Babylon Soundgarden kapsamında ülkemize gelen Ezra Collective’in davulcusu Femi Koleoso ile grubun müzikal esin kaynaklarından, futbolun hayatlarındaki yerine kadar birçok noktayı konuştuk.
Ant Arın ŞERMET
Babylon Soundgarden Festivali’nin bomontiada’da izlemeye, deneyimlemeye alışkın bizler için Parkorman’da Ezra Collective, Floating Points, Mount Kimbie gibi isimlerle izlemek heyecan vericiydi. Ki ilk güne Jakuzi, berlioz, ikinci güne, Green Tea Peng ve Emir Taha gibi sevilen isimler eklenince sıcağa karşı koyarak kendimizi Parkorman’da bulduk. Ben, ilk gün başıma güneş geçtiği için bu yazıdaki konuğum ve sohbet partnerim Ezra Collective’i izleyemedim. O da içimdeki bir ukde oldu. Lakin birazdan okuyunca anlayacağınız gibi grubun Türkiye’ye ve özellikle İstanbul’a karşı çok büyük bir aşkı var. O sebeple aranın açılmayacağına emin gibiyiz. Belki seneye tekrar izleriz, olmaz mı?
Caz ve Afrobeat’i o kadar güzel ve insanın iştahını kabartan bir şekilde harmanlıyorsunuz ki, her adımınızı deneyimlemek istiyor dinleyiciler. Benim merak ettiğim nokta, sizin temelinizde, müziğe başlama heyecanı duyduğunuz zamanlarda etkili olan akımlar, albümler ya da müzisyenler kimlerdi?
Dostum, güzel sözlerin için çok teşekkür ederim. Müziğimizdeki Afrika ve Nijerya temelini düşünecek olursak Fela Kuti, Miles Davis, King Dubby gibi isimleri sayabilirim. Onlardan çok ilham aldık. Onların verdiği heyecanla müziğe başladık ki sonrasında ilerleyecek motivasyonu da bu sayede bulduk.
Çok katmanlı bir müziği, duygusunu kaybetmeden makine düzeninde çalıyorsunuz. Bu noktada aklıma müziğinizde doğaçlamanın yerini sormak geliyor? Ne kadar açıksınız? Kullanıyor musunuz?
Doğaçlama bizim müziğimizin temelindeki nüanslardan. Çünkü bir stüdyoya girdiğimizde ya da en temelinde hikaye anlatmak istediğimizde hepimizin o hikayeyi gördüğü ya da dile döktüğü nokta farklı oluyor. Bunu niye müziğe yansıtmayalım ki? Hepimiz bir hikayeyi farklı yerinden anlatıyorsak o zaman müziğimizde bunu yapsın ve aramızdaki uyumla doğaçlamayı yaşayalım istiyoruz. Fark ettin mi bilmiyorum, hiçbir kayıtta aynı çalamayız, hiçbir konserde aynı olmaz duyduğun müzik. Çünkü bizler yaşayan, nefes alan canlılarız. Müziğimizin de nefes alması gerekiyor. O yüzden doğaçlamanın yeri de orada sabit kalacak.
2022 yılının bana soracak olursanız en doyurucu ve hayat dolu albümünü yaptınız. Ki senin davul partisyonlarını dinlerken, kulaklarıma çoğu kez inanamadım. “Where I’m Meant to Be” sayesinde geçen yıl Mercury’i de kazandınız. Ki geçen seneki Mercury adayları açıklanınca tahminimi yazmış ve sizi favorim olarak belirlemiştim. Uzun lafın kısası, Mercury ödülü sonrası hayatınızda değişimler oldu mu? Daha fazla insana ulaştınız mı? Ya da olumlu anlamda farklı tavırlara denk geldiniz mi?
Öncelikle dostum sana teşekkür ederim. Mercury döneminden itibaren bizimle konuşan kimse senin yaptığını yapmadı. Biz bile kendimizi Mercury için favori görmüyorduk. Türkiye’de bunu biliyor musunuz bilmem ama bir liste açıklandığından insanlar ona bahis yapıyor. O listedeki en düşük kazanma şansı olan aday bizdik. Türkiye’nin çeyrek finale kaldıktan sonra Avrupa Şampiyonu olması gibi düşün. İlk kez biri o listede bizi favori olarak gördüğünü ve yazdığını söyledi, tekrar teşekkürler. Soruna dönecek olursak, elbette hayatımıza çok fazla olumlu yansıması oldu. Çok daha fazla ülkede konser veriyoruz. Sizlerle tanışma şansına erişiyoruz. Bunlar klişe gibi geliyor kulağa ama bizim için çok önemli. Çünkü biz müziği, hisler üzerinden kurgulayan bir grubuz ve ihtimal verilmezken ödülü kazanmak, gitmediğimiz yerlere gitmek, tanımadığımız insanlardan güzel sözler duymak çok özel.
‘Ajala’ ve ‘God Gave Me Feet for Dancing’ isminde iki şarkı çıkardınız. Yeni albümünüz “Dance, No One‘s Watching”, 27 Eylül’de çıkıyor. Albümün üretim sürecinden ve önümüzdeki seneyle ilgili planlarınızı öğrenmek isterim.
Aslında iki şarkıyı da Mercury’den önce tamamlamıştık. Konserlerimizin videolarına ulaşabilirsen canlı çaldığımıza da şahit olacaksın. Ama elbette, -önceki sorunun cevabının devamı gibi olacak- ödülü kazandıktan sonra daha fazla insana ulaştı bu şarkılar. Çıkar çıkmaz daha çok dinlendi. Aslında biz bu şarkıları iki senedir canlı çalıyoruz bir yandan.
Albüm tarafına gelecek olursak tabii ki heyecanlıyız. Ama heyecandan daha fazla hissettiğimiz bir duygu varsa, o da gurur. İlk kez bir albümümüzdeki bütün ortaklıklar bizler gibi Afrika kökenine sahip sanatçı dostlarımızla. Misal Olivia Dean onlardan biri. Bir diğeri M.anifest, Ganalı yakın bir dostumuz kendisi. E tabii Moonchild Sannely’i de saymam gerekli. O da Güney Afrika’dan çıkan duyabileceğiniz en mükemmel seslerden ve insanlardan biri… Onlar haricinde Lacey Yazmine Lacey zaten bizi yalnız bırakmadı. Bu albüm, birbirimizi kucaklayıp kutlama yaptığımız bir dans albümü diyebilirim sana.
Bu soru biraz daha seninle ilgili olacak. Senin sıkı bir Arsenal taraftarı olduğunu ve futbolu sevdiğini biliyorum. Hatta Nwankwo Kanu üzerinden, Nijerya kökenli bir İngiliz için Arsenal ve futbolun yerini de anlatmıştın. Futbolun ya da Arsenal’in hayatındaki yerini anlatmak ister misin?
Futbol hayatımdaki en önemli hobim. Müzikten sonra hayatta en sevdiğim şey. Ben Kuzey Londra’da doğup büyümüş biriyim. Kuzey Londra’da iki takım var. Benim de parçası olduğum Afrika kökenli İngiltere vatandaşları için Kuzey Londra’da Arsenal tek opsiyon gibi bir şey. Emirates’e çok uzak oturmuyorum. Maç günlerini genelde boş bırakmaya ve maçları kaçırmamaya özen gösteriyorum. Ya da konser, prova ya da özel bir işim yoksa Arsenal’in antrenmanını dahi izlemeye giderim. Futbol, benim müzikte kendimi ifade edebilmeme de olanak sağlıyor. O sahada gördüğüm, kalbimde hissettiğim tutku müziğimin tutkusuna sirayet ediyor.
Bir yandan turnuvayı sizin kazanmanızı çok istedim. Arda Güler mesela. O çocuğun 2005’te doğduğunu düşününce şaşırıyorum. Nasıl olabilir. Belki şimdi olmadı ama bir şeyler kazanacağınıza ben eminim. Turnuvayı kazanmanızı istememin tek sebebi sahadaki tutkunuz değildi. Kuzey Londra’da çok fazla Türkiye kökenli insan yaşıyor. İlkokuldaki en yakın arkadaşımın adı Tolga’ydı mesela. Ya da Tarkan ve Tanyel diye iki tane çok sevdiğim arkadaşım oldu. Sürekli sizlerin restoranlarında yemek yiyordum. Arsenal ile kurduğum bağda da bu yerellik, o bölgeye aitlik var. Misal Mesut Özil de benim için çok özel biriydi. Yarı Türk Yarı Alman denebilir ama Londra’da denk geliyordum, Mesut tam bir Türk’tü… Ve şu an neler yaptığıyla ilgilenmiyorum ama o da benim Arsenal kahramanlarımdan biriydi. Ben de sana soru soracağım. Sen Galatasaray’ı mı Fenerbahçe’yi mi tutuyorsun?
Ben Eskişehirspor’u tutuyorum. Amatör seviyede oynuyoruz artık ama kulübe karşı çocukluğumdan gelen bir aşk var içimde, o yüzden başarıya pek bakmıyorum.
Heh işte, tam olarak beni anlayacak insan senmişsin. Futbolun bir sevgi, tutku işi olduğunu; belki de sanat olduğunu kabul etmeliyiz. Umarım bir gün üstlere dönersiniz. Öyle bir şey olursa haber ver de maç izleyelim.
Anlaştık, haber vereceğim öyle bir durumda. Şimdi son soruya gelip senin de daha fazla vaktini almayayım. Konser videolarınızı izledikçe heyecanlanmamak elde değil. Sahnede oluşturduğunuz hava, insana nefes aldığını hissettiriyor. Enerjiyi ve nefesi ciğerlerimize kadar çekmek istiyoruz. İstanbul konserinize dair düşüncelerinizi almak istesem ne cevap verirsiniz?
Her konserimiz için geçerli olan şey İstanbul’da da geçerli. Bir yerde bizi ve müziğimizi kucaklamaya hazır insanlara her zaman müteşekkiriz. Ve onlara kendi enerjimizi yansıtıp onların enerjisini görmek de bizi çok heyecanlandırıyor. Dans etmeye hazır olun. Sizlerin müziğe karşı duyduğunuz tutkuya her zaman hayranlık besledim. Her müziğe açıksınız, çok kültürlü bir yapıdan geliyorsunuz. Ki bu benim Londra’dan alışkın olduğum bir durum, bu sebeple sizlere karşı da her zaman kalbimde özel bir yer var. Pazar akşamı dans ederken buluşalım.