyorum. Ben dünyada gördüğüm doğruları benimsedim hayatım boyunca. Galiba kendi kültürümü oluşturdum. Belki ben artık sadece dünya insanıyımdır. Gözlemlediğim şey, her kültürden bir şeyler aldığınızda, hoşgörünüz ve vizyonunuz genişlediğinde yalnızlığınız büyüyor.
Klasik müzik bestelerimin Eric Sati’yi andırdığını söylerler. Batı müziği ile doğu müziğinin uyumu. Şu an yaptığım müzik dünya müziği olarak değerlendiriliyor. Muhtemelen geçmişim bana bunu sağladı.
Fransızca mı şarkı yazmak daha zor, Türkçe mi? Türkçe şarkıları Fransızcaya uyarlarken zorlanıyor musunuz?
Bence Türkçe yazmak daha zor. Hem anlam hem duyum hem duygu üçlüsünü aynı anda yakalamak hiç kolay değil. Çok anlamlı bir cümle müzikle beraber kulağı tırmalayan bir tınıya dönüşüyor. Abartı, samimiyetsiz veya kulak tırmalayan bir cümle yazmamak için çok uğraşıyorum. Fransızca dilinin matematiği var, ayrıca kelime haznesi çok zengin bir dil. Çok anlamlı ve çok güzel duyulan cümleler kurabiliyorum. Türkçe şarkıları uyarlamanın en zor kısmı prozodileri. Şarkıya yeni bir ifade ritmi bulmam gerekiyor.
Babanızın Kültür Bakanlığı Müsteşarı olduğu dönemde Anadolu kültürünü yakından tanıdığınızı söylüyorsunuz. Aileniz müzikle ilgilendiğinizde size nasıl destek verdi? Neler öğrendiniz onlardan, küçükken evde neler dinlenirdi?
Babam sürekli klasik müzik dinler. Çok kapsamlı bir klasik müzik arşivi vardır. Müzik konusunda çok bilgilidir. Ayrıca ‘Anadolu Medeniyeti’nin Hikayesi’ ve ‘Kültür Mirasımız’ isimli koleksiyon kitapları ve kültür zenginliğini yansıttığı yazdığı romanları var. Yani ben kültürümüzle edebiyatla bezenerek büyüdüm. Evde, arabada Mozart, Vivaldi, Beethoven dinlerdik ama Türk sanat müziği de dinlerdik. Fransa’da yaşar ama bütün türküleri bilirdim. Kültür temelimi ailem attı.
8-9 yaşlarımda piyano öğretmenim benim absolüt kulak olduğumu, 7 ses duyduğumu ve mutlaka müzisyen olmam gerektiğini aileme açıklıyor. Önce bizimkiler ciddiye almıyorlar ama sonradan ikna oluyorlar. İlk konservatuvar sınavıma girip kazandıktan sonra ne yapıp edip bana iyi bir piyano aldılar ve o andan itibaren hep destek oldular. 2015’ten sonra daha az mimar, daha fazla müzisyen olacağımı söylediğimde belki akıllarına yatmadı, bunun delilik olduğunu düşündüler ama YouTube kanalımı açtığımda onlar bana ilk 100 abonemi kendi çevrelerinden topladılar. Yaptıklarını bu röportaja sığdıramam ama ailenizin yanınızda olması bence şart.
Türkiye’de ne yazık ki müzik dünyası sıkıntılar yaşamaya devam ediyor. Pandemi süresince sahne hayatının bitmesi, yazdıkları şarkı sözleri nedeniyle yargılanan rap sanatçıları derken, “Bu ülkede müzik yapmak delilik” diyor, müzisyenler. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu? Müzik yapmak sizi özgürleştiriyor mu?
Evet bu ülkede müzik yapmak delilik. Ama bu delilik beklentiyle de orantılı. Ben bu bakış açısında bir nevi deliyim ama mutluyum. Özgürce, müdanasızca istediğim müziği yapıyorum. Biliyorum ki en kötü günlerde, en güzel günlerde, bize müzik eşlik ediyor. Ben de yıkılmadığımızı göstermek istiyorum. Sanat devam ederse, üretim devam ederse o ülke hala ayaktadır. Tabii işimi iyi bildiğim şekilde yapmaya etrafta olan bitene kulak asmamaya özen gösteriyorum. Durum iyi değil, para az, ilgi az, dinleyen az, kulaklar basit sesler ve basit sözler seviyor, hep aynı müzikler dinleniyor, yeni nesil bu ülkenin zengin müzik kültürünü tanımıyor. Ümit var mı derseniz, ben kimseyi terk etmeyeceğim. Ben üretirim, çünkü bana tutunan, benden güç alan sanatseverler ve müzisyenler var. Kaç kişi oldukları önemli değil, hastalık nasıl bulaşıcıysa, güzellik de bulaşıcıdır.
KISA KISA
- Son dönemde takılı kaldığım albüm Mélanie Laurent ‘En t’attendant’
- Bana göre en güzel araba kullanma / yolculuk yapma şarkısı Pass This On, The Knife
- Günün en sevdiğim, en ilham veren saatleri günbatımı.
- Beni son dönemde en çok etkileyen dizi Dark.
- Başucumda duran kitap Hafızın Yolculuğu – Jean Potocki
- Bir gün birlikte sahneyi paylaşmayı hayal ettiğim grup Hollywood Vampires.