Marteniçkamı bir bahar dalına asalı on beş gün bile olmamıştı ama 7 Nisan akşamı Moda Sahnesi’ne “Kozmik Korku ya da Brad Pitt’in Paranoyaya Kapıldığı Gün”ü izlemeye giderken ne giyeceğimi şaşırmış ve önlem niyetine yanıma şemsiye bile almıştım…
İşte iklim aktivistlerinin dünya günden güne ısınırken, doğal kaynaklar azalırken, vahşi hayvan türleri tek tek yok olurken kimi zaman meydanlarda, kimi zaman sanat galerilerinde haykırdığı ekolojik kıyametin gündelik hayatlarımızdaki en basit yansıması bu. Mevsimler değişiyor, “hava kurşun gibi ağır” ve gözümüzün önünde gezegenimiz bazı sinyaller veriyor. İşin en ahlaksız tarafı, tüm bu alâmetlerin farkında olmamıza rağmen, biz gamsız insanlar olarak, en azından büyük bir çoğunluğumuz hâlâ son model telefonlara, saç kurutma makinelerine ve plastiklere koşuyoruz. İşte “Kozmik Korku ya da Brad Pitt’in Paranoyaya Kapıldığı Gün” insanın bu ikiyüzlülüğüne odaklanıyor.
Danimarkalı yazar Christian Lollike tarafından yazılan bu oyun üç arkadaşın merkezde olduğu kapkara bir komedi. Lollike’nin başarısı ise popüler kültürün altını oyarken geliştirdiği zarif eleştiride saklı. Oyuna ismini de veren Brad Pitt, sahnedeki karakterlerin (Efsane Odağ Yıldız, Hakan Can Kargidanoğlu, Efe Taşdelen) zihinlerinde maceradan maceraya koşuyor. Karakterler tarafından daha çok üstgerçekçi senaryolarla bir fantezi nesnesi haline getirilen Brad Pitt kapımızdaki kıyametin yagâne kurtarıcısı, yeşil dünyamızın biricik barış elçisi, yok olan ormanların ve günden güne eriyen dev buzulların yüce hizmetkârıymış gibi hepimize kahramanlık etmek istiyor. Ama unutmayın ki Brad yakışıklı bir Hollywood yıldızı. Onu alkışlarla yaşatan halkları tehdit eden kıyametle ilgili kaygılarını dile getirmek için yine Hollywood’dan destek almalı. Tercihen büyük bütçeli bir gişe filminde oynayarak…
Yani Brad hem bir kahraman hem de hırsları olan bir insan. Hem dünyayı kurtarmanın derdine düşüyor hem de starlığından ödün vermiyor. Oyunun merkezindeki iddia da böylece son derece güçlü bir şekilde izleyicileri sarsıyor: Küresel felaketler karşısında yaşadığımız endişelere rağmen tek başına yetersiz kalacağımız önyargısıyla günün sonunda hiçbir şey yapmamayı tercih ediyoruz. Çünkü doğamız gereği endişelerinden ziyade arzularından yana olan çelişkili ve absürt varlıklarız.
Şunu söylemek gerekir ki insan doğasının bu absürtlüğü oyuncuların “cool” pozlarıyla birlikte verilen repliklerle ve gerçekten, ama gerçekten, itici bir şekilde ortaya konuyor. Ancak oyun ilerledikçe, tempo yükseldikçe ve metnin ana meselesi çözüldükçe en iyi eleştirinin ancak böyle mümkün olabileceğini anlıyoruz.
Yazar bir yana, çevirmen Leyla Tamer’i, oyuncuları ve yönetmen Kemal Aydoğan’ı da ayrı ayrı tebrik etmek gerek. Çünkü yadırganmaya son derece müsait bu metin Türkçeleştirilirken ve yerlileştirilirken büyük bir emek verildiği ortada. Örneğin Hakan Can Kargidanoğlu’nun birden “Sahura Doğru” sunuyormuş gibi konuşması şahaneydi. Elbette oyuncuların senkronu, mikrofon konuşmaları, aksesuarlar ve bir alt metin olarak Efsane Odağ Yıldız ile Efe Taşdelen’in şehvet olumlayıcı halleri de cabası.
Kısacası bu oyun, doğaya dair endişelerimizi ve gamsızlığımızı aynı anda görmek ve gülmek için izlenmeli. Hem de İstanbul’un semalarında baharın habercisi göçmen kuşlar hâlâ dönedururken. Oyunu 21 ve 22 Nisan tarihlerinde Moda Sahnesi’nde izleyebilirsiniz.