Her gün haberlerde gördüğümüz, çoğunlukla ertesi gün unuttuğumuz görece gerçek trajedilerin bıraktığı ufak korkular ile filme aktarıldıklarında yıllarca adı anılan ve kalıcı travmalar bırakan sinema klasiklerinin arasında nasıl bir fark var?Sinema sanatının günlük hikayeleri nasıl da kültleştirebildiğine dair örnekler arıyorsanız kesinlikle gerilim filmlerine göz gezdirmenin faydası olacaktır. İşte esinlendikleri gerçek hikayelerin etkilerini sollayan 10 gerilim filmi!
“The Birds” (Alfred Hitchcock, 1963)
Gerçek hayatta şahit olmayı isteyebileceğiniz en son manzaralardan biri muhtemelen Alfred Hitchcock’un 1963 yapımı korku klasiği “The Birds”dekine benzer bir kuş sürüsü istilasıdır. Fakat ne kadar inanmak istemesek de söz konusu istila maalesef gerçek olaylara dayanıyor. Film her ne kadar Daphne du Maurier’nin aynı adlı kısa romanından uyarlanmış olsa da Hitchcock’un aklına filmin fikrini sokan aslında 1961 yılında Kaliforniya’ya bağlı sahil kasabası Capitola’da gerçekleşen kuş sürüsü saldırıları haberi oluyor. Olaydan sadece bir ay sonra senaryo çalışmalarına başlayan Hitchcock ve senarist arkadaşı Evan Hunter gerçekte yaşanan sahneleri filmde canlandırmaya çalışmışlar.
“Poltergeist” (Tobe Hooper, 1982)
Korku filmlerinin usta yönetmeni Tobe Hooper’ın klasik filmi “Poltergeist” da zamanında medyaya yansımış gerçek bir olaya dayanıyor. 1950’li yıllarda ülkedeki tüm haberlerde Long Island banliyösünde gerçekleşen garip olaylar yer alıyordu. Hermann ailesinin yaşadığı evde kendiliğinden hareket eden cisimlerle başlayıp ciddileşen paranormal aktiviteler üzerine ne kadar araştırma yapılsa da bugün hala mantıklı bir açıklama bulmuş değil. Yine de Hooper ve ekibine ilham oldukları için sinemaseverler olarak bu aileye minnettar olmalıyız belki de.
“The Conjuring” (James Wan, 2013)
Bu kez özellikle 1970’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde ülke gündemini meşgul etmiş paranormal araştırmacı çift Ed ve Lorraine Warren’ın hikayesi, yıllar sonra kendilerini başrole yerleştiren bir seri filmle sinemaya aktarıldı. Her ne kadar yıllar önce özellikle Amityville kasabasındaki olaylardan esinlenen filmlerde Warrenların dahil oldukları araştırmalar yer alsa da James Wan’ın 2013 tarihli “The Conjuring”inde olduğu kadar detaylı yaklaşamamıştık çiftin hayatına. Lorraine’in durugörü yeteneği ve Ed’in demonoloji hakkındaki bilgileriyle “lanetlenmiş” mekan ve objeleri inceleyen ikilinin hayatlarını yakından izlemeye devam ediyoruz.
“Annabelle” (John R. Leonetti, 2014)
Warrenlarla ilgili filmlerin belki de “The Conjuring” ile birlikte en ünlüsü. Wan’ın filminin hemen bir sene ardından daha sonra kendi serisine sahip olacak bir devam filmi olarak doğdu “Annabelle”. Ed ve Lorraine Warren’ın bugün artık müze haline gelen büyük paranormal koleksiyonunun en ünlü parçası haline gelen lanetli porselen bebek Annabelle de aslında gerçek ve bizzat Warren Okült Müzesi’ndeki cam kafesinde oturuyor. Warren çiftiyle ilgili yıllardan beri süren dolandırıcılık iddialarına rağmen hala ciddi bir çoğunluk onlara ve hikayelerine inanmakta.
“Dead Ringers” (David Cronenberg, 1988)
1975 yılında New York’ta ikisi de jinekolog olan ikiz kardeşler Stewart ve Cyril Marcus’un aynı anda aşırı doz sebebiyle hayatlarını kaybetmesi muhtemelen pek çokları için ilginç ama kolayca unutulabilecek bir haber olmuştur. Ancak tahmin edebileceğiniz gibi David Cronenberg o çoğunluğun içinde değildi. Body-horror alttürünü kendi ismiyle birlikte andıran efsane yönetmen Cronenberg için bırakın ilgi çekici olmayı, bulunmaz bir ilham kaynağı değeri taşıyordu bu haber. Tabii ki kendine has yorumuyla kurmaca bir senaryoya dönüştürdüğü hikayede insan doğasının “derinliklerine” inmeyi ihmal etmediği “Dead Ringers”da Marcus kardeşlerin ikisine birden hayat veren Jeremy Irons’ın performansını da unutmamak gerek.
“Zodiac” (David Fincher, 2007)
Kimilerine göre onca unutulmaz filme imza atmış David Fincher’ın bugüne kadarki en iyi filmi olan “Zodiac” da konusunu gerçek seri katilden alan bir polisiye-gerilim. Film, 1960’lı yılların sonları ve 1970’li yıllarda San Francisco’da aktif olmuş ve bugün hala Amerikan tarihinin en ünlü çözülememiş cinayet dosyası olarak anılan Zodiac Katili’nin hikayesini anlatıyor. Hiç yakalanamadığı için gerçek kimliği bilinmeyen meşhur seri katil, ardında bıraktığı bulmacalar ve peşindeki polisleri yönlendiren alaycı mektuplarıyla tanınıyor.
“Memories of Murder | Salinui Chueok” (Bong Joon-ho, 2003)
2019 yılında “Parasite” ile Akademi Ödülleri tarihine geçen Bong Joon-ho, bugünden tam 20 yıl önce çektiği ve artık kültleşmiş polisiye-gerilim “Memories of Murder” ile de adından söz ettirmişti. Tıpkı “Zodiac” gibi gerçek bir seri katilin hikayesini perdeye aktaran film, Güney Kore tarihinin kayıtlara giren ilk seri cinayet davasına odaklanıyor. Güney Kore’de Zodiac Katili’yle sık sık karşılaştırılan Lee Choon-jae’nin peşindeki dedektiflerin hikayesini izlediğimiz film türünün en iyi örneklerinden modern bir klasik.
“A Nightmare on Elm Street” (Wes Craven, 1984)
Bu, gerçekten şaşırtıcı… 1980’li yılları kasıp kavuran ve kötü adamı Freddy Krueger’ı bir pop ikonuna dönüştüren “A Nightmare on Elm Street”in, her ne kadar vaktinde bahsi edilmemişse de yıllar sonra yaratıcısı Wes Craven tarafından gerçek olaylardan esinlenerek yaratıldığı açıklanmıştı. Filmin 30. yıldönümünde Vulture’a verdiği bir röportajda Craven, filmin fikrini 1981 yılında haberlerde okuduğu, bir yıl içinde uykularında ölen 26 genç erkeğin hikayesinden aldığını söylemişti. O dönem birçok insanı uykusundan eden bu olay yine de üç yıl sonra çıkacak film kadar etkili olmuş mudur, bilinmez.
“The Lighthouse” (Robert Eggers, 2019)
Günümüzün en ilgi çekici yönetmenlerinden Robert Eggers’ın 2019 yılında kardeşiyle birlikte yazdığı “The Lighthouse”un senaryosu da asırlar öncesinden bir hikayeye dayanıyor. 1801 yılında kaydı tutulmuş hikayeye göre Galler’in Pembrokeshire bölgesinin açıklarındaki bir kayalıkta yer alan Smalls Deniz Feneri’nde bir trajedi yaşanmış. Daha önce husumetleri olduğu bilinen iki fener bekçisi Thomas Howell ve Thomas Griffiths ıssız kayalıklarda aynı göreve gönderilmişler ve sonu hiç de iyi olmamış. Filmdeki karakter isimlerinden açıkça referans edildiğini gördüğümüz bu efsane, Britanya’daki deniz feneri yönetmeliğinde değişiklikler yapılmasına dahi sebep olmuş.
“The Silence of the Lambs” (Jonathan Demme, 1991)
Gerilim türü deyince akıllara gelen ilk yapımlardan beş dalda Akademi Ödülü sahibi “The Silence of the Lambs” de doğrudan olmasa da gerçek hayattan esinlenerek yaratılmış bir kurgu eser. Thomas Harris‘in aynı adlı ünlü romanından uyarlanan filmdeki kilit kahramanların hepsi Harris’in gerçek dünyadan ilham alarak yarattığı karakterler. Yazar, genç FBI ajanı Clarice Starling’i araştırmaları sırasında tanıştığı Ajan Patricia Kirby’den, Dr. Hannibal Lecter’ı ise Meksika’da hüküm giymiş gerçek bir mahkumdan esinlenerek yaratmış. Filmin çözülmeyi bekleyen dosyasının baş kahramanı seri katil Buffalo Bill için ise gerçek hayatta oldukça benzer yöntemler izleyerek cinayetler işlemiş olan Ed Gein’den esinlenilmiş.