Yıldızlar geçidi gibi bir kadroyla 10 şarkıdan oluşan ve 30 yıllık müzik hayatının bir özetini yansıttığı “Prodüktör” albümünü dinleyiciyle buluşturan usta prodüktör Genco Arı ile hem albümü hem de kendisinin müzik üretimi dinamiklerini konuştuk. Arı’nın müzikteki deneyimlerini kendisinden dinlemek için sizi de sohbetimize alalım!
Batıkan BAKSI / [email protected]
Son çıkan ve içinde 10 farklı ismin sesini duyduğumuz “Prodüktör” albümünü “kariyerinizin özeti” olarak tanımlıyorsunuz. Bu albümü yaratırken sizi en çok zorlayan ya da heyecanlandıran süreçler nelerdi?
Öncelikle albümün analog olarak kaydedilmesi ve sound tasarımlarının kendim tarafından yapılması çokça zamanımı alan ve zorlu bir süreçti. Heyecan kısmına gelirsek şarkıların varacakları noktaları öncelikle kağıt üzerinde tasarlayıp, notalarını yazıp, hassas noktalarına, trafiklerine şarkı sözlerinin esas alınmasını dikkat etmek, heyecan yaratmakla beraber belirli bir stres oranı da yarattı.
“Prodüktör” albümünüzle Quincy Jones’a bir selam gönderdiğinizden bahsediyorsunuz. Quincy Jones’un müziğiniz üzerindeki etkisinden ve onun gibi bir prodüktör olma vizyonundan bahsedebilir misiniz?
Bildiğiniz üzere dünyanın en büyük ve en güzel işlerini yapmış çok büyük bir prodüktörden bahsediyoruz. Kendisinin aynı zamanda caz müzisyeni olması ve büyük bir kompozitör olmasının yanı sıra, “gerçek bir müzikal değer taşıyan hit nasıl yaratılır ve yüksek sanattan ödün vermeden başarıya nasıl ulaşılır” sorularının cevabı kendisinde ve eserlerinde gizlidir. Elbette bu yakıştırmayı kendime uygun bulan kişi ben değilim; dünya müzisyenlerinden çok kıymetli onlarca dostumun ortak kanaati ve ülkemizdeki müzik üretiminde durduğum noktadaki netlik. Müziğimdeki tesiri ise ilk akla gelenin aksine Michael Jackson değil, öncelikle kendisinin büyük orkestra aranjmanlarının transkripsiyonlarıyla başlamıştır. Sonrasında bana kalırsa dünyanın en büyük pop müzik albümü olan Michael Jackson‘ın “Thriller” albümüne hayranlığım ve analitik yaklaşım ile kendisinin müziğini teorik olarak ve kayıt tekniklerinde kullandıkları müthiş detaylarla, müziğin esasen kayıt esnasında tercih edilen materyaller ile oluşturulduğunun büyüsüne kapılmam ile başladı. Burada es geçemeyeceğimiz çok önemli bir isim daha var; geçen yıllarda kaybettiğimiz Bruce Sweden ustamızın kayıt ve mix mühendisliğindeki insanüstü duyumu ve başarısının çok büyük tesiri olduğunu da eklemek isterim.
“Hangi şarkının kimlerle en iyi örtüşeceğine aslında zaman ve tecrübe karar verdi…”
10 farklı sanatçının yer aldığı bu albümde, her biri için en doğru şarkıyı nasıl seçtiniz? Şarkıların kimlerle en iyi örtüşeceğine nasıl karar verdiniz?
Şarkı seçimleri ve şarkıcılarla eşleştirilmesi konusu başlı başına bir emek. On farklı sanatçının ve on farklı türün aynı albümde olması, esasen epey iddialı bir düşünce. Ancak mesleki anlamda sektörde geçirdiğim 30 yılın ve bu yıllar içerisinde yarattığım müzik, müzik insanlarının “efsane” diye adlandırdıkları onlarca hit şarkıya imza atmam ile cesaretlendim. Bu süreçte ve sayede, funk pop, disko, R&B, soul, house, orkestral müzik, senfoni ve hatta koro içeren bu kıymetli sanat eserini başarıyla oluşturabildim. Bunların içerisinde elbette en etkileyici olanlardan ikisi, birincisi eşim ve prodüksiyon şirketimizin ortağı kıymetli Burcu Arı’nın seslendirdiği, sözü müziği rahmetli Ertuğ Ergin kardeşime ait olan ‘Tek Yürek’ şarkısı, bir diğeri ise ülkemizin yetiştirdiği değerli multi talent Cem Yılmaz ile yaptığımız “Ayzek” filminin müziği. Uzun sözün kısası, kimlerle en iyi örtüşeceğine aslında zaman ve tecrübe karar verdi.
Albümde hem elektronik hem de analog bir dünya yaratılmış. Ki sizin analog enstrümanlar kullanmayı ve prodüksiyonda bu yönü tercih ettiğinizi de iyi biliyoruz. Bu ikiliği dengeleme sürecinden ve size sağladığı yaratıcı özgürlükten bahseder misiniz?
Aslına bakarsanız yaratıcı özgürlük kısmı günümüz şartlarında tam bir Don Kişot’luk. Çünkü çalıştığım sanatçıların tamamı çok meşgul. Sürekli konserlerde, gösterilerde ya da filmlerde, dizilerde günlerini, saatlerini yoğun geçiren kimseler ve analog çalışmada herhangi bir değişiklik ya da revizyon yapmak gerekmesi, inanın bu kadar zamanla yarışan bir projede pek akıl kârı değildi. Fakat projelerim şükür ki neredeyse revizyon istemiyor. Bu da aslında, benim sanatçılarımı çok iyi tanımam, sevmem ve anlamak istememden kaynaklı. Dijital konusuna gelecek olursak da; elektronik olarak duyulan sound’ların tamamı da analog olarak kaydedildi. Yani bir loop ya da hazır bir örnekleme kullanarak değil, yaratılarak yapıldığı için elektronik müzikteki uygulamaların da tamamı analog olarak ifade edilebilir. Fakat özgürlük diyemem 🙂
“Kayıt almak sadece mikrofonu koymak ve kayıt tuşuna basmaktan ibaret değil!”
“Prodüktör”deki sanatçıların performansları hakkında dikkatinizi çeken ve sizi en çok etkileyen şeyler neler oldu? Cem Yılmaz, Teoman, Göksel, Melek Mosso, Evrencan Gündüz ya da Günce gibi isimlerle çalışırken nasıl bir sinerji yakaladınız?
Yani klasik cevaplardan gitmek istemiyorum fakat her biri bambaşka güzellikteydi. Ancak bunların içerisinde vokal kayıtlarında en çok etkilendiklerimi sizinle paylaşmak isterim. Öncelikle kayıt almak sadece mikrofonu koymak ve kayıt tuşuna basmaktan ibaret değil. Bunu müzikle ya da ses mühendisliğiyle ilgilenen herkes elbette daha iyi anlayacaktır. Lakin Ayşe teyzenin de anlaması için size anlatmak isterim: Her şarkıcının sesi kendine has ve biriciktir. Lakin belli başlı kayıt teknikleri ve mikrofonlamalar endüstri standardı veyahut icatlar yaratarak kişiye özel hâle getirilmelidir. Bu sebeptendir ki on şarkıcı, on ayrı solist mikrofonu demek ve on ayrı kayıt zinciri oluşturacak ekipman, ekipmanları kullanma becerisi ve doğru eşleşmeler yapma amacı ilk sırada yer alır. Tüm bu bahsettiklerimin üzerine Göksel’in kaydını da, Burcu’nun kaydını da, Melek’in kaydını da kaydederken büyük bir zevk, hüzün ve memnuniyet yaşadım. Fikri Karayel’in özellikle back vokal kompozisyonlarının kayıtları esnasında Fikri’nin yaşadığı memnuniyet, heyecan ve müzikal tatmini görmek ise bana, “evet bu ülkenin güzel insanlarına bu kalite layıktır, iyi ki birçok şeyden vazgeçip ülkeme faydalı olmayı seçmişim” dedirtmiştir.
Farklı türleri bir araya getirme konusundaki başarınız tartışılmaz. Çok farklı türlere ait albümlerin künyesinde adınızı gördüğümüzde şaşırmıyoruz aslında. Bu çeşitlilik sizin için bir risk mi yoksa doğal bir sonuç mu?
Nereden baktığınıza göre değişir. Eğer tıklanma ve dinlenme odaklıysanız ve kariyerinizi bunların üzerine kurmak istiyorsanız risk. Ama yoldaysanız ve yolculuktan zevk alıyorsanız, çeşitlilik müzikal tüm anları paylaşmak ve bunlar içerisinde “ne kadar dinlenir” kaygısı olmadan yarattığımız güzel müziklerin bir anda milyonlarca insan tarafından dinlenmesinin verdiği gururla sonuçlanıyor.
30 yıllık müzik yolculuğunuza baktığınızda, sizi bugünkü Genco Arı yapan en önemli dönüm noktaları nelerdi? Bu süreçte sizi en çok etkileyen olay ya da kişiler oldu mu?
Benim için bugünkü Genco’yu Genco yapan dönüm noktası 17 yıl önce verdiğim bir kararla başladı. Birtakım bağımlılıklarla ilgili 21 günden, üç kez toplamda 63 gün rehabilite olduktan sonra gerçek özgürlüğün her istediğini yapmak değil, istemediğin şeyi yapmamak olduğunu anlamamla başladı. Müzikal anlamda daima aynı yetenekte ve donanımdayım, lakin sürdürülebilir bir başarı için net ayık ve disiplinli bir hayatı seçmek gerekli. Seçimlerimden son derece memnunum. Aile yaşantıma çok önem veriyorum ve bu sebeple de bugün 30 yıllık bir müzik kariyerim var diye değil 30 yıldır hâlen sizlerle var olabildiğim için memnuniyet duyuyorum.
“Hayatın tamamının bilime dayalı ve diğer yandan metafizik ile katmanlı bir biçimde, kavraması çok zor bir satranç oyunu olduğunu düşünüyorum!”
Müzik prodüktörlüğünü bir sanat ve bilim olarak tanımlıyorsunuz. Sizce bir prodüktör, bir projeye gerçek anlamda nasıl “ruhunu” katar?
Aslına bakarsanız sadece müzik prodüktörlüğünü değil hayatın tamamının bilime dayalı olduğunu ve diğer yandan metafizik ile katmanlı bir biçimde, kavraması çok zor bir satranç oyunu olduğunu düşünüyorum. Benim ruhtan anladığım eğer bir yaratıcı varsa ve sizler de benim gibi yaratıcıya inananlardansanız benim bakış açım şu şekilde: “Tanrının varlığı ve kudretinin seslere dönüşmesi ve bu dönüşen seslerin bir enstrümanist olarak, bir kompozitör olarak ya da bir şarkıcı olarak bizleri bir arabirim olarak kullanıp, bedenlerimizden kendi ruhunu ve varlığını dünyaya indirme biçimi” olarak yorumluyorum. Belki bu yorumum size çok romantik gelebilir ama illa serseri olmak gerekmez biraz da romantik olmalı 🙂
Peki siz projelere ruhunuzu katarken çalıştığınız sanatçıların kendi kimliklerini ifade edebilmelerine ne kadar alan bırakıyorsunuz?
İşte çok zekice ve çok mühim bir soru. Bu albüm özelinde konuşursak albümdeki sanatçıların tamamının kendilerine ait stil ve tarzları zaten var. Bu yüzden onlar ile yaptığım çalışmada onların kendilerini tanımlamalarına alan açmak yerine şu cümleyi kullanabilirim: “Onlarla birlikte yol aldık.” Lakin henüz sound’ları, stilleri oturmamış başka sanatçı arkadaşlarım ve sanatçı adayları için şu yöntemi kullanmaktayım: Buluştuğumuz ilk andan itibaren hayalini, nerede olmak istediğini, şu anda olduğu yerin neresi olduğunu, bulunduğu yerin farkında olması için gerekli kibirsiz bilgilendirmeyi yapmaya özen gösteririm. Kişiye özel oluşturulacak olan prodüksiyon denilen süreçte; besteyi, sözü, hayalleri ve mevcut kabiliyeti ne kadar geliştirebileceğimizi öngörerek, sanatçımı, emin olduktan sonra prodüksiyon sürecinde müzikal manada işime pek karıştırmam. Ama elbette saygı, sevgi ve belli bir üslup çerçevesinde gerçekleşen her türlü olasılığa da daima açığım. Yeter ki zarif bir dille ve kendi fikri olduğundan emin olduğu bir şekilde arzusunu dile getirsin. Pek iyi bilirsiniz ki ülkemizde müzikle ilgili herkesin bir yorumu, bilgisi hatta maalesef iyi ya da kötü gibi haddini aşan yersiz bir özgüveni var. Eğer sanatçının kendi fikriyse ve bu projenin akibeti için faydalıysa muhakkak iş birliği yapmaktan yanayım. Ama tekrar söylüyorum kendi fikri ise…
“Prodüktör” albümünün ikinci kısmını hazırlamaya başladığınızdan bahsediyorsunuz. Bu yeni projede bizi ne tür sürprizler bekliyor? İkinci kısımda da yine farklı türlerde ve sanatçılarla mı çalışacaksınız?
Albümün ikinci kısmı ile ilgili çalışmalara şimdiden başladım fakat takdir edersiniz ki bir albüm hazırlamak pek de kolay olmuyor. İkinci kısımda da tıpkı burada gördüğünüz üzere yeni şoklarla karşılaşabilirsiniz. Yani isimler sürpriz. Albümün yakın zamanda bir lansman konseri olacak; 20 Ocak‘ta Zorlu PSM’de gerçekleşecek. Konserden daha çok izleyenlerin yepyeni deneyimlere şahit olmalarını hedeflediğimiz bir gece olacak. Aynı zamanda prodüktör albümünden ve bunca yıllık dostluklarımdan edindiğim güzel repertuvarımızı piyano-vokal ikilisi olarak performe edeceğimiz yepyeni konser anlaşmaları da yapmış bulunmaktayız. Bunlardan ilk 10 konseri Zorlu PSM ile sonraki 5 konserde ise Dorock ile anlaşarak dinleyicilerimize sürpriz bir haberi de sizin vasıtanızla vermiş olmak isterim. 20 Ocak’ta lansmanımıza hepinizi bekliyoruz. Sevgiler.