Geçtiğimiz günlerde telefonuma İpek’ten (Atcan) bir mesaj geldi. Mesajda tam bana göre bir röportaj olduğunu, Feridun Hürel ile röportaj yapmak isteyip istemediğimi sordu. “TABİİ Kİ!” cevabını vermem 3 saniyemi aldı ve hemen hazırlıklara başladım. Benim için epey heyecanlı bir röportaj olacaktı çünkü dönemin tanıklarıyla Anadolu Pop & Rock yılları hakkında konuşmaya bayılıyorum. 17 Nisan günü de soluğu Feridun Hürel’in evinde aldım ve merak ettiklerimi sormaya başladım. Giderken “acaba o meşhur saz-gitarı görebilecek miyim?” diye kendi kendime merak ederken, eve girmemle duvarda asılı olduğunu görmem bir oldu, heyecanımı anlatamam! Kendisiyle müziğin dışında reklamcılık dolayısıyla da ortak bir noktamız olduğu için konuşacaklar boldu elbette. Ortaya da aşağıdaki bu nefis sohbet çıktı. Haydi gelin muhabbetimize ortak olun, yarım asırı aşan 3 Hürel hikayesini Feridun Hürel’den birlikte dinleyelim!
İlk olarak 3 Hürel’in ilk adımlarını konuşmak istiyorum. Siz de tıpkı yaşıtlarınız gibi bir düğün salonunda çalarak başlamışsınız müziğe. Hatta çaldığınız ilk şarkı da ‘The Young Ones’. Adınız da daha 3 Hürel değil tabii ve daha hippi ruhlusunuz o zamanlar. Müziğinizde nasıl kırılımlar yaşayarak 3 Hürel’e ulaştınız?
Aslında ‘Young Ones’ grup olarak ilk çaldığımız şarkı değil o zamanlar grup yok zaten, benim düğün salonunda söylediğim bir şarkıydı. Bizim müzik aşkımız Cliff Richard, The Shadows, The Beatles, Elvis Presley gibi isimlerle başladı. Selçuk Alagöz ile profesyonel olduk biz, onun orkestrası da epey ünlüydü, biz amatördük. Hiçbir şeyimiz yok o dönem; Haldun’un bir metal kalem kutusu var, o bizim davulumuzdu. Bir tane bit pazarından alınmış akustik gitar var 7 telliydi hiç unutmuyorum. Bizim kafamızdaki proje, beste ve grup müziği yapmaktı. Böyle imkanlarla tamamen hayal ederek müzik yapmaya çalışıyorduk. Sonra bir yarışma yapıldı, amatör gruplar yarışması… Fitaş’ta sahneye çıktık, ilk defa gerçek enstrümanların başına oturduk; ben gitarda, Onur bas gitarda, Haldun davulda. İkinci olduk o kadar grubun arasında, işte şu kupa da o ikinciliğin kupası. (Kupayı gösteriyor) O zamanki ismimiz de Biraderler’di.
Bizim müziğimiz hiç değişmedi, tıpkı yurt dışındaki benzerlerimiz gibi…
1970’le birlikte 3 Hürel, resmi olarak kurulmuştu. Ki aslında Anadolu Pop ismi bile daha tam olarak benimsenmemişti. Tarzınız dönemin Anadolu Pop’çularıyla aynıydı ama sizin daha ayrıksı bir yeriniz vardı, bunun sebebi neydi?
Bizim o dönem kafamızdaki düşünce bambaşkaydı. Biz Atatürk’ün çizdiği yolda bir şeyler yapmak istiyorduk. Onun bir hedefi vardır, Anadolu toprağından gelen Anadolu’daki renkleri, ezgileri, motifleri yani bu ülkedeki zenginliği evrensel kabul görecek şekilde bir icra ile dünyaya bir Türk müziği katmak. Ancak bu gerçekleşmedi. Evrensel bir kabul görmüş Türk müziği yok şu an. Biz bu düşünceyle 3 Hürel’i kurduk. Türkiye’de ilk grup müziğini biz yaptık. Ama mesela bizden önce Moğollar vardı, Moğollar cover da yapıyordu; sound’ları da değişiyordu. Bir enstrümantal beste yapıyorlardı bir Aziz (Azmet) söylüyordu. Bizim müziğimiz hiç değişmedi; tıpkı yurt dışındaki benzerlerimiz gibi. Anadolu Pop ismini de Taner (Öngür) bulmuştu galiba ama bize rock müzik daha yakın geliyordu. Zaten pop müzik nedir ki? Rock bir tarz ama. Moğollar’ınki de, Erkin’inki de, Barış’ınki de, Cem’in ve bizim yaptığımız da rock’a daha yakındı. O yüzden bugün Anadolu Rock daha fazla biliniyor.
Peki sizce 3 Hürel ne gibi bir fark yarattı o dönem müzikte?
Kendimize has bir sound’umuz vardı bir kere. O sound’un temel rengi de şu gördüğün saz gitar. (Duvardaki saz gitarı gösteriyor) Kaç senelik bakayım. 1970’ten hesaplarsak yarım asırdan fazla. Bir de Haldun’un vurmalı bir sentezi vardı. Beyazıt’taki Bakırcılar Çarşısı’nda özel yaptırdığı darbukalar bambaşka bir tat kattı müziğimize.
Anadolu Pop şarkıları bir bir yayınlanmaya, yeni isimler müzik sahnesinde çıkmaya başladığı sıralarda sanat çevrelerinden de epey zorlayıcı eleştiriler geliyordu sizlere karşı. Peki böyle bir ortamda bir yüzünü doğuya bir yüzünü batıya çeviren bir müzik yapmanın zorlukları nelerdi?
Biz pek eleştiri almadık. Moğollar’ın da aldığını sanmıyorum. Biz Türkçe müziği getirdik, bizden önce pek de özgün Türkçe müzik yoktu.
Hep aranjman olduğundan mı bahsediyorsunuz?
Cover da deniyor, aranjman da. Yabancı şarkılara Sezen Cumhur Önal söz yazardı; Tanju Okan, Erol Büyükburç, Alpay söylerdi mesela. Mavi Işıklar da bizi etkilemiştir. Biz daha çocuktuk o zamanlar. Etkilenmiş olsak da biz dediğim gibi grup sound’u yaratmak için yola çıktık, orada başardık. Başardığımızın ispatı da şarkılarımızın yarım asırdır hâlâ popüler olmasıdır.
Bizim şarkılarımız filmlerde kullanılırdı izin bile alınmazdı, o yüzden hiç zengin olmadık…
Peki bugünle bir karşılaştırma yapacak olsak ve desek ki 3 Hürel bugün kurulmuş olsaydı, aynı şekilde var olabilir miydi? Çünkü siz de o dönem tavizsiz bir müzik yapmıştınız, bugünse taviz vermeden müzik çevrelerinde kabul edilmek biraz zor.
Taviz vermeme konusu eğer geçerliyse ki mecburen geçerli olurdu bugün, aynı başarıyı yakalayamazdık. Çünkü bugün gerçekten de bir endüstri var, müzisyenler para kazanıyor bu işten. Çok ciddi paralar hem de. Bizim dönemimizde sponsorluk ya da reklamlar yoktu. Bizim şarkılar filmlerde kullanılırdı izin bile alınmazdı. O yüzden hiç zengin olmadık. Moğollar, Cem, Erkin, Barış… Hepimiz o dönem bunu yaşadık. Bir yerden sonra da modaya uyman lazım, dönemin geçerli sound’u neyse. Yoksa bizim gibi piyasadan kendini çekersin. Biz dedik ki “ya taviz vereceğiz, bir şeyleri değiştireceğiz; ya da bitireceğiz.” Sahneden inmeyi tercih ettik.
Taviz demişken sizin hakkınızda 70’lerde TRT’ye çıkmak için saçınızı kestiğiniz gibi bir şehir efsanesi var. Bu doğru muydu?
Hiç olmadı öyle bir şey. O dönem zaten TRT’de bir denetleme kurulu vardı, bir enstrümanın akordu bozuk diye geri gönderirlerdi ama şarkıda o enstrüman yoktu mesela. Bize o yıllarda daire aldıran ‘Ağlarsa Anam Ağlar’ şarkısı en çok satan 45’liğimiz olmasına rağmen TRT’den geçemedi ve televizyonda hiç çalmadı. Radyoda da. Sebep de ritminin çok biteviye (tekdüze) olmasıymış. Halbuki öyle de bir şey yoktu.
3 Hürel’in aynı zamanda bir icadı da var: Saz Gitar. Bugünün müziğinde de çağlama gibi yenilikçi enstrümanlar rağbet görüyor ki sizin müziğinize de çok farklı bir dokunuşu var saz gitarın. 3 Hürel’in sound’unu saz gitardan ayrı tutmak mümkün olur muydu sizce?
Biraz önce de dediğim gibi biz Atatürk’ün yolundan gidip Anadolu’dan beslenip oranın makamlarını şarkılarımızda kullanacaktık. Kendi bestelerimizi makamlardan, ezgilerden etkilenerek yapacaktık. E o zaman ne lazımdı? Mesela Cahit (Berkay), nasıl Moğollar’da ıklığ çalıyordu; bizde de böyle şeyler olmalıydı. Sürekli de enstrüman değiştiremezdik sahnede, gitarı bırakıp bağlamayı mı alacaktım? Babamın da elinden her iş gelirdi, ona dedim ki “bunun altına bir bağlama ekler misin?” Babam ekledi ve ortaya saz gitar çıktı. Yeni bir enstrüman oldu, dünyada iki farklı kültürü bir enstrümanda birleştiren başka bir örnek görmedim. Bu gitarın sesi bağlama gibi değil. Elektro olunca bambaşka bir tını oldu ve o tını da Türkiye’de yok. O zaman da yoktu, şimdi de yok. Akustik de değil bakınca, Fender manyetikleri var.
Bizim dönem müzisyenlerinin açtığı o kapı kapandı, devamı gelmedi…
Anadolu Pop’un misyonunu tamamladığına inanıyor musunuz? Hâlâ şarkılarınızın cover’lanıyor olması, bu misyonun tamamlanmadığını gösteriyor mu? Yoksa yeni üretimler mi görmek istersiniz bu alanda?
Bizim dönemin müzisyenlerinin açtığı o devrim niteliğindeki kapı kapandı, devamı gelmedi. Ne Moğollar’ın ne de bizim açtığımız yoldan yürünmedi. Tekrar kolaycılığa kaçıldı. Bizim yarattığımız devrim Atatürk’ün çizdiği yolu dünya çapında bir hâle taşımalıydı. Moğollar’ın Fransa’da aldıkları ödül var ama o da enstrümantal mesela. Bak sana bir şey söyleyeyim. Bizim ilk 45’liğimiz ‘Ve Ölüm’ü de “Tip Top” adında bir Fransız filminde kullandılar. Adamlar plağı bulmuş, kullanmaya karar vermiş. Düşünebiliyor musun bu ne kadar harika bir şey? Eğer değerli bir şey yaptıysan, tarih mutlaka onu bulup çıkartıyor. Sen görürsün ya da görmezsin o ayrı ama sen yeter ki değerli bir şey yap. Bak yarım asır sonra oldu hem de ama maalesef film Türkiye’ye gelmedi.
Ben sizin yaratıcılık serüveninizi de çok merak ediyorum aslında. Müzikle başladığınız bir yaratıcılık hikayeniz var ama çok uzun yıllar da reklamcılık ve kreatif direktörlük yaptınız. Yaratıcılık ve reklamcılık sizin hayatınızda nasıl var oldu ve nasıl şekil değiştirdi?
Benim hayatımın rotası yaratıcılıktan geçiyor. Biz taklitten hep kaçtık. Bir şey yaratacaksak hep yeni bir şey yaratmaktı derdimiz. Babamın da etkisi oldu, o hep gemi maketleri yapardı hatta bir tanesini Amerikalılar satın aldı. Babam çok yaratıcıydı, evde merdiven altı bir stüdyo atölyesi vardı, bit pazarından sürekli bir şeyler alır ve orada yeni bir şeyler yapardı. Reklamcılık işi de kartvizitinde yaratıcı kelimesini kullanan tek meslek. Ben zaten grafik mezunuyum. Reklamcılığı da çok severek yaptım, 50 seneye yakın. Birçok ilki de gerçekleştirdim bu alanda. Fakat şimdiki piyasayı hiç bilmiyorum zaten reklamcılık da utanç verici bir hâle geldi. Eskiden insanlar oturup özellikle reklam izlerlerdi şimdi YouTube’ta bile reklam izlememek için para veriyor insanlar.
Neyi iyi yapabileceğimi bilerek hareket ettim hep…
Müzisyen kimliğiniz reklamcılığı, reklamcılık müzisyenliğinizi nasıl etkiledi peki? Çünkü reklamcılık da yaratımı süresince epey farklı yönlerden düşünmemizi gerektiren bir meslek.
Evet çünkü ikisinin de ortak noktası yaratıcılık. Ben reklamcılıkta her şeyi yaptım; müşteri temsilcisi bile oldum ama esas olarak yaratıcı yüzümle ağırlığımı koydum. Dolayısıyla temelde yaratıcılık olduğu için ikisini de birbiriyle çok bağdaştırdım. Bir de üçüncü konu var tabii, öğretim üyeliği. Derslerimi bile ben yazıyordum. Türkiye’de klasik müzikle ilgili bir kitap yazdım mesela. Onu da derse çevirdim. Birçok üniversitede o kitapla ders yaptım hep, öğrencilere klasik müzik dinletiyordum. Yaptıklarım arasında hep başarılı olduğuma inanıyorum, peki neden başarılı oldum? Müzisyenlik, reklamcılık ve öğretim üyeliği arasında hep aynaya bakmasını iyi bildim. Neyi iyi yapabileceğimi bilerek hareket ettim hep. Her şeye atlamaya gerek yoktu.
Şimdi sizin için yapılan bir tribute albüm geliyor, neredeyse her hafta bir yeni şarkı duyuyoruz. Peki sizce yapılan cover’lar aslına sadık mı kalmalı yoksa onu düzenleyen grup ya da müzisyenler tarafından başkalaştırılmalı mı?
Şimdi şarkıyı orijinaline benzetirsen “niye yaptın o zaman cover’ı” diye sorar dinleyici. Orijinali varken seni niye dinleyeyim ki yani? Orijinal şarkıdan yepyeni bir sound yakalayabiliyorsan o zaman tamamdır işte. Mesela Hayko Cepkin, güzel bir şey yapmıştı bizim için 2008’de ‘Ağlarsa Anam Ağlar’ı düzenlemişti bambaşka bir hâle çevirmişti. Şimdi Kum ve Bedeviler, o şarkıyı farklı bir noktaya taşıdı. Ben bunlara gerçek cover diyorum.
Gelmekte olan tribute albümde tam 15 tane yorum var. Siz bu şarkıların en çok hangisini beğeniyorsunuz? Hepsini dinleyebildiniz mi yoksa size de sürpriz mi oluyor çıktıkça?
Genel olarak çok genç arkadaşlar var albümde. Bu albüme çok da tribute albüm diyemeyiz bu arada. Daha çok cover bir çalışma bu. Ama özellikle sorarsan orada bir Türk Sanat Müziği yorumu var, Ayşe Ekiz söylüyor. Televizyonda keşfettim kendisini, TRT sanatçısı. Sesine hayran oldum, onu albüm kadrosuna aldık. İlk kez bir Üç Hürel şarkısı Türk Sanat Müziği repertuvarına giriyor sanıyorum. Şu ana kadar dinlediğim şarkıların da hepsini çok sevdim, lansmanda tanışacağım tüm arkadaşlarla.
Yakın zamanda Feridun Hürel olarak, sizden yeni çalışmalar duyma şansımız var mı?
Benim hiçbir projem yok, kendimi emekli olarak görüyorum artık. Ama az önce bahsettiğim sanatçı Ayşe Ekiz ile bir solo albüm yapıyoruz. Dört parçayı da dün kaydettik hatta harika oldu. İlk olarak bu dört parça çıkacak, ardından devamı gelecek. Türk Sanat Müziği olarak bir şeyler yapmak istiyordum zaten ancak yapılmışı da yapmak istemiyordum. Kayıtlar da içime sindi, yakında yayınlanacak.