Yeni albümleri Hadal Zone‘u kısa süre önce yayınlayan başarılı ekip Geeva Flava’yla sohbet ettik.
Sebla KOÇAN / [email protected]
Kendilerini “evrensel hikâye anlatıcıları” olarak tanımlayan ve 2013 yılında kurulan Geeva Flava; Aybars Gülümser, Burak Erensoy, Arda Semercioğlu ve Atakan Türkan‘dan oluşuyor. Caz, rock, halk müziği ve progresif türlerini harmanlayarak ortaya kendilerine has bir sound yaratıyor ve bir nevi dinleyeni masal alemlerine sürüklüyorlar. Son albümleri, denizde olmayı belki de en çok istediğimiz bu dönemde, okyanusun altındaki en derin bölgeyi tanımlayan Hadal Zone adında. Albümdeki şarkılar da denizde olmak gibi hissettiriyor insana: Bir yanıyla büyük bir huzur, bir yanıyla bilinmeyenin getirdiği hafif tedirginlik, mutlak bir kayboluş ve rahatlama hissi… Dikkatli kulakların zaten bir süredir radarına aldığı Geeva Flava’yı Dergy sayfalarına konuk ettik.
Hadal Zone, okyanusun 6 bin-11 bin metre altındaki, ışığın ve bitkinin olmadığı en derin bölgesi. Albümünüzün de su altıyla ilgili olduğunu biliyoruz, bu ismi seçmenizdeki anlamı, Hadal Zone’un arkasındaki felsefeyi bize biraz anlatabilir misiniz?
Hadal Zone kavramına ilk olarak Kurzgesagt’ın bir belgeselinde rastladık. O video albümün fikir olarak çıkış noktası, orijini diyebiliriz. Işık var tabii ama bildiğimiz türden değil. Bitkiler ve canlılar da aynı şekilde. Balta girmemiş orman, ayak izi olmayan boyunu aşan kar yüksekliği, bedevisiz çöl… Bize hep cazip gelen, bir bilinmeyene yolculuk söz konusu. Orada hayal kurup gerçekliği yeniden oluşturmak da günlük yaşamdaki kavramlara göre daha eğlenceli ve yaratıcı geliyor bize. Böyle bir albümü görselleştirmeden de olmazdı. Daha doğrusu biz çaldık, Cem Ozan Çetintaş çizdi diyelim. Hadal Zone’un çizgi romanına internet sitemizden (geevaflava.com) ve Instagram sayfamızdan erişebilirsiniz efenim.
İlham kaynaklarınız neler? Ne gibi şeylerden etkileniyor, nasıl bir ruh haliyle besteler yapıyorsunuz?
Bizce müzik yaşantıyla oluşan bir şey. Gündelik hayattaki deneyimler, konuşmalar, mimikler genelde birtakım işaretler veriyor. Bunları birer nokta gibi düşünürsek, kalanı onları bağlamak ve bir nevi mimariyi oluşturmak oluyor. Bizim işe yaklaşımımız oturdukça metodolojik zorluklar da azalmaya başlıyor. Sadece bu fikirleri doğru bağlamda bir araya getirip sunabilmek ve içeriğindeki enstrümantasyonu, armoniyi, kompozisyonu, miksajını vs. bir bütün olarak iyi seçerek ortaya koymak gerekiyor.
Sonuçta anime izleyerek de kafamızda bir parça belirebilir; tuvalette veya duştayken de düşlerindeki albümü kafanda bitirebilirsin. Bizce önemli olan, bu gezdiğin ruh hallerinde müziğe hizmet etmekten çok o ruh halini konserve ederek yaşadığın “eşsiz modu” çoğaltılabilir ve paylaşılır kılabilmek. Sanırım bu yüzden profesyonelliğin diğer bir karşılığı kaşarlanmak. Bunun da çözümü amatör bir ruhla devam edebilmekten geçiyor olabilir.
Aslında dikkatli kulaklar sizi 2013’ten bu yana takip ediyor. Hadal Zone’un yayınlanmasıyla da pek çok dinleyici tarafından keşfedildiniz. Daha geniş kitlelere ulaşmak gibi bir hedefiniz var mı? Dinleyicilerin iyi yorumlarıyla karşılaştığınızda neler hissediyorsunuz?
Tabii ki var. Biz yüz binlere konser vereceğiz. Ciddiyet bu 🙂
Esasen öyle bir konumda olsan da olmasan da bu ciddiyeti bırakmamak gerekiyor. Nereden geldiğini unutmamak gibi. İşini iyi yapmak çok çok çok çok çok önemli. Hadi biz müzisyeniz, sadece doğru notaları vuralım diyemiyoruz. Bu çağın getirdiği bir olgu. İşini elinden geldiği kadar iyi yapmak ve yetkinleşmek çok önemli. Bizce dünyayı yaşanabilir ya da katlanılamaz kılan şey de burada bitiyor. Şanslıyız ki etrafımızdaki insanlarla yaptığımız müziklerle buluşabiliyoruz. Bunu pandemi zamanında yazı ve sözlerle duymak bile müthiş bir şey. Ama gerçekten temas etmek, bizim için en güzel opsiyon. Bu da sahneden geçiyor. Fazla konuşmaya gerek yok açıkçası. Bu özgürlüğe sahip olmayı bile özledik yahu. Lüks gibi geliyor şimdi; el sıkışmak, sarılmak, kadeh tokuşturmak… Peh.
Pandemi nedeniyle sahne alamıyor olmak pek çok müzisyen için sıkıntı verici ve üzücü oldu. Bu dönemi sizler nasıl yaşıyorsunuz, salgın sürecinin sizde nasıl yankıları oldu? Sahnede olmanın sizin için anlamı nedir?
Biz ilk kapanan ve en son açılan sektördeyiz sanırım. Rahatça bir araya gelip albümün çıkışını bile kutlayamadık. Uzak kalıyorsun bir şekilde. Bu tarz kriz durumlarını fırsata çevirmezsen de ilerleme yolu kalmıyor. Biz de çalışıyoruz işte. 3 ayrı ay bir araya gelip kapanarak çalıştığımız zaman aralıkları oldu. Tek olarak da hala devam ediyor. İşler pek bitmiyor. O koltuktan bu koltuğa zıplayıp çalışıyoruz. Aslında “amacını” bir şekilde hayatta tutabiliyorsan akli dengeni de koruyabiliyorsun, yoksa yaşanacak zaman değil yani. Eh heh he.
Albümde yer alan GUARDIAN II’de Aga B ve Ethnique Punch’ın vokallerine rastlıyoruz. İlk kez Geeva Flava sound’u içinde rap müzikle bir dirsek teması olduğunu söyleyebiliriz. Bu şarkının gelişimi nasıl oldu? Aga B ve Etnique Punch’la nasıl işbirliği yapmaya karar verdiniz?
Hip-hop kültürü bize çok uzak değil sanılanın aksine. South Minneapolis’deki underground rapçilerden tut, ana akımda ilerleyen yerli-yabancı bu genre’yı yaşayan insanları yakından takip ediyoruz. Trap günümüzün popüler müziğine damga vurmadan önce de bizim kulağımızda rap dönüyordu. Bazen bu tarz eleştiriler de geliyor bize, “BBNG mi olmaya çalışıyorsunuz”, “sizin soundunuz bu değil” diye. Lol. Bizim sound fena değil şu an sanki. Güzel şeyler deniyoruz. Beraber çalıştığımız rapçilerin ikisi de zamansız iş yapan insanlar ve flow’una, emcee’liğine, duruşuna saygı duyduğumuz kişiler. Yazılarının da arkasında
güzel hikayeler var. Bizce tam bizlik.
Klipleriniz için de en az sound’unuz kadar özenli çalışmalar yapıyorsunuz. GUARDIAN II, Kelek, Lagoon gibi şarkılarınız için çok dikkat çeken klipler yaptınız. Bu kliplerin devamı gelecek mi? Kliplerinizin çekim aşamalarında ne kadar işin içine dahilsiniz?
En büyük hayallerimizden birisi bir filme, animasyona, herhangi bir görsel seriye müzik üretmek. Müziğin zaman içinde görsel bi akışta yayılması durumu bizi epey etkiliyor. O yüzden parçalar için video klibi oluşturmak da müthiş keyifli bir iş oldu bizim için. Hadal Zone işlerinde Aylin Aslan, Can Özen, Altay Erlik ve Akif Kaynaryan gibi isimlerle çalıştık. Hepsi dünya yeteneklisi insanlar. Biz içeriği daha çok beraber oluşturmayı tercih ediyoruz ama bazen kurgu, hikaye değişebiliyor da, ki değişsin de. İş bölümüne inanmak ve karşı tarafla beraber ortaya çıkan üretime saygı duymak bizce oldukça önemli, çünkü zaten herkesin tek bir ağızdan çıktığı ve tek bir kulakta duyulması, tek çift gözde görülmesi gereken işler üretmek değil amacımız. Burada farklı hikayeler türüyorsa bu bizim için zenginlik demektir.
Rock, funk, halk müziği, progresif ve hatta rap öğelerini de kullanarak çok katmanlı caz müzik yapıyorsunuz. Türkiye’de caz müziğin alıcısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Eskiye oranla ülkemizdeki caz müzik dinleyicisi sizce değişti mi?
Genelde müzik kategorilerinde ve genellemelerinde pek başarılı gözlemlerimiz yok, ya da bundan çekiniyoruz diyelim. Bizce müzik özgür şu an. Bir yandan sabah 9 akşam 5 mesai bitiminde Nardis’de soluğu alıp viskisini yudumlayarak eşlik eden tayfaya yakın hissetmiyoruz pek. Bu eleştiri birçok müzik tarzı dinleyicisi için de geçerli. Ama en güzeli de şu; bu kısmı küçümseyip atlamamak. Çünkü orada da acayip hikayeler var gibi.
Yani günün sonunda caz dinleyenin farklı heyecanlar aradığını biliyoruz. Biz de öyleyiz çünkü. Bop alemine selam. Türkiye’de çok yetenekli olan ve beraber iş yapmak istediğimiz bir sürü insan var. Bu kliplerin, canlı performans işlerinin veya müthiş “uçuk kaçık” fikirlerin devamı gelecek tabii ki. Hatta şu sıralar bizi pek heyecanlandıran bir live session üzerinde çalışıyoruz.
Bugüne kadar unutamadığınız, sizde iz bırakan performansınız hangisi oldu?
2-3 sene önce Salon İKSV’de bir konser vermiştik. Nedense orada her şey eksiksiz gibiydi. Başladı ve bitti. Akarsız kokarsız. Ne güzeldi ya.
Henüz Hadal Zone yeni yayınlandı ama 2021 için başka planlarınız da olacak mı?
Üretkenliğimizin en çılgın zamanlarına yaklaşıyoruz. Ayaklar yerden havalandı biraz biraz, şu an durmak pek olmaz. Çok sıkı geliyoruz 🙂
KISA KISA
ARDA:
● En son izlediğim ve beni çok etkileyen film The Royal Tenenbaums
● Son zamanlarda bağımlısı olduğum albüm Nerve – Nerve (2017)
● Pandemi bittiğinde koşa koşa gidip görmek istediğim ülke Japonya
● Moralim bozukken dinlediğim ve beni yükselten şarkı Brooklyn Funk Essentials –
By and Bye, Tortoise – TNT
● Playlist’imdeki en dirty pleasure şarkı… Dinlediğim hiçbir şey dirty pleasure’ım
olmadı 🙁
● Telefonumda en çok kullandığım uygulama Instagram
● İzleyicisi olarak gittiğim ve beni çok etkileyen konser Robert Glasper
ATAKAN:
● En son izlediğim ve beni çok etkileyen film Miyazaki – Spirited Away
● Son zamanlarda bağımlısı olduğum albüm Slum Village – Fantastic, Vol. 2
● Pandemi bittiğinde koşa koşa gidip görmek istediğim ülke Hollanda
● Moralim bozukken dinlediğim ve beni yükselten şarkı Sister Cheryl – Tony Williams,
Mac Miller – Good News
● Playlist’imdeki en dirty pleasure şarkı İbo – Ben Ne Biçim Serseriyim
● Telefonumda en çok kullandığım uygulama Instagram
● İzleyicisi olarak gittiğim ve beni çok etkileyen konser Mike Stern
AYBARS:
● En son izlediğim ve beni çok etkileyen film American Beauty
● Son zamanlarda bağımlısı olduğum albüm Da Poet – Kendini Bul
● Pandemi bittiğinde koşa koşa gidip görmek istediğim ülke Japonya
● Moralim bozukken dinlediğim ve beni yükselten şarkı Incognito – Parisienne Girl
● Playlist’imdeki en dirty pleasure şarkı Cengiz Kurtoğlu – Seviyorum
● Telefonumda en çok kullandığım uygulama Twitch
● İzleyicisi olarak gittiğim ve beni çok etkileyen konser İlhan Erşahin – Istanbul
Sessions
BURAK:
● En son izlediğim ve beni çok etkileyen film El hoyo (Platform)
● Son zamanlarda bağımlısı olduğum albüm Flying Lotus – Yasuke
● Pandemi bittiğinde koşa koşa gidip görmek istediğim ülke Japonya
● Moralim bozukken dinlediğim ve beni yükselten şarkı Roberta Flack – Feel Like
Makin’ Love
● Playlist’imdeki en dirty pleasure şarkı Oasis – Wonderwall
● Telefonumda en çok kullandığım uygulama Twitter
● İzleyicisi olarak gittiğim ve beni çok etkileyen konser Marcus Miller